26.09.2020, 15:06

Melisa Kokan Sokaklarıyla Urla…

Yazlıklar çoğumuzun kaçış mekânıdır.

Sıkıldıkça denizinden ruhumuza şifa devşirdiğimiz, yorulan bedenlerimizi tuzlu sularına attığımızda şehirle ilişkimizin kalmadığı illüzyonunu beynimize işleyen mekânlar…

Sonra bu illüzyon yaşanır yaz biter, bir serüven olarak kurguladığımız hayali 'yaz maceraları' doğal seyrine döner ve biz şehrin gürültüsüne hasret, nerdeyse bu karmaşayı da özlemiş biri olarak geldiğimiz yere şehrimize, mahallemize tekrar döneriz; kendi celladına koşarak giden biri gibi.

Ve hayatın bir çember gibi yaşanan rutini kendini tekrarlar, şehirdeki koca bir kışı yaşanır sonra yeniden yazlıkların yollarına dökülürüz; yorulan ruhumuzu şehrin gürültüsünden sakınmak için…

İşe bakın ki hayatımız sanki fasit bir daire…

İşte şimdi Eylül’ün sonlarındayız; kaçıncı ‘kaçış’ ın içindeyiz sayısını unuttuk bile…

Kısaca yaz bitti, beynimizdeki serüvenlerden devşirdiğimiz nice hayal kırıklığı ile yaz bitti.

Turgut Uyar’ın dediği oldu:

“Eylül toparlandı gitti işte

Ekim falan da gider bu gidişle “

***

Sıcaklar yerini 'şurup gibi bir hava' denen insanı ne üşüten ne de terleten moda bıraktı bile.

Temmuzda denizden esen rüzgâr başka kıyılara gitmiş olmalı ki dingin, kıpırtısız bir deniz önümüzde salınıp duruyor.

Baktıkça eğer geçmiş hayallerde değilseniz yıldızlardan yansıyan ışık huzmelerinin denizle dansını gecenin gizleri içinde rahatlıkla seyredebilirsiniz.

***

Deniz böyleyken doğanın kara tarafına ne demeli?

Bu yanda da bir telaş var, çıplak gözle görebiliyorsunuz.

Akşamsefaları artık geceleyin çiçeklerini açmıyor ama diplerindeki tohumlardan bir dahaki kışa hazırlandıkları belli...

Yaseminler, melisalar güneşin çekilmesini bekleyip bütün gece rahiyasını ortalığa adeta saçıyor.

Limon ve mandalinalar henüz yeşil, sıralarını bekliyor.

Nar mı?

Bir bilemediniz iki hafta sonra yenmeye hazır.

Bütün yaz yapraklarındaki güzelliği ortalığa saçıp duran güller?

Onlar da sonbaharın hüznünden nasiplerini almış gibiler; işveli bakışları hala diri ama yaz onları da yormuş…

Gül düşünür gülistan olursun, diken düşünür dikenlik olursun” diyen Mevlana’nın gülleri bunlar.

Biraz yazın yorgunluğu biraz hüzün onlara başka bir güzellik katmış ama açık söylemek gerekirse gülün olmadığı yerde bir eksikliğin olacağını söylemek abartı olmasa gerek.

***

Sabah yürüyüşlerimizde yol boyu birer ikişer tadına baktığımız incirler.

Galiba Ağustos onların ayıydı. Bütün görkemleri ile bu ayda yemişlerini verdiler Eylül’ de sahneden çekildiler.

Şimdi bizim yürüyüş güzergâhımız fakirleşti, her sabah ağzımızı tatlandırdığımız incirler bir yıllığına bize veda etti…

Peki, doğanın süsü olan çoğunun adını bile bilmediğimiz onlarca çiçek, onlarca ot çeşidi, çamlar, makiler?

Galiba Ege’nin böyle olduğunun bilincindeler, biraz yaprakları sararak hırpalanmış, sapları artık susuzluktan yorulmuş, keyifsiz bir sonbaharı yaşamanın sıkıntısı içindeler, gözleri gelecek yağmurda...

yağmur onlara şifa olacak gibi…

***

Eh, işte bu yazlık denen cephe böyle; maile sonbaharın hüznü yaşanıyor bu cephede dersek abartmamış oluruz.

