25.02.2021, 20:22

Aslan Babam

Beni bilmeden eğitendi. Yol arkadaşımdı. Sofra arkadaşımdı. Resimlerimin kahramanıydı. Patronumdu. Yazlıktaki ortağımdı. Zor günlerimde omuzdaşımdı.

Daha ilkokula bile başlamamıştım. Eve getirdiği gazeteleri yere serer, hem rakısını yudumlar hem de okurdu. Kucağında yiyecek içecek ve Hayat Ansiklopedisi fasikülleriyle çıkagelir, fasikül başında okuma kavgası yapardık.

O günlerde ehliyet almak için çalıştığından evin sağı solu trafik işaret ve levhalarıyla doluydu. Her levha da onun eseriydi. Trafik işaretleri gibi…

Çizgileri, resimleri, özellikle portreleri tartışılmaz güzellikteydi. İlkokulda olsun ortaokulda olsun bütün resimlerim onun eseriydi. O yapıyordu, notu alan da ben oluyordum. Bana da takılıyordu, "Kaç aldım?" diye…

Tomris Hanım, "Gene mi babana yaptırdın Recai?" dediğinde süklüm püklüm "ikimiz…" dediğim olurdu. Ya da "Babam yardım etti öğretmenim." Diyordum.

Tomris Hanım kaçın kurrası!

İnanmıyordu ama inanmış gibi davranıyordu.

El becerisi, resim, matematik ve mutfak becerisinde üstüne yoktu aslan babamın.

Benim ilkokulu bitirdiğim yıl ya da ertesi yıl o da diploma aldı. Ders çalıştığı günleri, elinde kitapla Beş Eylül İlkokulu’na doğru yola çıktığı günleri ve annemin "Uğurlar olsun talebem!" esprileri daha dün gibi gözümün önüne geliveriyor.

Her akşam yemeğinden sonra iki saatliğine TÖB-DER Lokali’ne gidiyordu. Eve döndüğünde üstü başı nasıl da sigara kokardı. "Öğretmenini yendim" dediği kişiler tabiat bilgisi öğretmenimle din dersi öğretmenimdi.

Çok meraklıyım ya… Lisenin felsefecisi / bizim de yurttaşlık bilgisi öğretmenimiz olan Vedat Öztürk’e şimdi burada yazamayacağım sorular sorardım derste, o da "Babana sor bunları" derdi. Akşamları da babama "Sen mi sorduruyorsun o soruları Kazım abi?" dermiş.

Sözcüğün tam anlamıyla öğretmen dostuydu babam. TÖB-DER’li öğretmenlerin sevip saydığı biriydi. Üzüm pamuk tüccarı olup da lokale gidip gelen tek tüccar!

Tüccar olup da Dev-Genç’in düzenlediği "Üzümde tütünde sömürüye son!" mitingine katılan, gene benim aslan babamdı. Biz yürüyüş kolundayız, babam da sağımızda bizimle yürüyen omuzdaş…

CHP’nin mitinglerine katılmayı olmazsa olmaz bilirdi.

Ortaokul yıllarımda aldı ortaokul diplomasını… Nasıl da çalışıyordu o günlerde görecektiniz… Mutluluğunu şöyle ifade ediyordu o günlerde: "Karşınızda ortaokul mezunu var ona göre!."

Kolej yıllarımda İzmir’e geldiğinde beni Göztepe maçlarına götürdüğü oldu iki kez…  Soğuk diye kanyak almış yanına… Heyecanlı heyecanlı maçı izlerken elime bardak mı şişe mi ne, uzatıp "İç, ısınırsın" dediğinde öğrenmiştim kanyağın tadını.

Üniversiteyi kazanamadığım yıl yanında çalışmıştım. Biraz sermaye vermiş "Sen de alıp satmayı öğren." dediğinde nasıl da kasım kasım kasılmıştım. Tüccar oldum diye…

Eğitim enstitüsünü kazandığımda beni Sivas’a getirmiş, kısa süre yoldaşlık etmişti bana. O süre içinde de hemencecik TÖB-DER’e gidip öğretmenlerle tanışıp görüşmüştük. TÖB-DER onun için muhabbet kapısıydı. Dostluk kapısıydı.

İkinci gelişi ise benim yaralı olduğum günlerdi. Okulun sarkık bıyıklıları tarafından yatakhanede iki arkadaşımla birlikte linç edilmiştik. Gazetelerin ulusal baskılarından durumu öğrenen babam atlayıp gelmişti yanıma. Zor günlerimin bir numarasıydı!

