27.03.2020, 18:58

Ahlak ve Covıd-19

İnsanın doğuştan getirdiği ya da sonradan kazandığı birtakım tutum ve davranışların tümü olarak tarif ediliyor ahlak. Bir başka tanımı; kişide huy olarak bilinen nitelik, iyi ve güzel olan nitelikler... Buradan yola çıkarsak, ahlak kavramını bir toplumda genel olarak uyulması beklenilen kurallar ve yapılması gereken görevlerin tümü olarak ele alabiliriz. Bir toplumdaki iyi ya da kötü sayılan davranışlar manzumesi olarak da...

İmam Gazali’ye göre de "Ahlak, insan nefsinde yerleşen öyle bir melekedir ki fiiller, hiçbir fikrî zorlama olmaksızın/düşünüp taşınmadan bu meleke sayesinde kolaylıkla ve rahatlıkla ortaya çıkar."

Ahlak sadece iyi huylar ve kabiliyetler anlamına gelmez. İyi ve kötü huyların hepsine birden denir. Ahlaksız insan yoktur. İyi ve kötü ahlaklı insan vardır. İnsanın huylarının ve özelliklerinin bütünüdür. Kısacası ahlak, bir topluluk içinde yaşayan insanların davranışlarını ve birbirleriyle olan ilişkilerini düzenlemek amacıyla oluşturulmuş eylem kuralları, normlar silsilesi ve değer sistemi şeklinde özetlenebilir.

****

Bizdeki bazı ahlak kurallarına gelince…

İnsanlara karşı hoşgörülü ve iyimser davranmak.

İnsanlara yardımcı olmaya çalışmak. Onlara yol göstermek.

Toplum içinde özenli kıyafetler giyinmek, temiz olmak.

Verilen sözleri tutmak.

İnsanlara karşı kötü sözler söylememek.

Özür dilemeyi bilmek.

İnsanlara yukarıdan bakmamak, alçakgönüllü olmak, insanları küçümsememek.

Küçüklere sevgiyle, büyüklere saygıyla yaklaşmak.

Emanete sahip çıkmak.

Nezaket kurallarına uymak.

Bağırarak konuşmamak, insanlara şiddet uygulamamak.

Otobüs, tren ya da herhangi bir kuyrukta beklerken sırayı bozmamak. Öne geçmeye çalışmamak.

Dini ibadetlere saygılı davranmak.

Başkalarına ait eşyaları izinsiz kullanmamak.

Toplu taşıma araçlarında büyüklere/hamile ve gazilere yer vermek.

Hiç şüphe yok ki şu an aklımıza gelmeyen/anımsayamadığımız başka ahlak kuralları da vardır.

‘Bizdeki’ dedim ama bu kurallar aslında evrensel ahlak kuralları... Bunların içinde iki madde var ki, kişilik ve erdem sahibi olmanın kriteri gibi kabul edilebilir: Emanete sahip çıkma, verilen sözleri tutma…

****

3 Mart 1924’ün önemini bilmeyen yoktur.

Atatürk devrimlerini derinleştiren bir kutlu gündür 3 Mart 1924.

O gün halifelik kaldırılmıştır. Erkan-ı Harbiye Vekaleti, Şeriye ve Evkaf Vekaleti kaldırılarak modern hukukun önü açılmış, Tevhid-i Tedrisat Yasası (eğitimde birlik) kabul edilmiştir.Tüm okullar Milli Eğitim Bakanlığına bağlanmıştır. Azınlık okulları da kapatılmıştır.

Laik ve çağdaş Türkiye için bir milattır 3 Mart 1924. Din devleti sisteminin yıkılışıdır. Laikliğe giden yolun aralanmasıdır.

Soruyorum şimdi: ‘Tevhid-i Tedrisat’tan geriye ne kaldı bugün? Emanete böyle mi sahip çıkılır?

Anayasa’nın  ilk üç maddesi, dördüncü madde ile koruma altına alınmış/kesin bir şekilde değiştirilmemesinin altı çizilmiş iken bugünkü siyasal iktidar; kendisine emanet edilmiş olan Anayasa’yı çiğnemiş, meclise vekil olarak girerken edilen yemine de ihanet ederek ikiyüzlülük örneği sergilemiştir. Suç işlemiştir.

Verilen sözleri tutmak, emanete hıyanet etmemek birer ahlak kuralı değil miydi?

****

Deprem, sel baskını, trafik kazası, yangın, salgın hastalık, seçim gibi konularda insanların birbirlerine karşı olan davranışları ne yazık ki saydığımız bu ahlak kurallarını altüst ediyor.

Son günlerde dünyanın dört bir köşesinde koronavirüs faciası yaşanıyor. Salgının ilk ortaya çıktığı yer Çin’in Wuhan kenti ama ucuz işgücü nedeniyle Çin’den getirilen binlerce işçinin çalıştığı İtalya en çok zarar gören ülke durumunda. İtalya kan ağlıyor.

Emek sömürüsünün yaşanmadığı Küba’da ise böyle bir salgın yaşanmıyor.

Dünya tıp çevreleri soruna çare bulmaya çalışırken Türkiye de kendince önlemler alarak sorunun üstesinden gelmeye çalışıyor.

Bu konuda, Almanya’da yaşayan gazeteci-yazar Can Dündar’ın sosyal medyada çıkan bir yazısı okunmaya değer:

"Salgının ilk çıktığı günlerde Almanya Şansölyesi Angela Merkel, kısa aralıklarla halkının karşısına çıkıp birkaç kez hükümetinin yaptıklarını ve halka düşen görevlerin neler olduğunu tane tane anlattı. Durumun ciddiyetini son konuşmasında bir kez daha anımsatıp halkı birlik içinde dayanışmaya çağırdı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan ise bir hafta kayboldu ortadan. Her gün ekranda karşımıza çıkan lider, en zor zamanda sırra kadem bastı. Toplumda ‘Herhalde ciddi bir kriz var, bizden saklıyorlar.’ paniğine yol açtı. O bir haftada umreden dönecekler için önlem almamak/üst düzey yöneticilerin çocuklarını karantinadan kaçırmak/halktan bilgi gizlemek/gerçekleri söyleyen doktorlara soruşturma açmak gibi kötü yönetim örnekleri sergilendi. Sağlık Bakanı, krizi çözmeye çalışsa da ideolojik nedenlerle toplu cuma namazlarını yasaklamaya veya umreden dönenleri karantinaya almaya gücü yetmedi ve buradaki gecikme, vaka sayısındaki hızlı artışı hazırladı. Erdoğan da kaygı içinde basın toplantısını bekleyenlere herhangi bir sağlık önlemi açıklamadı; yaşlılara kolonya dağıtılacağını söyledi. Sermayeye destek verirken halka sabır ve dua tavsiye etti.

Merkel, ‘Bilimsel akla göre hareket ediyoruz,’ deyip aşı ve ilaç araştırmasına fon aktarırken Erdoğan, ‘Takdir Allah’ın’ dedi. Konuşmasında bilim yoktu. Sadece, ‘21. Asır Türkiye’nin asrı olacak,’ diyen bir hamaset vardı."

****

Bu arada öğreniyoruz ki daha ilk günlerde Cumhurbaşkanı’na Bilim Kurulu kurulması öneriliyor ama kabul etmiyor. Hatta umreye gidişe de izin verilmemeli denmiş, onu da kabul etmemiş. Umre dönüşü karantina önerilmiş, bunu da reddetmiş.

Ya maçların ertelenmemesi?

Sporcular virüsü kapınca mı uyanmak gerek?

Salgın nedeniyle alınacak önlemlerin konuşulacağı bir toplantıya ülkenin yarısından çoğunu temsil eden muhalefet patilerinin temsilcilerinin davet edilmemesi doğru mu?

Türk Tabibleri Birliğinin davet edilmemesi cehalet değil mi?

Bunun adı ayrımcılık değil mi?

Cumhurbaşkanı ve yakın çevresinin hangi hesaplar içinde olduğunu anlamak zor.

****

Koronavirüsle birlikte herkes kolonya ve dezenfektan için mağazalara koşar olunca gene bildik Türkiye klasikleri yaşanır oldu ülkemizde. Alışık olduğumuz  manzaralar…

Bir anda kolonyalar, ateşölçerler ve maskeler tükeniverdi. Ardından da zamlanıverdi. Merdiven altı üretim artarken İstanbul’da 1 milyon sahte maske ele geçirildi.

İçişleri Bakanı, maske stoklayanların fabrikalarının kapatılabileceğini söylemek zorunda kaldı.

Mağazalardaki reyonlar boşalıverdi birden. Evlerine koli koli makarna ve bakliyat taşıyanlar görüldü.

Bir hastanede hasta yakınlarının hekimler için hazır bulunan maske ve dezenfektan malzemelerini çaldıklarını öğrendik.

Bu arada devlet tarafından uyarılır olduk: "Sağlık Bakanlığından geldiklerini söyleyen ve evinizi dezenfekte edeceğiz diyen soygunculara inanmayın!"

Utandırıcıydı yaşananlar.

Bu arada her konuda fetva vermeye meraklı Diyanet İşleri Başkanı ve malum mollalar; stokçuluğun, karaborsacılığın ve sahtekârlığın ayıp ve günah olduğuna dair tek söz etmediler.

Can tatlı. Telaş ve heyecandan unutmuş olmalıydılar.

****

13 Mart 1992’de 53 kişinin öldüğü Erzincan depreminde yaşanmıştı buna benzer görüntüler. Basında yer alan haberlere göre Erzincan dışından gelen yağmacılar enkaz altındaki bir kadının bileziklerini almak için kolunu kesmişlerdi.

Muş/Varto depreminde de depremzedeler için gönderilen çadırlar çalınmıştı.

Son Elazığ depreminde de yıkılan evleri nedeniyle açıkta kalan Elazığlılara kiralık evler astronomik bir fiyatla görücüye çıkarılmıştı. Depremden zarar görenler, sanki akrep ya da engerek soyundanmış gibi…

Can derdiyle uğraşan insanlara zarar veren farklı bir insan türüyle yaşıyoruz maalesef.

Sokakta ölmeyegör… Elinden tutup hastaneye götürecek iyi insanlardan önce saatini/cep telefonunu yürütmeye kalkanlar alıyor ilk sırayı.

Gece yarısı evine dönmekte olan bir kadın olmayagör. Refakat etmek isteyenden ziyade tecavüze yeltenenler oluyor.

Hangi hemşire, hangi işçi kadın mesaisi bittiğinde gecenin on birinde evine güven içinde gidebilmekte?

Tecavüze uğrayan kadın için "O saatte ne işi varmış sokakta?" diyen polis de var, konu komşu ve akraba da…

Güvensiz ortamı eleştirmek/buna çözüm bulmak yerine sokağa neden çıktın demenin ayıbıyla yaşıyoruz yıllardır.

****

Aynı topraklarda yaşıyoruz. Karşımızdakiler bizden birileri… Dili ve dini bize yabancı olmayanlar…

Depremde, sel baskınında ve salgın bir hastalıkta hemen farklı hüviyete dönüşüveren  insanlar…

Metamorfozu bu denli hızlı yaşayanlar, başka bir gezegenin insanları mı yoksa?

Asgari ücretle geçinmeye çalışan, işsiz ve yoksulların sayısı, suda balık kadar çokken 9 kurumdan maaş alan bürokratların haberleri gazetelerde yer alıyor. Hepimiz görüyoruz.

Bir örnek verelim isterseniz. AKP’li Ordu Belediye Başkanı Hilmi Güler emekli milletvekili olarak  13.410 lira maaş alıyor. Belediye Başkanı olarak 13.214 lira. Orbel üyeliğinden 10 bin, Turkcell Yönetim Kurulu üyeliğinden 130 bin, Superonline yönetiminden de 60 bin lira olmak üzere toplam  227.614 lira.

Bu sadece biri…

"Komşusu aç iken tok yatan benden değil" diyen Hazreti Muhammed, bunları görse ne düşünür dersiniz?

Belediye, borç batağında yüzüyorken son model Audi ya da Mercedes makam aracı alan başkanları görüyoruz. Hem de oldukça mutaassıp başkanları…

Kendisi rektör. Üniversiteye aldığı akademisyenlerin beşi ya da altısı kendisinin soyadını taşıyor. Belli ki rektörün yakın akrabaları…

Memlekette Oxford’u, Bilkent’i, ODTÜ’yü, Boğaziçi’ni bitiren onca ekonomist varken devletin maliye bakanlığı koltuğuna oturan kişi, Cumhurbaşkanının damadı.

Devletin hazinesi, belli ki damattan başkasına teslim edilmek istenmiyor.

Devleti babasının çiftliği sanıyorlar.

Damat bulunmaz Hint kumaşı sanki...

Önce ‘hediye’ denildi. Sonradan anlaşıldı ki ‘uçan saray’ hediye falan değil, Katar Emiri’nin Cumhurbaşkanımıza sattığı pahalı bir uçak… Başlangıçta ‘hediye’ denilmesinin anlamı ne öyleyse? İnsan kandırmak değil mi bu? Yalan söylemek ayıp değil mi?

Pazara giden her kişi tanık oluyor. Taze fasulye, bamya ya da kiraz… Tezgâhta taptaze, pırıl pırıl… Mutfakta ayıklarken  ise çürüğü-bayatı karşımızda… Bunları bize satanlar Kamçatkalı, Papua Yeni Gineli Katolikler mi? Şintoistlerin ya da Budistlerin bir tezgâhı mı bu yoksa?

****

İsveç’te (Malmö’de) bir pazar yerini ziyaret etmiştim. Duruşundan, kılık kıyafetinden bizden biri olduğuna kanaat getirdiğim esmer adamdan bir kilo muz istedim. Türk olduğumu anlayınca kaynaşıverdik hemen. Tezgâhın önündeki de arkada kalanlar da aynı büyüklükte ve aynı renkteydi.

Bir şeyleri merak ettim ve sordum. Verdiği yanıtı hiç unutmuyorum: "Öyle bir şey yaparsan elindeki tezgâhtan olursun abi."

Yeğenimle Malmö şehir merkezinde dolaşıyoruz. Karşımdan sarışın bir kadın gelmekte. Lepiska saçlı, upuzun bir İsveç güzeli… "Sakın dikkatli bakayım deme amca!" diye uyardı Emrah. Nedenini öğrendim. Çok dikkatli bakar, rahatsız edersem, bayanın tek bir telefonu ile beş dakika sonra polisle karşı karşıya gelir, nezarete davet edilirmişim. Devlet, kadınını böyle koruyor İsveç’te. Bırakın, dövmeyi/tecavüzü, tacizkâr bir bakış bile yasak.

İsveçli kadınlar,Türkiye’de yılda 23 bin 700 kız çocuğunun anne olduğunu duysalar, ayda ortalama 50 çocuğa cinsel istismarda bulunulduğunu öğrenseler, son 10 ayda 302 kadının öldürüldüğünü bilseler bizim için ne düşünürler dersiniz? Toplum olarak, gâvur bildiklerimizin ahlak anlayışlarını eleştirmeye hakkımız var mı sizce?

Koronavirüs fırsatçılığı ve soygunculuğu örnekleri çoğaldıkça fırsatçılar için, "Bunlar hiç mi din kültürü ve ahlak bilgisi dersi okumadılar acaba?" diye düşünmeye başladım.

Okumamış olmaları düşünülemez. Çünkü din dersleri yıllardır zorunlu…

"Bu ders hiç mi yararlı olmuyor bu hırsız-uğursuz-soyguncu takımına?" diye mırıldanıyorum kendi kendime.

Koronavirüs nedeniyle cemaatini korumaya çalışan Kuveytli müezzin, kısa bir süre önce "Haydi namaza" değil de "Haydi evde namaza" demişti biliyorsunuz. Diyanet, bundan bir ders almış olacak ki Kuveyt ve İran’dan sonra bizde de  camilerdeki toplu ibadet yasaklandı. Düşünüyorum da ürperiyorum, camilerin ibadete kapatılması ya CHP İktidarında olsaydı?

Urfa’da, polisin uyarısına ve bilgilendirmesine karşın bir vatandaş "Kur’anda yazıyor mu bu?" diyerek öfkesinden caminin kapısını tekmeledi.

Evet, tekmeledi. Cami kapısını ya bir bir Alevi, CHP’li ya da HDP’li tekmeleseydi?

Düşünmek bile istemiyorum.

İstanbul’da bir kadını şiddet koridorundan geçiren Polis görüntüleri belleğimizden henüz silinmemişken Urfa’daki polisin  cami kapısını tekmeleyen vatandaşa çok uygar bir davranış sergilemesi olağanüstü etkileyiciydi doğrusu.

Halkın sağlığı ve ülke söz konusu olunca demek ki ibadethaneler kapatılabiliyormuş.

Müminler, siyasal İslamcılar ve tarikatçılar bunu öğrenmiş oldu koronavirüsle.

Gel gör ki devletin tüm uyarılarına ve bilgilendirmelerine karşın, fanatizm son bulmadı.

Kamuoyunda Cübbeli Ahmet Hoca olarak bilinen  Ahmet Mahmut Ünlü, koronavirüse karşı 132 kez ‘bulaşıcı mikroplardan korunma  duası‘nın okunması gerektiğini savundu. Bir sözü var ki çok ilginç. Şöyle diyor Hoca: "Benim adıma muska uydurup satanlar var. Onlara virüs bulaşsın diye beddua ediyorum. Bu duaları satanlara hakkım haram olsun."

Devletin sağlık bakanlığı varken hacının hocanın dua tavsiyelerine milli eğitim ya da kültür bakanlığının neden ses çıkarmaması da ayrı bir sorun… Tarikatların egemenliği, milyonlarca  cahil bıraktırılmış insanların varlığı ve olası tepkiler, yöneticileri frenliyor olsa gerek…

Ne de olsa bulutsuz havada yağmur duasına çıkıp yağmurun yağacağını düşünen milyonlarca  aydınlanmamışımız var. Onları incitmemek gerek(!)

19 Nisan 1994’te, İstanbul Şehremini olarak "Kuraklıktan kurtulmak için toplu yağmur duasına çıkar, problemi çözeriz," diyen kişi, bugünün Cumhurbaşkanı değil mi?

Bilgisayar Çağı’nda yağmurun duayla yağacağını düşünen bir Başkan…

Sormak gerek, tarikat önderlerini ziyaret eden ve yıllar önce şeriatçı Gulbeddin Hikmetyar’ın dizinin dibinde oturan Sayın Cumhurbaşkanı’na ya da özel hastaneler kurucusu Doktor Sağlık Bakanı’na: "Siz önlem olarak dua mı ediyorsunuz yoksa doktora mı gidiyorsunuz?"

Televizyonlarda haber sonrası hava durumunu mu hiç mi izlemez bu sayın baylar?

Daha da kolayı var, akıllı telefonlar da biliyor yağmurun ne zaman yağacağını. Bakıverseler yeter!

Kendileri için değilse bile, eşlerini, çocuklarını, torunlarını doktora götürmeyip de dua ederek virüsün hakkından geldiklerini söyleyebilir mi bu kişiler? Bunu öğrenmek zor da değil aslında.

AKP’li milletvekillerinin bir yıl içindeki sağlık harcamalarını TBMM Başkanı’na sorarak pekâlâ yanıt alınabilir. Adınız gibi emin olun ki karşınıza astronomik bir fatura çıkacaktır. Muska yazanların, üfürükçülerin, fetvacıların oylarını alan AKP’liler hasta olduklarında ne hocaya ne de kutsal kitaba başvurmaktalar. İşinin ehli olan profesörlere gidip muayene olduklarına bahse girerim.

****

Cumhurbaşkanı, halkı bilgilendirmek için oturduğu Saray’da değil de Çankaya Köşkü’nde toplantı yaptı. Virüs, Saray’a bulaşmasın diye belli ki…

Bu arada komiklikler de yaşanmadı değil…

Sivas’ta yaşlı kişiler parklarda güneşleniyor ya… Koca bir kamyon gelip parkta ne kadar bank varsa söküp götürdü. Karadenizli fıkrası gibi… Sözün geçmediği yerlerde demek ki önlemler böyle alınıyormuş…

Bertolt Brecht demiş ya… "Bir toplumun sorunları ne kadar çok büyürse mizah da o kadar çok  gelişir."

Sağ olsun Sivaslı amcalar. Onca sıkıntının içinde güldürdüler bizi.

Koronavirüsün acıttığı kişiler de yaşlılar oldu gene. İzmir’de 65 yaş kartları iptal edildi. Başka türlü zor kaldırırlardı bu kazanılmış hakkı.

****

Kimin poposunu görmek istersiniz anketine 47 bin kişinin oy kullandığı bir Türkiye olup gittik.

Magazin, akşam sabah futbol karşılaşmaları ve televizyon dizileriyle uyutulur/ uyuşturulur olmamızdan birileri öyle güzel yararlanıyor ki…

Suudi Kralı öldüğünde yas tutan, 34 Türk askeri şehit düştüğünde yas tutmak bir yana, futbol karşılaşmalarının tam gazla devam ettiği bir ülkede yaşayan sağduyu sahibi insanların buna neden itiraz etmedikleri bir ahlak sorunu değil mi?

2002’de sadece 1 hileli ürün imal edilmişken 2012’de bu sayının 43 olması neyin göstergesi sizce?

Hilekâr firma sayısının da Kasım 2019 itibariyle 173’ten 618’e fırlaması, 2002’den bu yana  işbaşındaki hükümetlerin izlediği ekonomi politikayı göstermez mi? Bu politikaların sorgulanmasını gerektirmez mi?

İnternet yoluyla dolandırıcılık yapan şebekelerin sayısı son 1 yılda 3’e katlandı.

Bal, pekmez, nar ekşisi ve peynirdeki hileleri duymayan/bilmeyen kalmadı. Yiyecek içecekle bu denli oynamak, ayıp/günah değil mi?

Koronavirüs salgını başgösterdiğinde ev kapılarının önüne bırakılan ayakkabıların çalındığını bir televizyon kanalının ana haberlerinde öğrendik.

Unutulmayan, ihmal edilmeyen bir şey varsa o da akaryakıta olan zamlar…

Sabah akşam benzine gelen zam, akaryakıt fiyatlarındaki indirim haberleri, indirme-bindirme harekâtı… Birileri aklımızla alay mı ediyor yoksa?

Karakteristik bir ticari politikamız da şu; satılan ürünlerin üstüne  yıllardır tam sayılar değil de  küsüratlı sayılar yazılır oldu. Ceket 80 lira değil de 79,99 lira. Havuç 4 lira değil de 3,99 lira. Bir de pazarlarda satılan ürünlerin üstünde kilosu değil de yarım kilosunun ne olduğu yazılır oldu. Karşıyaka pazarında tanık oldum. Yaşlı kadının biri mantar satan adamla tartışıp duruyordu. Etikette  ‘½ kg 7 lira’ yazan mantardan iki kilo alan teyze, satıcının 28 lira istemesine itiraz ediyordu. Bu tür etiketlendirme, espriden ziyade ticari ahlak yöntemi olarak kabul görmüş esnaf tarafından. Kandırmaya yönelik bir ahlakî tercih…

Yanılıyor muyum?

****

Salgın nedeniyle kapatılan okulların öğrencilerine 22 Mart’tan itibaren uzaktan eğitim verilmeye başlandı. Şu utanmazlığa bakın ki siz, bu eğitimin arasına Adnan Menderes’in idamını konu alan animasyonlar sokuşturulmuş. Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk "Yanlışlık olmuş" dese de çocuklar o sahneyi görmüş oldu. Bakan, başka neler mi dedi: "... Gözden kaçırdığımız görüntüleri ben de onaylamıyorum ve çocuklara uygun olmadığını düşünüyorum."

Bakan’ın bakanlığı tarikatlar yuvasına dönüştüğünden Bakan’ın bile haberi yok demek ki bu sokuşturmadan… Kin ve nefret yaratmaya yönelik bu duygu yüklü animasyonla AKP’nin kalıcılığı pekiştirilmeye çalışılıyor olsa gerek. Geleceğin AKP’lileri yetiştirilmeye çalışılıyor olmalı. Ziya Selçuk da bu senaryonun gölge adamlarından. Çirkin senaryoya göz yuman ‘eğitimli’ çağdaş akademisyen… "Onaylamıyorum," dediğine bakmayın siz.

Bu durumda istifa etmesi gerekmez miydi? Nitekim animasyon benzeri sokuşturmalar cezasız kaldıkça Bakan’ın bu konuda bilgisinin olmadığı tezi hiç de inandırıcı olmayacaktır. İstifa etmesi için illâ Şintoist/onurlu bir Japon bürokratı olması mı gerekir?

Belli ki eğitimde milliliğe değil, dinîliğe önem verdiği için bakan yapılmış. Oturduğu koltuk, ona belli ki karanlık/puslu projeleri hayata geçirmesi için verilmiş. O da bile bile kabul etmiş bunu. Reşit Galip’e, Mustafa Necati’ye, Hasan Âli Yücel’e ne benzediği var ne de benzeyeceği… Türkiye’nin gün geçtikçe karartılmasına seyirci kalmaya kararlı bir patron o!

****

24 Mart’ta şöyle bir haber vardı televizyonlarda: "Cumhurbaşkanı kararı ile sağlık çalışanları toplu taşıma hizmetlerinden ücretsiz yararlanabilecek."

Bakanlar Kurulu kararıyla değil, Sağlık Bakanlığı kararıyla değil de Cumhurbaşkanı kararı ile… Üstelik Cumhurbaşkanlığı da değil, Cumhurbaşkanı!

Kabilenin başkanı lütfetmiş gibi… Ağa acıyıp sağlıkçılara el vermiş gibi… Pes yani…

Tek Adam yönetimi, işte böyle bir şey…

Einstein’ın şu sözlerine kulak vermenin zamanı: "Dünya ona zarar verenler yüzünden değil, buna hiçbir şey yapmadan bakanlar yüzünden tehlikeli bir yer."

Cumhurbaşkanı da yakın çevresi de bunu iyi biliyor. Bu nedenle korku salıyorlar hep. Korkutulan toplumun sesini çıkaramayacağından eminler zira…

Aziz Nesin, Sabahattin Ali,Turan Dursun, İlhan Arsel, Uğur Mumcu gibi korkusuzlara öfkeleri bundandı. Barış Terkoğlu, Barış Pehlivan, Murat Ağırel, Aydın Keser ve Ferhat Çelik gibi gazetecilerin içeride yatması bundan. Beraatinden sonra başka bir bahaneyle tutulan Osman Kavala’nın hâlâ içeride yatıyor olması bundan… Birileri öyle kinli ki Kavala’ya, sormayın… Neden içeride olduğu bilinmeyenler de cabası! Can Dündar’ın Almanya’da yaşamak zorunda kalması bundan. Sahi… Selahattin Demirtaş, işlediği hangi suç nedeniyle içeride yatıyor?

Hırsızlık, yolsuzluk, taciz/ tecavüz,cinayet???

Son günlerde de Enver Aysever ile Can Ataklı…

Onlar hangi suçu işlemişler de sağda solda teşhir edilmeye çalışılmakta?

Yalan mı yazmışlar hırsızlık mı yapmışlar… Bir bilsek…

****

Tek Adam yönetimi, hangi hesapların içindeyse 24 Mart’ta gündeme aldığı ceza infaz düzenlemesine ilişkin hazırladığı taslak ile uyuşturucu ve cinsel istismar suçlularını af kapsamına almak istedi. Toplumu zehirlemeye çalışanları ve ahlaksızları affetme derdindeler… Büyük bir olasılıkla çok tepki görecek CHP ile İYİ Parti’den… O vakit de hiç kuşkunuz olmasın ağız birliği etmişçesine "Bizimkisi zaten taslaktı," diyecekler. Kâhin olmaya gerek var mı bu konuda?

Nitekim, AK Parti Grup Başkanı Naci Bostancı şöyle bir açıklamada bulundu: "Bunun afla alakası yok. İnsanlar işledikleri suçların cezasını çekeceklerdir. Buradaki amaç; hakkaniyet, adalet, rehabilitasyon, topluma kazandırmak."

Breh breh!

Bu nasıl bir muhafazakârlıktır ki, çoluğa çocuğa savunmasız kadınlara tecavüz eden ahlaksızlara af istenebilmektedir?

8 Mart’ta yürüyüş yapan feminist kadınlardan birinin polisin şiddet koridorundan geçirilmesi hangi ahlakın ürünü, düşünmek gerekmez mi sizce? Polislerin kendilerinden daha zayıf bir kadına böylesine eziyet etmesi hangi vicdanın eseridir?

Polis deyince…

Her şey zıddıyla var ya… Covid-19 nedeniyle evinden dışarı çıkamayan Sivaslı 68 yaşındaki Ethem Koçak, 112 Acil İhbar Hattı’na telefon açıp bir koli maden suyu istiyor. İki polis, anında bir koli maden suyuyla Ethem Koçak’ın kapısını çalıyor. Ne güzel!

Faşizmin doğum yeri olan İtalya’da bir günde ölenlerin sayısı neredeyse 1000  iken, 146 milyonluk Rusya’da 23 Mart 2020 verilerine göre bırakın ölüm sayısını vaka sayısı bile sadece 438.

Devlet Başkanı Putin, "Her şey vatandaşımızın sağlığı için" diyerek 24 Mart’ta bir açıklamada bulundu: “28 Mart’tan itibaren ücretli izin!" Devlet adamlığı /liderlik böyle bir şey olsa gerek.

25 Mart’ta İtalya’daki vaka sayısı 70 bine yaklaşmış, ölen vatandaş sayısı da 6820 olmuştu. Aynı günün akşamı bizdeki ölü sayısı 59, vaka sayısı ise 2433 olarak açıklanıyordu

Dünyanın en meşhur markalarının bulunduğu İtalya, salgından kırılıyordu. Çin’den getirilen milyonlarca ucuz işgücü neden olmuştu buna. Kapitalizmin ahlakî tercihinden…

Rusya’nın bunu yaşamaması, halk sağlığına verdiği önemden… Çünkü, eğitim ve halk sağlığı Rusya’nın olmazsa olmazı! Herhangi bir salgın tehlikesine karşı bizimkiler gibi hamaset yapmıyorlar. Hemen halkı bilgilendiriyorlar, aldıkları/alacakları önlemleri açıklıyorlar.

Uyuşturucu kullanan, alıp satan, çoluğa çocuğa tecavüzden yatan ahlaksızları koruyup kollamak yerine halkını rahat ettirecek önlemleri alıp/onları korumanın peşinde Rusya.

Dünyanın herhalde hiçbir ülkesinde bir salgın karşısında “Bize bir şey olmaz,” diyen canlı türü yaşamıyordur. Salgına karşın, kitlesel asker uğurlamalarının yapıldığı bir başka ülke var mıdır acaba şu yeryüzünde, sorarım. Milliyetçilerimiz ya salgına bağışıklı ya da mikrobun Türk olana bulaşmayacağından eminler. Yoksa… Her biri kendini Süperman, Joe Frazier, Muhammed Ali, Bruce Lee veyahut HeMan mi sanıyor?

Dünyamız Ebola, Sars, Mers virüslerinden çok çekti. Çok kayıplar verdi. Madrabazlardan daha çok çekiyor bence. Bunu öğrenmek için Rus  mu olmak gerek yoksa daha çok felaket yaşamak mı, anlamakta zorlanıyorum.

"Namaz kılan insanlar kötülük yapmaz, hak yemez.", "Müslümandan terörist çıkmaz.", "Bize bir şey olmaz." gibi  söylemler, Ortadoğu, Yakındoğu ve Güney Batı  Asya topraklarında oldukça yaygın. Hırsızlık, yolsuzluk, sahtekârlık, kayırma, cinayet, taciz/tecavüz, köşe dönmecilik ona keza… Özellikle de yaşadığımız coğrafyada. Doğal âfetlerde ve salgın hastalık karşısında birbirine zarar veren/felaketi ranta çevirmeye  çalışan karaborsacı/stokçu canlı türü bizde. Ayıp değil mi?

****

Tek bir salgın vakasının yaşanmadığı ülke Küba.

 25- 30 Dolar maaşlı  Kübalı doktorlar, anında İtalya’ya gidip sağlık hizmetleri vermeye başladılar. Hiçbir karşılık beklemeksizin. Buna karşın diyorlar ki; "Hepimiz korkuyoruz ama yapmamız gereken devrimci bir görev var. Biz süper kahraman değil, devrimci doktorlarız. Yaşasın Sosyalizm! Yaşamak için Sosyalizm!"

Cumhurbaşkanı ve Diyanet İşleri Başkanı, Kübalı doktorlardan ders almalı. Bir de İtalyan rahipten…  

Mart ayının ortalarında bir İtalyan rahip, insanlığa ders vererek terk etti dünyamızı. İtalya’nın kuzeyindeki Bergamo kentinde yaşayan 72 yaşındaki Rahip Giuseppe Berardelli, kilise vakfının kendisi için satın aldığı solunum destek aygıtının kendisinden daha genç ve tanımadığı bir hastaya verilmesini isteyerek bir bakıma hayatını sonlandırdı.

Koronavirüs, insanımıza ayna tuttu. Bir kez daha benliğimizle yüz yüze getirdi bizi. Acıtsa da…

Sağlık çalışanlarına destek olmak için her akşam balkon ışıklarının yakılması ve alkış sesleri, geçmişteki bazı olayları anımsatır ve hükümet çevrelerini kızdırır sanısıyla olsa gerek, yandaş gazetecilerden birini harekete geçirdi. Alkışlı destek verenlere Twitter hesabından ‘Pislikler’ diyebildi. Kimbilir hesabı neydi?

O ne! Cumhurbaşkanı da balkonundan alkış desteğinde bulunmaz mı! Yandaş kalem anında kendisine yakışanı yaptı, Twitter hesabını kapatıverdi.

Ülke, tek adam tarafından yönetilir olunca ona yalakalık yapmak isteyenlere acı bir örnek bu. Utandırıcı, insanı rezil eden bir örnek…

Salgınlar, felaketler böyle acı dersler veriyor işte.

Teşekkürler Covid-19!

****

Ahlak kuralları, insana doğru ve iyi olmayı öğretir.

Hâl böyleyken "Üzümünü ye bağını sorma", "Bal tutan parmağını yalar.", "Gemisini yürüten kaptan.", "Nokta kadar menfaate virgül kadar eğilirim.", "Gelene ağam gidene paşam.", "Kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez.", "Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın." gibi atasözleri de bize ait. Yakışıyor mu?

Atasözleri böyle olunca insan malzemesi de bakın nasıl oluyor. Canlı bir örnek…

İyi Parti’li seçmenlerin oylarıyla Antalya  milletvekili seçilen Tuba Vural Çokal, geçtiğimiz günlerde AKP’ye geçti. Rozetini de Sayın Cumhurbaşkanı taktı. Cumhurbaşkanı, böylesi tablolara aşina… Daha önce de AKP ve kendisi için akla hayale gelmeyen sert sözler sarfedip AKP’ye katılan milletvekillerine rozet takmıştı.

Sayın Çokal, "Ülkücüler dışlanıyor," diye istifa etti partisinden. Oysa daha önce İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener 2018’deki Afyon kampında istifa kararı aldığında Sayın Çokal ağlamış, genel başkanın aracının kaputuna kapanıp "Gitme!" demişti. Yani… Partisine bu denli bağlı bir milletvekiliydi.

Diyordu ki, "Kutsal meclisimizin tüm yetkileri tek bir kişiye teslim edildi. Kabine değil, kabile var."

Diyordu ki, "Tek adam rejiminin devreye girmesiyle ekonomi dibe vurdu. Pırıl pırıl çocuklar işsiz geziyor."

Diyordu ki, "1 dakikalık masrafı 12 bin lira. 1 yıllık masrafı ise 6 milyar 480 milyon lira olan ak sarayınız var."

Diyordu ki, "Partinin adı Adalet ve Kalkınma Partisi ama adalet ve hukuk her gün biraz daha zedeleniyor."

Şimdi bu kadın AKP Antalya Milletvekili olarak TBMM’de.

****

Mecliste yer alan her partiye girip çıkmış Kubilay adında bir milletvekilimiz vardı. Evinden çıkarken eşine "Ben partiye gidiyorum," dediğinde, eşinin "Hangisine?" diye sorduğu o malum milletvekili… Vantilatör değil jet motoruydu sanki mübarek adam. Geçmişte Deniz Baykal’ın emireri gibi görüntü veren bugünün AKP’li Ağrı Belediye Başkanı Savcı Sayan…

Has Partinin genel başkanıyken AKP’ye geçip bakan olan Numan Kurtulmuş…

Demokrat Parti’nin genel başkanıyken AKP’nin İçişleri Bakanı olan, Başkan’ın gözdesi Süleyman Soylu... Örnekler öyle çoğaldı ki, Üniversitelerarası Kurul’a öneresim geldi: Hukuk fakültelerinde, siyasal bilgiler fakültelerinde ya da siyaset bilimi okutan üniversitelerde ‘Dönekliğin İdeolojisi’ dersi okutulsun. Okutulsun ki doğru olanı bilelim, öğrenelim. Kökü bizde mi yoksa dışarda mı olduğu konusunda kuşkularım var çünkü. Okuyalım ve okutalım ki bu sayın siyasiler hakkında doğru dürüst bir teşhiste bulunabilelim.

Yarın, Sayın Çokal "kadından sorumlu bakanlığa" getirilir mi?

Öğrencilerine tacizde bulunan bir öğretmenin İstanbul’daki bir liseye atanmasını/ödüllendirilmesini uygun bulan bir siyasi ahlak, Sayın Çokal’ı da bakan yapar. Hiç kuşkunuz olmasın!

****

Seçmenler neden oy verdikleri milletvekilinin partisini değiştirmesine tepki göstermezler? Kendimizi sorgulamamız gerekmiyor mu? Süleyman Soylu, Numan Kurtulmuş, Tuba Vural Çokal’ın geçmişte söylediği sözler belleklerde  derin izler bırakmışken Recep Tayyip Erdoğan’ın bu kişileri baştacı edip bağrına basması, onlara AKP rozeti takması, hiç mi seçmenlerin dikkatini çekmez?

****

Yer altı, yer üstü zenginliklerimiz yok pahasına satıldı. Değerlerimiz aşındırıldı. Rüşvet, yolsuzluk, yalan, kayırma, kolay yollardan köşe dönme, dolandırıcılık, yalakalık, son yılların gözde erdem(!) kriteri oldu.

Bütün bunların üzerine tüy diken bir gelişme de 26 Mart 2020’de yaşandı. Dünyanın bütün ülkeleri koronavirüs belasıyla uğraşıp yaşam kavgası verirken bizim anlı şanlı yöneticilerimiz Kanal İstanbul’un rantıyla yatıp kalktıklarını gözler önüne serdiler. Onlara göre hava hoş olmalı ki Kanal İstanbul güzergâhında yer alan iki tarihi köprünün taşınması ihaleye çıkardılar ve para/yaşam denkleminin neresinde olduklarını bir güzel kanıtladılar.

****

Bütün bu olup bitenler karşısında ne kadar masumuz/ ne kadar suçsuzuz düşünmek gerekmez mi?

Eski ramazanlar deyip durma bana…

Eski terbiye kalmadı deyip durma bana…

Büyük küçük sevgisi kalmadı deyip durma bana…

Ahlak, namus, erdem deyip durma bana…

Gelmiş geçmiş en eşitlikçi, en adaletli virüs olarak adlandırılan koronavirüs için Hindistan’da sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Yasağı delenlere de polis ne yapıyor biliyor musunuz: Şınav çektirip "Ben bir halk düşmanıyım!" diye bağırtıyor.

Gelişmiş Rusya’nın devlet başkanı ile gelişmemiş Hindistan’ın polisi halkı için çabalarken Tek Adam İktidarının Diyanet’i virüs için çareyi duada buluyor.

82 milyonluk Türkiye, sağlıklı bir gelecek için şunu haykırmalı: "Diyanet’in bütçesi olduğu gibi sağlık hizmetlerine aktarılmalı."

Daha başka mı?

Geçmediğimiz köprüye, girmediğimiz tünele, uçmadığımız havalimanına sadece geçen yıl ödediğimiz para 19 milyar lira. Bu parayı bize daha 25 yıl ödetecek olan AKP İktidarının savurganlığına son verilmeli.

Daha doğrusu, bu ülke AKP’den kurtarılmalı.

Nedenine gelince…

Virüs ve bakteri aşısı üretimini yapabilecek olan tek adres, 1928’de kurulan Refik Saydam Hıfzısıhha Enstitüsü idi. Böyle bir görüş var daha doğrusu.

Soru şu: Bu enstitünün aşı üretim bölümü 2004’te AKP İktidarınca kaldırıldı.

Enstitü ise 2011’de kapatıldı.

"Ölenler yaşlıydı" şeklinde garip bir açıklaması olan özel hastaneci Doktor Sağlık Bakanı Fahrettin Koca ile Özel Maya Okullarının kuruculuğunu yapmış olan ve bakanlığına sahip çıkamayan Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk bu konuda ne yanıt verirler acaba?

Tabii ki öncelikli olarak Tek Adam yanıtlamalı bu sorunun yanıtını.

Biliyorum ki verecekleri sağlıklı bir yanıt olmayacak.

AKP’den kurtulmamız gerekiyor demem de bundan zaten…

****

27 Mart Dünya Tiyatro Günü.

Evlerimize çekilmiş, coronavirüsün dünya prömiyerini izliyor gibiyiz.

Dehşetle, korkuyla, panikle…

Nasıl panik olmayalım ki, gün geçtikçe ölüm ve vaka sayısı artmakta.

Dünya genelinde 24 bin 082 kişi hayatını kaybetmiş durumda. İtalya’da 8215, Çin’de 3291 kişi hayatını kaybetti.

İspanya’da bir günde 769 kişi hayatını kaybetti.

İzmir’deki vaka sayısı 3629 oldu. Ölü sayısı da 75. Sosyal medya, İzmir’de vaka sayısının çok olduğundan söz ediyor. Doğru mu yanlış mı ilerleyen saatlerde öğreneceğiz.

Evde oturmaktan canınız mı sıkılıyor?

Bir öneride bulunabilirim. Hans Fallada’nın "Herkes Tek Başına Ölür" kitabını okuyun.

Bir çıkış yolu bulabilirsiniz okuduktan sonra… Bu yazıyı yazmam da bundan zaten.

Yorumlar (1)
Aysel Korkut 4 yıl önce
Her sorunu ayrı ayrı ele almışsınız. Nehir makale olmuş. Çok iyi olmuş. Teşekkürler.
17
parçalı bulutlu
banner17
Günün Karikatürü Tümü
Günün Anketi Tümü
Bergama İl Olmalı mı?
Bergama İl Olmalı mı?
Puan Durumu
Takımlar O P
1. Galatasaray 32 87
2. Fenerbahçe 32 85
3. Trabzonspor 32 52
4. Beşiktaş 32 48
5. Rizespor 32 48
6. Başakşehir 32 46
7. Kasımpasa 32 46
8. Sivasspor 32 44
9. Antalyaspor 32 42
10. Alanyaspor 32 42
11. A.Demirspor 32 40
12. Samsunspor 32 38
13. Ankaragücü 32 37
14. Kayserispor 32 37
15. Konyaspor 32 36
16. Hatayspor 32 33
17. Gaziantep FK 32 31
18. Karagümrük 32 30
19. Pendikspor 32 30
20. İstanbulspor 32 16
Takımlar O P
1. Eyüpspor 30 68
2. Göztepe 30 60
3. Kocaelispor 30 52
4. Ahlatçı Çorum FK 30 52
5. Sakaryaspor 30 51
6. Bodrumspor 30 49
7. Boluspor 30 46
8. Bandırmaspor 30 46
9. Gençlerbirliği 30 44
10. Erzurumspor 30 41
11. Keçiörengücü 30 36
12. Şanlıurfaspor 30 34
13. Ümraniye 30 34
14. Manisa FK 30 33
15. Tuzlaspor 30 32
16. Adanaspor 30 32
17. Altay 30 15
18. Giresunspor 30 7
Takımlar O P
1. M.City 32 73
2. Arsenal 32 71
3. Liverpool 32 71
4. Aston Villa 33 63
5. Tottenham 32 60
6. Newcastle 32 50
7. M. United 32 50
8. West Ham United 33 48
9. Chelsea 31 47
10. Brighton 32 44
11. Wolves 32 43
12. Fulham 33 42
13. Bournemouth 32 42
14. Crystal Palace 32 33
15. Brentford 33 32
16. Everton 32 27
17. Nottingham Forest 33 26
18. Luton Town 33 25
19. Burnley 33 20
20. Sheffield United 32 16
Takımlar O P
1. Real Madrid 31 78
2. Barcelona 31 70
3. Girona 31 65
4. Atletico Madrid 31 61
5. Athletic Bilbao 31 57
6. Real Sociedad 31 50
7. Valencia 31 47
8. Real Betis 31 45
9. Villarreal 31 39
10. Getafe 31 39
11. Osasuna 31 39
12. Las Palmas 31 37
13. Sevilla 31 34
14. Deportivo Alaves 31 32
15. Mallorca 31 31
16. Rayo Vallecano 31 31
17. Celta Vigo 31 28
18. Cadiz 31 25
19. Granada 31 17
20. Almeria 31 14

Gelişmelerden Haberdar Olun

@