Deniziyle, ağacıyla, çiçeği ile bir başka yer’e göçün getirdiği ayrılık acısı her yere sinmiş gibi…

Baktığınız ağaçlar, çiçekler, çimler, denizin dalgası keyifsiz.

Hatta ayrılığı hisseden evlere her an girip çıkan, yiyeceğini oturanlardan alan kediler, köpekler?

Onlar da sezgileriyle bu ayrılığın ayak seslerini duymuş gibiler.

Yüzleri asık…

Sahipleri ile oynadıkları oyunlarda bir 'kırıklık' sezinlemek mümkün.

Belki de dönüş’e beş kala sahibinin ihanetine uğrayacağı korkusundandır bu kırıklık.

Bütün kışı alıştığı, dost bildiği biriyle geçirmek varken aniden kendini hiç bilmediği bir sokak aleminde buluvermek….

İsterseniz yürek burkan bu konuya hiç girmeyelim.

***

“BİR VARMIŞ URLA” VE SEDEF TUNÇAĞ

Aslında yazıya otururken amacım eski belediye başkanlarından Muzaffer Tunçağ’ın eşi Sedef Tunçağ’ın “Bir Varmış Urla” sını anlatmaktı. (1)

Ancak yazacağınız konuyla ilgili tuşlara bastığınızda tasarladığınız çerçevenin sizi bazen out çizgisine kadar götürdüğünü görüp, engel olamayabiliyorsunuz.

Bu yazıda olduğu gibi; yazı kitabın içeriğinden başka konulara kaydı gitti.

Şehirden kaçışın ve sonra tekrar dönüşün hikâyesi araya girdi.

Çünkü tartıştığımız konunun öznesi Urla, İzmirlinin şimdilerde ise daha çok İstanbul’ dan gelenlerin yaz ayları hep Urla’ da geçiyor ve buraya gelenler bir dönem sonra tekrar kışlık evlerine dönüyor.

Hikâyenin can alıcı kısmı da bu zaten; gelinen yer ile dönülen yer arasındaki zaman aralığında olan bitenin insanda bıraktığı tortu.

Neyse şimdilik bunları başka bir yazıya bırakıp biz Urla’yı anlatan kitaba dönelim:

Sedef Tunçağ,  “Bir Varmış Urla”da esas itibariyle Urla’nın tarihsel geçmişine el atıyor.

1920 ile 1950’ lili yılların Urla’ sında yaşamış olanların anılarını ve görüşlerini bize taşıyor.

Bu, aynı zamanda başarılı bir sözlü tarih çalışması.

Anlaşılan kitaba giden yol bir sergi nedeniyle olmuş; Sedef Tunçağ, 2003 yılında kız kardeşiyle birlikte Urla’ da, Galeri P’ de,  1922-1950 arasında Urla’ da yaşamış ailelerin fotoğraflarından oluşan bir sergi açmış.

Sonra fotoğrafta yer alanların hikâyeleri, onların yaşadıkları, tanık oldukları olaylar sözlü tarih çalışması olarak “Bir Varmış Urla” kitabına dönüşmüş.

Çok da başarılı bir çalışma olmuş.

Kitabın içeriğinde Urla'nın 1920'li yıllarından başlayıp, 1950'lere kadar olan dönemi yer alıyor.

Bu dönemde neler yok ki; Mübadele, Balkanlar'dan, Girit2ten gelenler, oralara gidenler, Yunan işgali Rum'lar ve Yahudi ailelerle komşuluk ilişkileri…

Urla'nın önemli isimleri de; Necati Cumalı, Eskinazi ailesi, Öztürk Başarır, Yorgo Seferis gibi kamunun bildiği isimler, bunun yanında doğma büyüme Urlalı olan onlarca isim…

Urla'da şarapçılık ve bağcılık, Halkevlerindeki faaliyetleri de anlatılanlardan…

Kitap, Necati Cumalı'nın Atatürk’ün Urla'ya gelişini anlattığı yazısı ile başlıyor.

Sonra olayların içinde bulunmuş, ya da yazıları ile bunları anlatanların görüşleri sıralanmış.

Biz okuyucular bütün bu söylenenlerden Urla'nın yerel tarihine vakıf oluyor, yaşayan tanıklar kadar bizler de Urla'yı tanımış oluyoruz.

Cumalı, Kurtuluş Savaşı yıllarında Urla'da nüfusun 50 bin olduğunu ve çoğunluğun Rumlardan oluştuğunun altını çizmiş. Devamla o yıllarda Urla'daki Türk, Rum ve Yahudi nüfus arasında herhangi bir husumetin olmadığını vurgulamış.

***

Bu konuyu dile getiren Cumalı'nın dışında da tanıklar var, mesela Urlalı Abdurrahman Molovalı Urla'daki Rum, Yahudi ve Türkler arasındaki dostluktan söz etmiş, ayakkabıcı olan dedesinin bu mesleği bir Rum'dan öğrendiğini, uzun süre aynı dükkanda dedesinin usta çırak olarak bu insanlarla çalıştığından söz ederek aralarındaki ilişkilerin son derece iyi olduğu konusunu belirtmiş.

Ancak, daha sonraki anlatımlarda bu uyumun savaşla bozulduğu, Savaşın insanları milliyetçi kimliklere büründürerek birbirine düşman ettiği konusuna yer verilmiş.

***

Abdurrahman Molovalı, 9 Eylül 1922'den 10 gün önce 30 Ağustosta babasının Rum olan ustasının, “Mehmet vedalaşalım, biz kaybettik, ben kaçıyorum” dediğini naklediyor.

Artık savaşla birlikte dostluklar, komşular arasındaki ilişki bir anda eski güzelliğini kaybediyor.

Tehditler, ihbar edip hapse attırma istemleri, yeniden sahip olunan tarla ve bağ sınırlarının belirlenmesi..

Birbirine saygılı komşuluk ilişkileri yerini

Çünkü savaş işi şirazesinden çıkarmış bir kere…

13 Mayıs 1919 İzmir’in işgaliyle Urla'ya yerli olan Rum nüfusa ilave bir de bu işgalle gelen Rumlar oluyor.

Tanıklardan Ali Zeytin haklı olarak Rum Ortadoks Kilisesi'nin daha çok bu işgalle gelen Rum kesim üzerinde etkili olduğu ve problemleri bu kesim üzerinden yürüterek dostlukları dinamitlediğini, bunun da iki halkı böldüğü konusunu vurguluyor.

***

Kitaptaki anılardan o yıllarda Urla'da ekonomik üretimle ilgili bilgilere yüzeysel de olsa ulaşabiliyoruz. Şarap üretimi ve buna bağlı bağcılığın tarımsal üretimin başından geldiği anlaşılıyor.

Öyle ki bu durumun üretime yansıması 1943'de Tellibağ Şarapları ile görülüyor.

Hüsnü Bölükbaşıoğlu ailesi bu üretimi gerçekleştiren.. Çekirdeksiz sultaniye ve Madilaros üzümünden bu şaraplar yapılıyor. Yıllar içinde bu faaliyet sürüp gitmiş. (2)

Buna zeytincilik ve diğer tarımsal ürünleri de dahil etmek mümkün.

Savaş yıllarına kadar Urla'da tarımsal üretimin gayet verimli bir biçimde yürütüldüğü anlaşılıyor.

Çoğu Rum vatandaşın çocuklarının tahsilini Avrupa’ da yaptırmış olması bu refah düzeyine örnek olarak görülebilir.

***

Daha sonra kitaptaki tanıkların anlatımlarından anlıyoruz ki savaş ve savaşla birlikte Urla’ ya gelenlerin bağcılık yerine tütün dikmeyi tercih etmesi ve bazı diğer faktörlerin araya girmesiyle  ekonomik yapı ve buna bağlı olarak kültürel yapı farklılaşıyor; giderek evlerden gelen piyano sesleri yerini başka şeylere bırakıyor.