Yaralanmak bir yana bir de okuldan atılmıştım. İki yıl İzmir’de bir kitabevinde ve Çeşme’de bir turistik otelde çalışır olmuştum. Bu arada Danıştay’dan yürütmeyi durdurma kararı almış, okula dönüş hakkını kazanmıştım. Gene birlikte düşmüştük Sivas yollarına…  Okulun, malum partinin milletvekili adayı olan müdürü elimde yürütmeyi durdurma kararı varken beni kabul etmemişti. Babama odasında sormuş: "Recai’nin kafası gene aynı mı?" Babam da "Sabah, gövdesinin üstünde duruyordu." demiş. Bunu TÖB-DER’de anlatmıştı rahmetli Yunus Yıldırım ve diğer öğretmenlere de nasıl gülüşmüştük.

Avukat bir dostla konuşup Ankara’ya yollandık. Tanıdık milletvekillerini, TÖB-DER Genel Başkanını ziyaret ettik. Bu arada Oktay Akbal, bizim okulu yazdı Cumhuriyet’teki köşesinde. İlköğretim Genel Müdürü, arada bir Salihli’de evimizde konuk ettiğimiz milletvekili Hasan Zengin’in dostuydu. Onun yardımıyla Muğla Eğitim Enstitüsü’ne naklimi yaptırdık o günlerde.

Muğla Eğitim Enstitüsü Müdürü ile ilk görüşen babam oldu. Okul bitene kadar da müdürle abi kardeş olmamız babamdandı.

Annemle birlikte gelip Muğla’da kaldıkları da oluyordu.

Öğretmen olup Urfa’ya tayin olunca yol arkadaşım gene babamdı. Köyüme beni yerleştiren, Urfa’ya gidip kebapçıları/ Balıklı Gölü ziyaret eden, sinemaya giden o ve bendim. Ayrılmaz ikili!

Sefaleti, Türkçe bilmeyen öğrencilerimi ve lojmanın bakımsızlığını görüp dayanamayınca "İstifa et, birlikte dönelim Salihli’ye…" diyen oydu. Her hafta sonu Urfa’ya gidip iki gün kalmamız da bundandı zaten. Bana ödül verir gibi… Sinemaya gidiyor, ara sokaklarda dolaşıyor ve Urfalılarla kaynaşıyorduk. İGD’li arkadaşlarla da o günlerde tanıştık.

20 gün sonra onu uğurlarken elim ayağım kopmuştu sanki…

Yaz mevsiminde Salihli’deki evimizde kardeşlerim, yengelerim ve yeğenlerimle ne unutulmaz günler geçiriyorduk 80 Evler’de… Pazardan file file yiyecekleri taşıdığı günlerde biz neden onunla pazara gitmezdik anlamazdım bunu. Şimdi düşünüyorum da nasıl yetiştiriyordu onca boğaza, bilemiyorum. Dört kardeş olarak hiç birimiz onun elinden tutup eve ekstradan bir şey almazdık nedense… O günler için üzüntü duyuyorum şimdi. Bu, biraz da annemden kaynaklanıyordu "Dağ gibi babanız varken ne demek sizin bir şey almanız!" der, ekmek bile aldırmazdı bizlere.

Üstelik akşam sofralarının çoğu da rakılıydı.

Almak için değil, vermek için yaratılmıştı annemle ikisi…

Bir ara yeni kurulmuş olan SHP’de aktif görevleri de olmuştu. O günlerin ilçe başkanı olan/ nikâh şahidim Ahmet Kocabıyık, "Kazım abi" derken gözleri parlıyordu sanki… Hiçbir şey istemeyen ama partisine katkı adına koşuşturan bir sıra neferiydi. Öne çıkmak gibi bir eğilimi olmadı hiç…

Salihlili tüccarlar arasında Maden-İş’e katkıda bulunan tek tüccardı.  Melek Dirgen ile çıktığımız bağış toplama kampanyasında hiçbir arkadaşından tek kuruş toplayamamıştık. O ise hiç sesini çıkarmadan 100 lira uzatıvermişti elimize.

Rahmetli halam, "Bu paraları nasıl bitireceksin, ye kardeşim ye, ye!" derdi bir araya geldiğimizde. Halam öyle diyor ama bizim babamız öyle biri değildi ki… Eli sıkı denilen babam, aslında savurganın  tekiydi..  Halamın annesiyle babamın annesi farklıydı. Birbirlerini seven ama farklılıkları olan iki kardeştiler…

Kiloyla ne et aldığı olurdu ne de peynir… Rakıya verdiği para ise… Tahmin bile edemiyorum…

Ölene kadar içti. Hiç ara verdiği olmadı akşamcılığına… Son yıllarında ise sepetler dolusu üzüm alır şarap yapar olmuştu. Yeşilyurt’ta karşılıklı evlerde oturuyorduk. Ya gelir çağırır ya da telefon ederdi: "Sarı oğlan akşama gel!"

