20.05.2020, 11:14

Neden?

Türk Edebiyatı’nda isim yapmış Nazım Hikmet, Sabahattin Ali ve Orhan Kemal’in çileli yaşamlarını bilmeyen yok.

1902, Selanik doğumlu Nazım Hikmet, Paşa torunu. Büyükbabası olan Nazım Paşa, bir Mevlevi şairi. Annesi Celile Hanım, ilk ressamlarımızdan.

"Yazılarım, otuz kırk dilde basılır/ Türkiye’mde Türkçemle yasak!" diyen Nazım’ın yaşamı şiirle, siyasetle ve hapishane günleriyle geçti.

Şair, yazar, öğretmen, çevirmen Sabahattin Ali, 1907’de Gümülcine’nin Eğridere köyünde doğdu. Babası subay… Balıkesir Muallim Mektebini bitirip öğretmen oldu. Dil eğitimi için 1928 yılında Almanya’ya gönderildi. 1930’da ülkeye döndüğünde Almanca öğretmenliği yaptı. Komünizm propagandası yaptığı iddiasıyla tutuklandı. Atatürk aleyhinde şiir yazdığı iddiasıyla hapis yattı.

Yazdıkları, söyledikleri ve yaptıklarıyla başına çok işler açan Sabahattin Ali, Bulgaristan sınırını geçmek isterken 2 Nisan 1941’de faili meçhul bir cinayete kurban gitti.

1914’de doğan Orhan Kemal Adanalı’ydı. Öykücü, romancı, futbolcu ve romancıydı. Asıl adı Mehmet Raşit Öğütçü olan ve Adanaspor’da Golcü Raşit olarak top oynayan Orhan Kemal de Nazım Hikmet, Sabahattin Ali gibi çok çileli bir yaşam sürdü. Yazdığı romanlar bugün sinema filmi ve tv. Dizisi oluyor.

****

Çok iyi anlaşan bir üçlüydü. Üçü de sosyalistti.

Üçü de çok okunan, yaşamlarıyla destanlaşmış kahramanlarımız…

Şiirleri şarkı olup dillerde dolaşan Nazım Hikmet’le Sabahattin Ali’nin şiirlerini/ şarkılarını bugün bilmeyen var mı?

Aldırma Gönül, denilince Sabahattin Ali’yi anımsamayan var mı?

****

1933’te yazdıklarını yayımlaması için verdiği Cemal Bey’le anlaşamaması yüzünden başına iş açılıyor Sabahattin Ali’nin. Cemal Bey, (Cemal Kutay) kendisine daha önceden verdiği şiirde tahrifat yaparak Sabahattin Ali’nin Atatürk’e hakaret ettiğini iddia edip hapse düşmesine neden oluyor.

Bu konuyu Sabahattin Ali’yle ilgili yazılan diğer kitaplarda görebilirsiniz.

Dikkatimi çeken bir konu… 1933 Türkiye’si için o günlerde "çürümüş" sıfatını kullanıyor S. Ali..

Oysa Cumhuriyet’in henüz 10. Yılı… Kendisi de 10. Yıl nedeniyle Sinop Cezaevi’nden afla salınıyor olmasına karşın, kullanıyor bu 'çürük' sıfatını.

Almanya’da bulunduğu sürede sosyalizmi, feylesofları öğrenmeye çalışmış ve sosyalist kültür sahibi olmuş Sabahattin Ali kullanıyorsa bu sıfatı, durup düşünmek gerekmez mi?

Ayşe Sıtkı’ya yazdığı bir mektupta, "… Yalnız şu kadar söyleyeyim ki dinin- her şeye karşın- ne kadar kuvvetli ve basit kafalarda yerleşmeye ne kadar elverişli bir şey olduğunu burada (cezaevi günleri) gayet iyi anladım. Din, bir kere girdiği kafalardan o kafalar yok olmadan çıkmayan/ hatta bir virüs gibi nesilden nesile intikal eden en dehşetli bir afet… Ve asıl dehşeti cazip taraflarının çok oluşunda… Muhakkak olan bir nokta daha… Kendisi kadar kuvvetli ve cazip bir şey vermedikçe dini ortadan kaldırmaya asla imkân yoktur." Böyle yazmış.1930’lu yıllarda…

O günlerin muktedirlerinin Sabahattin Ali’ye sahip çıkmaması böylesi düşüncelere sahip olmasından mıydı yoksa… Şiirinde Atatürk’e hakaret etmediği halde, Cemal Beyin tahrifat yaptığını söylemesine karşın neden anlayış gösterilmemiştir, neden dinlenmemiştir?

1940’lı yıllarda, Maarif Vekâletiyle olan ilişkileri günlerinde, "… Ben, hiçbir vakit insanlardan nefret eden kimse olmamıştım. İnsanlara olan hiddetim asla nefret derecesine çıkmamıştı. Yine insanlardan nefret etmem; yalnız buradakilerden iğreniyorum ve zaten bunların da insanlıkla pek alakaları yok. Hapishanede bile bu kadar yalnız kalmamıştım." diyor.