Zaten araya savaşın girmesi, arkasından gelen Balkan, Girit göçleri, Rum nüfusun 1922'den sonra Yunanistan'a gönderilmesi, 1950'li yıllarda Urlalı Yahudilerin bir kısmının İsrail’e bir kısmının ise İzmir'e göçü sosyolojik bir alt üst oluşa işaret ediyor.

Görüldüğü gibi Anadolu’ nun savaşlardan yorulan kaderi Urla'da da yaşanmış; göçler, gelenlerin kendi sorunları, sonra bir toparlanama dönemi…

Bitmeyen bir çaba, bitmeyen bir mücadele…

***

Bütün bunlara karşın insan içindeki enerjiyi, coşkuyu kaybetmiyor, onu bayramlarla, anmalarla dışa vuruyor. Tıpkı 1925’lerin Urla'sınada olduğu gibi. Güler Kocaoğlu anılarında kalan Urla'daki bayramları anlatmış; 21 Mart’ taki ( Başka bir adla Martın Dokuzu) “Bahar Bayramı”'nı, 14 Ağustos'ta kutlanan “Bağ Bozumu Şenlikleri”ni.

Ne güzel ki bu şenlikler günümüzde de bütün heyecanıyla kutlanıyor.

Kitapta 27 Şubat 1932’ de Urla’ da faaliyete başlamış olan Halkevi de unutulmamış.

Rıza duran “Ben marangoz çırağı idim, aynı zamanda Halkevi'nde müsamereye çıkıyordum. Müzik çalışmaları yapardık.” diyor.

Algan Tümerk ise Halkevi’nde Ocak adlı bir derginin çıktığını, bir öğretmenin İngilizce ders verdiğini, Urlalı gençlerin “Taş Parçası” adlı tiyatro oyununu burada oynadıklarından söz ediyor.

Görüldüğü gibi Halkevlerinin aydınlanma yolunda ne kadar önemli işlevlere sahip oldukları bir kez daha gözler önüne seriliyor.

Urla denilince Necati Cumalı akla gelir de Yorgo Seferis gelmez mi?

Nobel ödülünü almış olan bu büyük yazar elbette kitapta unutulmamış.

Seferis 1948-50 yıllarında Ankara'da Atina büyükelçisidir.1949’ da Urla İskele'deki evini ziyarete gelir: 'ANADOLU-GÜNLÜKLER' kitabında;

”Jip eski çeşmenin biraz aşağısında, Urla'ya giden yolun sağında durdu.(…) Böylece kendimizi birden bizim evlerin arka tarafı ile büyükannemin bahçesini ayıran iskeleye paralel yolun üzerinde buluverdik. Ağaç vapur iskelesi yoktu.”

Şimdi Urla- İskele'de Seferis’in evi restore edildi, bir bölümü restoran bir kısmı da butik otel olarak işletilmektedir.

Kitap daha Urla ile ilgili onlarca anıyı tarihsel bilgiyi içeriyor.

Meraklısına ve ilgilisine şiddetle önerilir.

Zaten başka şansımızın olduğu da söylenemez, zira Urla gibi zengin bir tarihsel geçmiş ne yazık ki birkaç anı kitabına sığdırılmış. Başka da kaynak bulmak mümkün görünmüyor.

Bu açıdan Sedef Tunçağ'a, tanıkların anlattıklarını belgesel tadında kitaba dönüştürdüğü için teşekkür etmeliyiz.

Ayrıca Urla'nın sivil tarihine katkısı için de…  

***

İzmir'deki semtleri kitaba dönüştüren proje için yazdığım bir yazıda, semt ve şehir monografilerinin daha çok yazılmasından söz etmiştim.

Tarih yazıcılığının, kuşkusuz akademik olandan söz etmiyoruz, yaygınlaştığı, eli kalem tutan hemen her kesimden insanın oturduğu yerle ilişkisini anlattığı ve bunun da kolaylıkla kitaba dönüştüğü bir süreç yaşanıyor.

Bunun anlamı Yerel Tarih denen olgunun önümüzdeki zamanlarda bu anlatıların çoğalmasıyla zenginleşeceğidir.

Sedef Tunçağ’ın “Bir Varmış Urla” sı da böyle bir çalışma.


(1) Sedef Tunçağ, Bir Varmış Urla, 2003, İzmir,

(2) Şimdilerde Urla'da şarap üretimi fena sayılmaz. Demek ki ekonomi de kendi geçmişini bir biçimde takip ediyor. 2018 Cumhuriyet Pazar’ da Urla Şarapçılık'tan Can Ortabaş’ın Urla'da kaybolan “Urla Karası” üzümünü yeniden canlandırma girişimini okuduğumda Urla için şarapçılığın önemi bir kez daha kavramış oldum.

Yorumlar (1)
Mutlu selçuk 4 yıl önce
Kalemine sağlık,Doğaçlama kaymak tadında olmuş,selamlar.
17
parçalı bulutlu
banner17
Günün Karikatürü Tümü
Günün Anketi Tümü
Bergama İl Olmalı mı?
Bergama İl Olmalı mı?
Puan Durumu
Takımlar O P
1. Galatasaray 30 81
2. Fenerbahçe 30 79
3. Trabzonspor 30 49
4. Beşiktaş 30 46
5. Kasımpasa 30 43
6. Başakşehir 30 42
7. Rizespor 30 42
8. Antalyaspor 30 41
9. A.Demirspor 30 39
10. Alanyaspor 30 39
11. Sivasspor 30 38
12. Samsunspor 30 36
13. Kayserispor 30 36
14. Ankaragücü 30 33
15. Hatayspor 30 33
16. Konyaspor 30 33
17. Gaziantep FK 30 31
18. Karagümrük 30 30
19. Pendikspor 30 29
20. İstanbulspor 30 13
Takımlar O P
1. Eyüpspor 27 64
2. Göztepe 27 56
3. Sakaryaspor 27 47
4. Ahlatçı Çorum FK 27 45
5. Kocaelispor 27 45
6. Bodrumspor 27 44
7. Boluspor 27 43
8. Bandırmaspor 27 41
9. Gençlerbirliği 27 40
10. Erzurumspor 27 37
11. Ümraniye 27 33
12. Keçiörengücü 27 32
13. Manisa FK 27 31
14. Şanlıurfaspor 27 27
15. Tuzlaspor 27 27
16. Adanaspor 27 27
17. Altay 27 15
18. Giresunspor 27 7
Takımlar O P
1. Arsenal 28 64
2. Liverpool 28 64
3. M.City 28 63
4. Aston Villa 29 56
5. Tottenham 28 53
6. M. United 28 47
7. West Ham United 29 44
8. Brighton 28 42
9. Wolves 28 41
10. Newcastle 28 40
11. Chelsea 27 39
12. Fulham 29 38
13. Bournemouth 28 35
14. Crystal Palace 28 29
15. Brentford 29 26
16. Everton 28 25
17. Luton Town 29 22
18. Nottingham Forest 29 21
19. Burnley 29 17
20. Sheffield United 28 14
Takımlar O P
1. Real Madrid 29 72
2. Barcelona 29 64
3. Girona 29 62
4. Athletic Bilbao 29 56
5. Atletico Madrid 29 55
6. Real Sociedad 29 46
7. Real Betis 29 42
8. Valencia 28 40
9. Villarreal 29 38
10. Getafe 29 38
11. Las Palmas 29 37
12. Osasuna 29 36
13. Deportivo Alaves 29 32
14. Mallorca 29 30
15. Rayo Vallecano 29 29
16. Sevilla 29 28
17. Celta Vigo 29 27
18. Cadiz 29 22
19. Granada 28 14
20. Almeria 29 13

Gelişmelerden Haberdar Olun

@