Bu, "Gel, rakı içelim." demekti. İçince şenlenirdi. Anneme asıldığı olurdu. Kadehi de ağzına kadar doldurur, sadece dudak payı bırakırdı. Annem öfkelenince, kadehi gösterir, "Emmi kızı, şunun şurasında tek kadeh içiyorum, o da gözüne batıyor." derdi.

Öyle severdi ki içmeyi…

Yıllar öncesinden biliyorum. Her birimiz çocuk sahibi olmaya başlayınca rakı yüzünden kimi gelin kızlarla ufak tefek sorunlar çıkmaya başladı.

Biz dört kardeşiz ya… Her birimiz 2 ay 10 günlük olunca dudağımıza rakı sürermiş babam.

Bunu torunlara da uygular olunca 1 Nolu gelinimiz surat astı. Aslan babam ise diretmek yerine sessizliği tercih etti.

Şu da var ki, dört kardeşiz ama babamın 6 gelini de çok sevdi babamı.

Her birimize toplam 6 düğün yaptı. Harmandalı’yı da annemle babam kadar iyi oynayan yoktur doğrusu…

Her birimize Türkiye coğrafyasını tanıttı. 6, 7 yıl her coğrafi bölgeyi tek tek dolaştık sayesinde. Yılda 25 günümüzü gezilere ayırıyordu. Bizim ailede illerin trafik plaka numaralarını bilmeyen yoktur. Coğrafyası, coğrafya öğretmeni kadar iyiydi annemin. Nerede ne yetişir, hangi ırmak hangi bölgede,  hangi tarihi kalıntılar ve hangi uygarlıklar hangi şehirlerdedir sorularının yanıtını evvel Allah biliriz.

Eşi bulunmaz bir anlayışa da sahipti. İlk eşimden ayrılma aşamasındayım. Mahkeme kararıyla eşyalar paylaşılacak. Hâkim eşyaları gösterip eşimle bana soruyor, bu kimin diye. Babam da yanımda…

Kulağıma eğilip fısıldadı: "Direteyim deme sakın. Alsınlar."

Ben, gösterilen her eşya için karşı tarafın almasına onay verince hiç unutmam, hâkim beni kenara çekip "Hiç mi siz eşya almadınız bu eve?" diye ses tonunu yükseltmişti. Halime acımış olsa gerekti.

Bambaşka özellikleri olan biriydi babam.

Köy Enstitüsü’nde okumuş değildi ama 'Ziraat Marşı'nı Eğit-Der İzmir Şubesi’nin düzenlediği Cumhuriyet Balolarında enstitülülerle birlikte sahnede söylerdi.

Unutmayayım… Eğit-Der’in her Cumhuriyet Balosu'nda İkiçeşmelik’teki öğretmenevinde aramızdaydı annemle birlikte… Eğitim-Sen 1 Nolu Şube’nin Maksim’deki ve fuardaki yemekli gecelerinde de…

Çok arkadaş onları öğretmen bildi yıllarca… Oysa biri ilkokul diğeri ortaokul mezunuydu.

Gerek CHP'de gerekse de İGD'de görev aldığım yıllarda bana bir günden bir güne "Uğraşma bu işlerle!" dediğine tanık olmadım hiç.

Bir kez kızdı sadece…

İGD olarak afişleme yaptığımız bir gece polise yakalanmış nezarete atılmıştık. Babamın arabası da karakolun önüne çekilmişti içindeki yağlı boyalar ve fırça gibi suç (!) aletleriyle…

Sabah olunca bir bakıyor ne araba evin önünde ne de Recai odasında… Annem söylüyor gerçeği…

Arabayı almak için karakola geldiğinde nasıl da kızmıştı.

O günün akşamında sofrada "Polislerin yanında iyi etmişsiniz aferin mi deseydim!" dediğinde boynuna sarılasım gelmişti.

Öğretmenlik yaptığım Bergama köyünde 1-2-3’lere ben Türkçe yaparken ona da arada bir 4 ve 5’leri verip matematik yapmasını istiyordum. Hiç itiraz etmiyordu. Elimden tutuyordu. Akşam da rakısını içtikten sonra Orhan Kemal’in romanlarını okuyordu. Annem bir köşede o bir köşede…

Okulun yağlı boyası ve her türlü tamiratı da ona kalıyordu.

Canım asistanım, diyordum arada bir. Kıs kıs gülüyordu o da… Lojmanın önünde bakla yetiştiren, dağa çıkıp mantar toplayan,  arada bir arabasının bakımını yapan, çeşmeden bidon bidon su taşıyan…

Elinden her iş geliyordu.

Dikili’de ev tutuyordum yaz tatilleri için… 2 aylığına…

O günlerdeki 'Emek Ve Barış Şenlikleri'nin her programını izleyen/ kaçırmayan iki heyecanlısıydık. Deniz, kum, güneş ve paneller/ konserler… Dikili’nin unutulmaz günleriydi o yıllar…

Memur olarak mümkün mü iki ay keyfince tatil yapmak?

Balık, et, süt, rakı, manavlık işler ve kiranın yüzde 50 ya da fazlası babama,  geri kalanlar da bana…

En paylaşımcı ortağım…

Kış döneminde de Devlet Tiyatrosunun tüm temsilleri bana aitti… Müzeler dâhil…

Ne sıkıntıya sokar ne üzer… Üzecekse bile sadece bir kişiyi üzer: Amcasının kızını/ Rasime’yi…

Yani annemi…

Salihlili kimi dostlar bilir. Ağzı herhangi bir nedenle kaymış olanlar evimize gelirdi 'çarpılmak' için… Dedemin babasından mı ne, bir terliğimsi ayakkabı vardı bizde. Onu, gelen kişinin yüzünde üç dört kez gezdirir ve arkasına bakmaması koşuluyla uğurlardı.  Gelenlerden biri, lise mezunuydu. Babama kalmıştı bütün umudu.  Ona söyledikleri dün gibi aklımda. "Oğlum, bana gelenler ağzımın yamukluğunu Kazım amca geçirecek inancıyla geliyor. Yoksa ne bende ne de bu ayakkabıda bir keramet var."

İnanması zor ama sonraki aylarda ağzı düzelmiş olarak teşekküre gelenleri anımsıyorum. Hele hele kahveci olan biri vardı ki, babama taptığı gibi bize de tapıyordu. Sokakta bizi görmeyegörsün, hazırola geçerdi.

Hiç, ama hiçbir kişiden de bu iş için 25 kuruş aldığına tanık olmadım, olmadık.

Öylesi günlerde ben, şifa için gelen kişi gittikten sonra "Üfürükçü babam!" diye takılıp kahkahayı koyveriyordum.

Kütüphaneler açmaya başladığımız günlerde herkesten önce ayağa gelip kapımızı çalıyordu. "Hazırlanın!" Araçlar gelene kadar öylece/ merak ve heyecanla evin önünde bekliyordu.

Araçta tek kelime konuşmuyordu. Açılışlarda da… O günün akşamında ise onlarda oluyorduk yemekte.  Bir yerine iki kadeh kaldırıyorduk zaferimiz için.

25 Şubat 2006’da 13. Kütüphanemizi açacaktık Manisa’nın Maldan köyünde…

Ben, iki gün önce köye gitmiş son hazırlıkları yapıyordum. Annemden bir telefon: "Recai’m babanı yoğun bakıma kaldırdık."

Son aylarda sağlığı iyice bozulmuştu. İkide bir hastaneye gider olmuştu. Bu kez ciddi gibiydi. Bir hafta kadar önce hastaneye yatırmıştık.

O akşam, Maldan’daki muhtarlığın misafirhanesinde ne yediğimi anladım ne de yatıp uyuduğumu…

24 Şubat gecesi bir kâbus gibi çökmüştü üstüme. Muhtar Ömer Yılmaz da üzülmüştü. O gece muhtarla anlaşmış, kütüphane önüne babam adına bir fidan dikecektik.

25 Şubat’ta Gazeteci Öcal Uluç, Doç. Dr. Efdal Sevinçli, Em. Albay Vedat Peker, Konak Belediyesi Kültür Müdürü Salim Çetin, Şair Hüseyin Peker ve TKD İstanbul Şubesi yöneticileri olan güzel dostlarımız başta olmak üzere İzmirli / Manisalı kitapseverlerle açtık kütüphanemizi.

Kütüphanenin karşısına da Cahit Arf, Mahmut Makal ve Burçin Büke adına birer çam fidanı diktik. Mis gibi kokular yaysın diye bir de akasya fidanı…

Akasya fidanı kim mi? Aslan babam Kazım Şeyhoğlu!

***

Muhtarın dışında kimseye bir şey söylememiştik. Gözlerimin yaşarmasının bile farkında değildi kimse…

O sabah zaten şakır şakır yağmur yağmıştı Manisa toprağına…

Babamsız ve annemsiz açacağımız için, gökyüzü ağlıyor muydu ne !?

İzmir’e geç vakitte dönebilmiştik. Yoğun bakımda da olsa duş yapıp hastaneye gitmeyi düşünüyordum.

Duşumu almış salona iniyordum ki zil çaldı. Annem!

"Babanız hakk’a yürüdü oğlum, başımız sağ olsun!"

***

Açılışta bir gün önce Hakk’a yürüse Maldan’a gitmeyebilirdik. İleri bir tarihe erteleyebilirdik.

Planımızı/ programımızı bozmak istememiş olmalıydı.

Şiirlerle, halkoyunlarıyla yapmıştık açılışı…

Belli ki keyfimizi kaçırmak istememişti.

Her işi bitirdik, sağ salim eve döndük.

Diyecektim ki "Sensiz oldu ama açtık canım babam!"

Diyemedim.

"Bak, ben keyfinizi kaçırmadım. Bekledim sizi. Benim yeryüzündeki konukluğum buraya kadarmış. Saat 21.20 Hepinize iyi akşamlar. Kalanlara selam olsun!"

Der gibi gitti.

Kimseyi üzmeden… Kimseleri üzmeden… Planımızı bozmadan…

25 Şubat 2006’yı gösteriyordu takvimler…

13. kütüphanemizi açmanın mutluluğu, aslan babamı yitirmenin acısı…

İnişin yokuşu, iyinin kötüsü, beyazın karası, çirkinin güzeli misali…

Her şey zıddıyla…

Bugün 25 Şubat 2021

Maldanlılara, o akasyaya ve babama sevgi ve özlemle…

Yorumlar (1)
Mehmet Zaman Saçlıoğlu 5 yıl önce
Ne güzel insanmış Allah rahmet eylesin.
12
parçalı az bulutlu
banner17
Günün Karikatürü Tümü
Günün Anketi Tümü
Bergama İl Olmalı mı?
Bergama İl Olmalı mı?
Puan Durumu
Takımlar O P
1. Galatasaray 14 33
2. Fenerbahçe 14 32
3. Trabzonspor 14 31
4. Göztepe 14 26
5. Samsunspor 14 25
6. Beşiktaş 14 24
7. Gaziantep FK 14 22
8. Kocaelispor 14 18
9. Başakşehir FK 14 16
10. Alanyaspor 14 16
11. Konyaspor 14 15
12. Çaykur Rizespor 14 14
13. Antalyaspor 14 14
14. Kasımpaşa 14 13
15. Eyüpspor 14 12
16. Kayserispor 14 12
17. Gençlerbirliği 14 11
18. Fatih Karagümrük 14 8
Takımlar O P
1. Pendikspor 15 32
2. Bodrum FK 15 30
3. Amed SK 15 29
4. Esenler Erokspor 15 28
5. Erzurumspor FK 15 26
6. Çorum FK 15 25
7. Iğdır FK 15 25
8. Serik Belediyespor 15 25
9. Bandırmaspor 15 23
10. Van Spor FK 15 21
11. Boluspor 15 20
12. Sivasspor 15 20
13. Sakaryaspor 15 19
14. Keçiörengücü 15 18
15. İstanbulspor 15 15
16. Ümraniyespor 15 15
17. Sarıyer 15 14
18. Manisa FK 15 13
19. Hatayspor 15 5
20. Adana Demirspor 15 2
Takımlar O P
1. Arsenal 14 33
2. Manchester City 14 28
3. Aston Villa 14 27
4. Chelsea 14 24
5. Crystal Palace 14 23
6. Sunderland 14 23
7. Brighton & Hove Albion 14 22
8. Manchester United 14 22
9. Liverpool 14 22
10. Everton 14 21
11. Tottenham 14 19
12. Newcastle United 14 19
13. Brentford 14 19
14. Bournemouth 14 19
15. Fulham 14 17
16. Nottingham Forest 14 15
17. Leeds United 14 14
18. West Ham United 14 12
19. Burnley 14 10
20. Wolverhampton 14 2
Takımlar O P
1. Barcelona 15 37
2. Real Madrid 15 36
3. Villarreal 14 32
4. Atletico Madrid 15 31
5. Real Betis 14 24
6. Espanyol 14 24
7. Getafe 14 20
8. Athletic Bilbao 15 20
9. Rayo Vallecano 14 17
10. Real Sociedad 14 16
11. Elche 14 16
12. Celta Vigo 14 16
13. Sevilla 14 16
14. Deportivo Alaves 14 15
15. Valencia 14 14
16. Mallorca 14 13
17. Osasuna 14 12
18. Girona 14 12
19. Levante 14 9
20. Real Oviedo 14 9

Gelişmelerden Haberdar Olun

@