Onurlu gururlu insandır. "Şahsiyetimden yapabileceğim fedakârlığın sonlarına geldim. Bir mide için daha çok küçülmeyeceğimi tahmin ediyorum." derken belli ki acılar çekiyor.

Tam bir aşk adamıdır Sabahattin Ali. Aşksız, sevgilisiz, sevgisiz yılları yok gibidir. Nefret/ kötülük ve sevgisiz yaşam ona göre değildir.

"… Fakat benim tuhaf bir huyum vardır. Âşık olacak kimse bulamazsam, mazide dostluk yaptığım hatunlardan birini hayalimde canlandırır, onun bir zamanlar bana gösterdiği tatlılığı gözümün önüne getirir ve kendisine şiddetle abayı yakarım."

Her halükarda birini sevecek o. Fatma’yı, Ayşe’yi, Melahat’ı, Aliye’yi, hatta öğretmenini bile… Hatta öğrencisini bile…

İyi ki Ayşe Sıtkı, Avukat Vahap Bucak ile evlendiğinde Sabahattin Ali’nin kendisine yazdığı mektupları, yakın arkadaşı Talia Hanım’ın çatı katına saklamış da biz de öğrenmiş oluyoruz bilmediklerimizi…

Sevdiği Ayşe Sıtkı’nın kimliğini burada söylemek farz oluyor.

Lenin’in karısı olma gibi bir düşüncenin sahibi olan Ayşe Sıtkı’ya Erenköy Lisesi’nde 'Komünist Ayşe' derlermiş öğrencilik yıllarında. Kimbilir, Sabahattin Ali’de böyle bir özellik gördüğünden yakındı ona.

"Riyakâr bir toplum şeklinin mahsulleriyiz. Asırlarca tutsaklık içinde çürümüş bir neslin artıklarıyız." derken haksız mıydı S. Ali?

Yıllar öncesinde böyle düşünebilen bir aydının bugünleri yaşasaydı söyleyecekleri ne olurdu dersiniz? Silivri, dediğinizi duyar gibiyim.

Değirmen, Kağnı, Kuyucaklı Yusuf ve Ses adlı kitapları 1935 - 37 yıllarında yayımlanıyor ama Sabahattin Ali’nin ekonomik sorunları çözülmüyor.  O günlerin Cumhuriyetçi kadroları sahip çıkmıyor ona.

"Ben, dostlarım için yaşayan adamım." diyen ve öğretmenliği çok seven biri Sabahattin Ali.

"Ben, Eğitim Bakanlığının vereceği 25 lira maaşın sağlayacağı refahı başka bir yerden de temin edebilirim fakat bir aydının devlet kurumu haricinde faydalı olmasını Türkiye’de imkânsız gördüğüm için sizi birkaç keredir rahatsız ediyorum. Yani, Bakanlıkta iş isteyişimde bir ekmek parası düşüncesi değil, bir memleket düşüncesi söz konusudur. Hem, ben daha ziyade devlet mekanizması içinde çalışmak için yetiştirildim." diyor o günlerin milli eğitim bakanına.

Şu var ki o günlerde bir öğretmen, 'sakıncalı' da olsa milli eğitim bakanıyla görüşebiliyormuş demek ki. Derdini anlatabiliyormuş. Sakıncasına (!) karşın ataması da yapılabiliyormuş.

Ataması yapıl(a)mayan binlerce öğretmenin Türkiye’sinde yaşasaydı ne düşünürdü dersiniz?

Kaldı ki, o günlerin eğitim bakanlığı iflas halindeki bir bakanlık… Orta Öğretime bakan Hasan Ali Yücel de kendisine o günlerde en azından kefil olmuş bir bürokrat.

Şimdi hangi Sabahattin Ali benzeri bir öğretmen-yazara bir bürokrat sahip çıkmakta?

"Ben dünyaya kitap okumak, aklına esince yazı yazmak, akıllı arkadaşlarla fikir ve lakırdı tartışması yapmak için gelmişim. Bundan başka her iş eğreti geliyor." Diye konuşan (yazan) Sabahattin Ali, Nazım Hikmet’in ikide bir cezaevine girmesi nedeniyle de üzgün mü üzgün o günlerde.

"Peki, bu adamın ömrü hapislerde mi geçecek böyle? Nazım’ın yüzü o kadar dokundu ki, bayağı ağlamaklar geliyor içimden."

Yeşil Mürekkep’i okuyanlar bilir. Osman Balcı, bu kitapta onun yazdığı öyküler ve romanlar nedeniyle başının ne kadar çok ağrıdığını anlatır. O, hep yakın çevresindeki, hapishanedeki, sokaktaki insanları anlatır. Olayları iyi gözlemler ve yaşadıklarını bir çırpıda öyküleştiriverir.

"Ben çok kolay yazı yazarım. Evvela 5- 10 dakika düşünür, sonra sanki bir yerden kopya çekiyormuşum gibi süratle ve çok kere bir kelime bile çizmeden saatlerce yazarım." derken arada bir de "… Kendimin ne edepsiz ve salak olduğunu biliyorum." gibi tümceler de ona ait.

Kendisini her durumda eleştirebilen/ sorgulayan biri. Yüzleşmeyi bilen biri…

O yıllarda Anadolu’da öğretmenlik zor olsa gerek…

Ayşe Sıtkı da okulunu bitirip öğretmen olarak bir yerlere atanacaktır ya…

"Bu sene mezun olacağın muhakkak. İstanbul’da falan kal da biraz daha dünyanın tadını çıkar. Anadolu’ya öğretmen olarak gitmek bir nevi mezara girmektir. Hele sen çok sıkılacaksın." diye yazıyor aşkına.

Konuşmayı aşk derecesinde seven Sabahattin Ali’nin şu sözü hiç aklımdan çıkmaz hiç: "Ben bir yaprakla saatlerce konuşabilirim."

Onunla arkadaşlık yapmış olanlara gıpta etmemek ne mümkün… Kimbilir ne hikâyeler dinlemişlerdir ondan…

1.62 boyundaki bu konuşkan adamda şeytan tüyü olmalıydı ki dinleyeni çok olduğu gibi âşık oldukları kızlar da eksik olmuyordu yaşamından. Kendisi söylüyor, "Bendeki bu aşıklık 11 yaşımdan beri devem eder."

Henüz 16 yaşındadır ve Balıkesir’de okumaktadır. Kız Öğretmen Okulu hocalarından birine aşık olmuştur. Yolunu beklediği ve laf attığı hoca, kendisinden on yaş büyüktür.

Sonuç mu?

Sonraki yıllarda İstanbul’da Validebağ Korusunda birlikte dolaşan ikili, o bayan öğretmen ile Sabahattin Ali’dir.

İyi ki Ayşe Sıtkı’nın torunu Ayşe Papatya Bucak, izin vermiş de o mektuplar Flora Kitap tarafından 'Melankoli' adıyla kitaplaştırılmış 2019 Mayıs’ında…

Melankoli adına gelince…

Melankoli, Sabahattin Ali’nin bir şiiri ve bunu Melahat adındaki 15 yaşındaki öğrencisi için yazdığı söylenmekte.

Çapkın, muzır Sabahattin Ali’nin Ayşe Sıtkı ile mektuplaşması 1935’te son buluyor.

Ayşe Sıtkı diyor ki, "… Ancak ben kendimi ona o kadar yakın hissediyordum ki bu yakınlığı evlenerek bozmak istemedim."

1936 yılının yazında Sabahattin Ali’yi ziyaret ettiğini ve 1935’te evlendiği Aliye Hanımla ilişkisinin de çok güzel sürdüğünü söylüyordu Ayşe Hanım.. Bu, herhalde ikisinin son görüşmesiydi.

Goethe, Shakespeare için "İki yüz seneden beri seni okuyanlar arasında seni en çok anlayan benim. Çünkü bu müddet zarfında sana benden daha çok yaklaşan bulunmadı." demiş ya… (Sayfa 67)

Yazma heyecanımı/ aşkımı göz önüne getirdiğimde Goethe’yi anımsıyorum hep.

Tabii ki Sabahattin Ali’yi unutmadan…

"Dünyada irademi bütün şiddetiyle kullandığım bir tek saha vardır; yazı yazmak… Bu hususta benden daha tutkulu adam azdır. Nerede olursa olsun, ne zaman olursa olsun yazı yazabilirim. Ne soğuk ne sıcak, ne rahat ne sıkıntı, ne keder ne sevinç, ne sessizlik ne gürültü hiçbir şey benim yazı yazmama tesir etmez. Yazı yazarken tamamen yazdığım şeyle beraber yaşarım."

Bu yazıyı yazarken bilgisayarımın yanında özellikle bulundurdum Sabahattin Ali’nin kızıyla olan fotoğrafını.

Dünyaya sadece aşık olmak için geldiğini söyleyen o güzel adama ve muzipliği babasına benzeyen o şirin yüzlü kızı Filiz Ali'ye olan sevgim, çünkü bir başka…

Nazım Hikmet'e olan, Orhan Kemal'e olan aşkım gibi…

Gelelim demek istediğim malum konuya…

Üçü de Atatürk’ün döneminde, üçü de İsmet İnönü'nün Türkiye'sinde yaşıyorlar.

Beşi de dünyaya özgürlük/ bağımsızlık penceresinden bakıyorlar.

Üçünün çektiği acı neyin nesiydi ve NEDEN?

****

Durduk yerde 'