13.06.2021, 11:18

Kendi Olmak...

'Rüya kahramanlarımdan bende kalanlar'                  

Bu kez en iyi rakı sofrası arkadaşlarımdan babamı gördüm rüyamda.

Müşterilerimizden biri gelmiş "Acele Kazım abiyle görüşmem gerek" demişti.

"Partiye gidersen görürsün" demiştim ben de…

O gün mağazayı kapatmamız gereken saatten iki saat önce ayrılmış, "Soran olursa partide olduğumu söylersin" demişti bana da.

Müşterimiz olan Mersindereli Pamuk Ali, "Ben yalnız gitmem oraya, seninle gidelim" diye ısrar edince mağazayı 17.45’te kapatmış birlikte gitmiştik CHP’ye.

İlk gözümüze çarpan, tanıdığım çok kişinin bulunduğu kuyruktu. Tüccar Halil Bey ile zahireci Hüseyin Bey’le selamlaşıp doğruca başkanın odasına geçtik.

Babam, yönetim kurulu odasında başkan ve sekreter ile birlikteydi.

Dışarı çıkıp Pamuk Ali’yle görüştü ve beş dakika sonra tekrar başkanın odasına döndü.

O beş dakikalık arada Başkanın sözü gururumu okşadı.

"Miting için oluşturulan konvoya katılan her üyemizin benzin parasını ödüyoruz ya… Para için Bir tek baban sıraya girmedi."

Aslan babam!

Ne partinin yönetimine girmek için çaba harcadı ne de öne çıkmak istedi.

Partisinin hep sıra neferi oldu. CHP’deyken de SHP’deyken de…

Aynı babanın çocuklarıydı ama amcam hiç öyle değildi. Azmiyle, lise mezunu olmanın avantajıyla ilçe başkanlığına soyundu, kazandı da… Dört ya da beş yıl CHP ilçe başkanlığı yaptı. Başta babam olmak üzere hepimiz onunla gurur duyduk. Bize de "Muzaffer yakışıyor buna!" derdi. Kardeşiyle hep gurur duydu.

Babam da annem de toz kondurmazdı amcama.

Babam, partisinin sadık bir üyesiydi.

Kızım, dedesine mi çekti ne,  onda da aynı özellikleri görüyorum. Hiçbir yerde öne çıkmak istemez. Böyle bir çabası olmaz. Tabii ki onunla da gurur duyuyorum.

11-12 yıl önce NTV’de çalışıyordu. Bir gün pat diye "Ben bu işi bırakıyorum" demez mi?

Oysa sınav kazanarak girmişti o kanala. Bir buçuk yıl kadar çalıştı. Ve sonra ani bir kararla bırakıverdi. Korkmuştum. İşsizlik hükmünü sürdürüyorken o işi bırakıyordu.

"Merak etme sen, iş için senden bir istekte bulunmayacağım" demişti.

Çünkü belediyelerde onu bir işe yerleştirmem çok zordu. Diyemezdim, desem de yararı olmazdı. Çünkü oy verdiğim partinin il başkanından iş istediğimde il başkanı da büyükşehir belediye başkanı da  sağıra yatmıştı. "Evet" der gibi olmalarına karşın…

Beni işe almak istemeyen kişiler kızımı mı işe alacak?

Benim işe alınmamamı o günlerin büyükşehir kültür müdürü olan Dursun Utku şöyle açıklamıştı:

"Biz seni işe almayız. Ters giden işleri gördüğünde sen konuşursun, üstelik bir de yazarsın. Başımıza dert olursun!"

Kızım ise "Ben senden böyle bir istekte bulunmam merak etme. Kendim bulurum" demişti.

Ve de buldu.

***

Annem de Bergama’da kütüphaneler açtığımız günlerde sık sık uyarıyordu beni.

"Sarı kuzum, sakın bu başkandan (Mehmet Gönenç) birileri için iş isteyip kendini ya da onu sıkıntıya sokma!"

Annem böyle bir istekte bulunabileceğimi tahmin etmekte haklıydı. Çünkü yapardım.

İllâ bir muhtarın oğlu/ kızı ya da yakını için bir arsızlıkta bulunabilirdim. Oğlunun huyunu bilmez miydi hiç!

İyi ki uyarmış, tek bir istekte bulunmadım Mehmet Gönenç kardeşimden…

Çünkü yaralanabilirdi onunla olan dostluğum.

Mehmet Gönenç’le uzun süren dostluğumu bir bakıma anneme borçluyum.

Dostluklara çok önem veriyorum.

Onlara, yakınlığım nedeniyle 'Ahmet', 'Mehmet' de demiyorum hiç.

Ahmet Bey, Mehmet Bey…

Bunu bana kim öğrettiyse, doğru öğretmiş.

***

Yazımda değinmek istediğim konu aslında 'kendi olmak'

Ve de tevazu…

Babamla ilgili olarak hiçbir kişi olumsuz şeyler konuşmuyor.

Ticarette olsun, siyasi yaşamında olsun hiç öne geçmeye çalışmayan sade bir adam olduğu için kimseye de itici gelmedi babam. Düşünceleri için de hiç yandaş bulmaya çalışmadı.

Sıradan biri oldu hep.

Akşamları illâ rakısını içen, anneme sataşan, kafasını yastığa koyduğunda hemen uykuya geçen biriydi babam. Kimselerden borç para almazdı. Ama verirdi. Verirdi, almakta da sıkıntılar çekerdi.

Bankacı birine verdiği borç para nedeniyle taa 450 kilometre yol tepmiştik 1972’de.

***

O gün, "Neden sıraya girip sen de diğerleri gibi benzin parasını almadın?" dediğimde aldığım yanıt ise babama olan hayranlığımı on kat arttırmıştı.

Canım babam, 86’sında sessizce de göçüp gitti öteki dünyaya… Kimseleri üzmeden/ sıkmadan…

***

Bir ara Salihli’ye İranlı Bahayiler gelip gider olmuştu. Birisi doktordu. Evimize gelip gidiyordu. Ege Üniversitesi’nde doktordu. Bir başka zamanda da Mustafa Timisi’nin adamları gelir gider olmuşlardı. Babamı bir parti ve dini örgütlenme için ziyarete geliyorlardı. Çevre faktörü nedeniyle…

Babamın esnafla ve bazı köylerle olan ilişkisini biliyorlardı.

Onlara ev sahipliği yapıyordu ama görev üstlenmiyordu.

Görev üstlense Salihli’nin önde gelen bir siyasetçisi olabilirdi. Birlik Partisi mi Barış Partisi mi neydi o parti…

O, Atatürk’ün partisinden şaşmıyordu.

***

Özelliklerini gözümün önüne getirince aklıma hemen Stefan Zweig geliverdi. Kitabı Montaigne…

"Bugün Montaigne’i bütün sanatçılardan fazla seviyor ve sayıyorsak bunun nedeni, Montaigne’in kendini başka hiçbir sanatçının yapmadığı ölçüde hayattaki 'en yüce sanata, insanın kendi olarak kalabilmesi sanatına' adamış olmasıdır."

Kendi olmak… Bunu söylüyor Zweig…

Düşünün…

Montaigne’in biyografi denebilecek bir hayat hikâyesi yokmuş. Hiç, ön saflara geçme gibi çabası olmamış ve düşünceleri için yandaş bulmaya çalışmamış.

Sıradan bir yurttaş olmuş hep.

Kimbilir onu neler etkiledi yaşamında…

15 yaşındayken acıların büyüğüyle tanışmış. Tuz vergisi nedeniyle halk ayaklanması yaşanıyor ve akıl almaz bir vahşetle bastırılan bu ayaklanmaya tanık oluyor. Yüzlerce insanın asılışına, kazığa vurulmasına, kafalarının kesilmesine, bedenlerinin dört parçaya ayrılmasına ve yakılmasına tanık oluyor.

Nehirlerin cesetlerle dolmasına, yağmalanan köylere tanık oluyor.

Zweig’in Montaigne’ini okurken gözümün önüne hep babam geldi. Biraz da kendim…

1963 yılına kadar bizim soyadımız Yılmaz idi.

Amcam, mahkemeye başvuruyor ve soyadımızı Şeyhoğlu olarak değiştiriyor.

Sülalemizde ise ne şıh var ne şeyh…

Şıhlılar olarak anılırmışız doğduğumuz topraklarda. Amcam da cafcaflı olduğu için Şeyhoğlu’nu seçmiş olsa gerek.

Bir ara değiştirmeyi bile düşündüm soyadımı. Çünkü gazetelere gönderdiğim yazılar nedeniyle zaman zaman telefon açanlar ve mektup yazanlar oluyordu. (Aydınlık’ın ikinci sayfalarındaki yazılarım için)

"Soyadına karşı ayıp oluyor ama…" gibi.

DYP’deki tarikatçı milletvekilleri için yazdığım bir yazı nedeniyle azarlayanlar olmuştu. Ben Şeyhoğlu imişim. Nasıl yazarmışım böyle densiz yazıları…

Şeyh’in oğlu olmadığımı anlatamıyorum ki… Şeyhoğlu soyadı yapışmış kimliğime, söküp atamıyorum ki…

***

Michel Sieur de Montaigne'in dedesinin babası 10 Ekim 1477’de Bordeaux Başpiskoposlarından Montaigne Şatosunu satın almazdan önce Michel'in atalarının Eyguem gibi son derece sade ve sıradan bir soyadları varmış.  Eyquemler Bordeaux’da yüzyıllar boyu gümüş ve altını, bunun yanı sıra biraz da füme balık kokularını çağrıştırmış.

Ailenin balık ticaretinden ve nakliye işletmeciliğinden yükselişi Montaigne’in dedesinin babası olan Ramon Eyquem’le başlamış. Ramon armatörlük yapmış ve Bordoaux’nun en zengin mirasyedisiyle evlenmiş ve aile servetinin temellerini atmış.

75 yaşına geldiğinde de bölgenin senyörü olan Bordeaux Başpiskoposundan Montaigne Şatosunu satın almış.

Michel de Montaigne, babasının ölümünden sonra eski aile adını bütün parşömenlerden ve belgelerden siliyor.

Michel Eyquem de Montaigne olan adını Michel de Montaigne olarak kullanmaya başlıyor.

Tanınmış bir aile olarak anılma düşüncesi, belli ki Montaigne’e göre değil…

Aklıma hep soyadlarıyla kabarıp kubaran kişiler geliyor Montaigne’in yaşam öyküsünü okuyunca.

Stefan Zweig’ı okuyana kadar bilmiyordum bunu.

Ahmet Necdet Sezer, Fahri Korutürk, Aziz Nesin, Bülent Ecevit, Erdal İnönü gibi portreler de bana hep Montaigne’i çağrıştırıyor.

Bizim toplumda kahraman, cesur, yiğit, şanlı, şeref gibi sıfatlara düşkünlük çok yaygın.

Maraş’ı Kahramanmaraş, Urfa’yı Şanlıurfa yapmamız bundan olsa gerek.

Bu tür isimlendirmeler karşıma çıkınca ben de neden 'Efeizmir', 'Yiğitizmir' yok diye tepki vermeye çalışıyorum.

Oysa hiç gerek yok bunlara… Sadelik daha güzel.

Urfa’da öğretmenlik yaptım, hiç 'Şanlı' sıfatını kullanmadım.

Neden derseniz, 'inadına' olsa gerek…

Baba Pierre Eyquem’in eğitim politikası Montaigne’i çok etkilemiş.

Biraz ukalalık edip ayrıntı da vereyim onunla ilgili.

6 yaşındayken anadilinde tek bir tümceyi bile doğru dürüst söyleyemiyorken babasının yol göstericiliğiyle antik dünya dili olan Latince’yi en yetkin düzeyde öğrenmeyi başarıyor.

Hayatı boyunca da Latince kitapları, kendi anadilinde yazılmış kitaplardan daha büyük bir zevkle okuyor. Bir korku ve heyecan anında ağzından anadili olan Fransızca sözcükler değil, Latince sözcükler dökülüyor.

Latince’yi en küçük bir zorlama olmaksızın öğrenmesi/ oyun oynar gibi öğrenmesi ise babasının bir yöntemi. Büyük paralarla eve getirilen Alman bilgininin tek kelime Fransızca bilmemesine özellikle dikkat ediliyor. Evde Latince’den başka bir dilin konuşulması da yasak.

Tabii ki çok şanslıdır da... Yatağından keman ve flüt sesleriyle uyandırılmaktadır.

Hiçbir Bourbon Hanedanından ya da Habsburglardan bir veliaht bile, Montaigne kadar özenle yetiştirilmemiş.

Gaskonyalı balık tacirleriyle Yahudi komisyoncuların torunu olan Montaigne’e hiçbir şey yasaklanmamış.

Yumuşak ve umursamaz yanını eleştiri konusu yapanlara gıkını çıkarmamış.

Hoşgörülü ve şımartıcı eğitim sistemi, Montaigne’in ruhsal gelişmesi için büyük bir şans olmuş.

441 yıldır okunan 'Denemeler' bugün dünyanın en çok okunan kitabı.

"Gençlerin olabildiğince çok sayıda düşünceyle yüz yüze gelmeleri gerekir. Yalnızca başkalarını izleyen, aslında hiçbir şey izlemez, hiçbir şey bulmaz ve zaten aradığı herhangi bir şey de yoktur" sözünü, çocuklarını erken yaşlarda kuran kurslarına gönderen, imam okullarında okutmak isteyen anne-baba ve siyasetçilere de okutmak gerek bence.

Babası kadar iyi bir memur, iyi bir eş ve işlerinde iyi bir yönetici olamamış. İlginç bir ayrıntıya tanık oldum kitapta, çocuklarından kaçının ölmüş olduğunu bilmediğini itiraf etmiş bir yazısında.

"Kitaplığım, benim krallığımdır ve burada mutlak bir kral gibi saltanat sürmeye çalışıyorum" diyen Montaigne, genç biri iken böbürlenmek ve bildikleriyle kendini göstermek için okumuş.

Okuduğu kitap sıkıcı geldiğinde hemen eline bir başka kitabı alırmış.

"Montaigne üşengeç bir okurdur. Okumanın amatörüdür ama ondan daha iyi, daha akıllı bir okuru ne kendi zamanı ne de ondan sonraki zamanlar görmüştür" deniliyor.

Şiiri severmiş ama bu konuda yeteneği yokmuş.

"Biyografi yazanlar benim için gerçek şölenlerin hazırlayıcılarıdır" diyor. Plutarkhos’u çok severmiş bu nedenle.

Sürekli olarak kötü yazdığını söylermiş. Savruk olduğunu, dilbilgisini az bildiğini, belleğinin zayıflığını dile getirirmiş. "Benim kitap yazarı olmakla uzaktan yakından bir ilgim yok. Benim bütün meselem kendi yaşamıma yön vermek. Benim tek işim, tek uğraşım bu."

***

Zweig’ın kitabını okuyunca çok mu etkilendim bilmem, o günün gecesinde rüyamda kimi görsem?

Michel de Montaigne’i…

"Sen meraklı birisin. Öğrendim ki plansız/ programsız okumaları olan birisin aynı zamanda."

Nerdeyse "Kim söyledi?" diyecektim. Şu var ki söylediği çok doğru. Bir sistem dahilinde değil, eline ne geçerse onu okuyan biriyim. Dağınık bir okurum. Bir de okuduğu kitabın adını bile unutan biri...

Dedim ki, "Sizi biraz babama benzetiyorum."

"Bırak şimdi babanı!  Bak, konuşma konusunda bile cehaletini gösteriyorsun. Ben babana benzemem. Olsa olsa baban bana benzemiş olabilir" diye fırçalamaz mı beni…

"Başka bir konu…" deyip devam etti.

"Seni okumuyor değilim. Sana özgü / sen olan paragraflar/ tümceler/ sözcükler göremiyorum metinlerinde. Yazarlık bu mudur? Ondan bundan alıntılarla sayfalar dolduruyorsun. Biraz Recai koksun o yazılar. Okur okumaz hemen bu Recai’nin yazdıkları diyebilmeliyiz. Dünyanın en önemli şeyi, insanın kendi kendisi olmayı bilmesidir."

Kendi olmak!

Evet… Kendimizin ol(a) madığı bir gezegenin insanlarıyız.

Kendi olanlar ise üç beş…

Marquez, Eduardo Galeano, Hamingway, Balzac, Stendhal, Shakespeare, Ahmet Hamdi Tanpınar,  Sabahattin Ali, Orhan Kemal, Yaşar Kemal, Bekir Yıldız, Osman Şahin…

Mehmet Zaman Saçlıoğlu yazarken öykülerini, bir şeye dokunuyor. Fürüzan’ın yıllar önce yaptığı gibi.

Aziz Nesin yazılarında hep 'Aziz Nesin' kokuyor.

Torosların kokusu var Osman Şahin’in kitaplarında.

Habib Bektaş’ın 'Gölge Kokusu'nda hakeza…

Nuri Alço’nun bir filmde Yılmaz Güneyvari bir role soyunması şaşırtır. Hulusi Kentmen’in bir gangsteri canlandırması sırıtır.

Kendisi olamayanlar da sırıtıyor hep.

Kahvelerimizi içtikten sonra "Söylediğimi unutma sakın!" dedi ve gitti.

Uyanınca, vay anasını dedim kendi kendime. Montaigne’i rüyamda gördüm, boru değil!

Elim klavyeye gidince şimdi hep onu görür gibi oluyorum.

Kendim olmaya çalışıyorum. Recai kokusu olan metinlere imza atmaya çalışıyorum.

Böyle düşünürken aklıma bir hafta önce gördüğüm rüyam geldi.

Lyiv’e gitmiştim. Çünkü bu kenti, görmeden ölmek istemiyordum.

Konakladığım otelde saat 24.00 sularında telefonum çalmıştı. "Serinletici/ rahatlatıcı bir şeyler ister misiniz Mr. Recai?"

Ben de fena olmaz demiştim.

Aradan beş dakika geçmişti ki kapımda boyumu aşan sapsarı saçlı, kalem bacaklı, masmavi gözlü bir bayan…

"Dobryy vecher Recai!" dedi.

Dobro pozhalovat, deyip içeri aldım. Elindekilerle birlikte…

Kendimi 26 yaşındaki Recai sandım o gece.

Tabii ki malum sonuç…

5 gün Lyiv Devlet Hastanesi’nin 24 no’lu odasında ağırlandım(!)

Hemşire Alina ile Exaterina’nın her tansiyonumu ölçmeye geldiğinde kıs kıs gülmesi karşısında öyle utanır oldum ki…

Güya üç gün içinde dönecektim İzmir’e…

10 gün sonra ayrılabildim güzeller güzeli Lyiv’den.

***

İlişkilerimde ve yazmaya başladığımda hep iki kişi geliyor gözümün önüne…

Montaigne ve Lyiv’deki Grusenka…

Siz siz olun hep kendiniz olun.

Yorumlar (0)
17
parçalı bulutlu
banner17
Günün Karikatürü Tümü
Günün Anketi Tümü
Bergama İl Olmalı mı?
Bergama İl Olmalı mı?
Puan Durumu
Takımlar O P
1. Galatasaray 30 81
2. Fenerbahçe 30 79
3. Trabzonspor 30 49
4. Beşiktaş 30 46
5. Kasımpasa 30 43
6. Başakşehir 30 42
7. Rizespor 30 42
8. Antalyaspor 30 41
9. A.Demirspor 30 39
10. Alanyaspor 30 39
11. Sivasspor 30 38
12. Samsunspor 30 36
13. Kayserispor 30 36
14. Ankaragücü 30 33
15. Hatayspor 30 33
16. Konyaspor 30 33
17. Gaziantep FK 30 31
18. Karagümrük 30 30
19. Pendikspor 30 29
20. İstanbulspor 30 13
Takımlar O P
1. Eyüpspor 27 64
2. Göztepe 27 56
3. Sakaryaspor 27 47
4. Ahlatçı Çorum FK 27 45
5. Kocaelispor 27 45
6. Bodrumspor 27 44
7. Boluspor 27 43
8. Bandırmaspor 27 41
9. Gençlerbirliği 27 40
10. Erzurumspor 27 37
11. Ümraniye 27 33
12. Keçiörengücü 27 32
13. Manisa FK 27 31
14. Şanlıurfaspor 27 27
15. Tuzlaspor 27 27
16. Adanaspor 27 27
17. Altay 27 15
18. Giresunspor 27 7
Takımlar O P
1. Arsenal 28 64
2. Liverpool 28 64
3. M.City 28 63
4. Aston Villa 29 56
5. Tottenham 28 53
6. M. United 28 47
7. West Ham United 29 44
8. Brighton 28 42
9. Wolves 28 41
10. Newcastle 28 40
11. Chelsea 27 39
12. Fulham 29 38
13. Bournemouth 28 35
14. Crystal Palace 28 29
15. Brentford 29 26
16. Everton 28 25
17. Luton Town 29 22
18. Nottingham Forest 29 21
19. Burnley 29 17
20. Sheffield United 28 14
Takımlar O P
1. Real Madrid 29 72
2. Barcelona 29 64
3. Girona 29 62
4. Athletic Bilbao 29 56
5. Atletico Madrid 29 55
6. Real Sociedad 29 46
7. Real Betis 29 42
8. Valencia 28 40
9. Villarreal 29 38
10. Getafe 29 38
11. Las Palmas 29 37
12. Osasuna 29 36
13. Deportivo Alaves 29 32
14. Mallorca 29 30
15. Rayo Vallecano 29 29
16. Sevilla 29 28
17. Celta Vigo 29 27
18. Cadiz 29 22
19. Granada 28 14
20. Almeria 29 13

Gelişmelerden Haberdar Olun

@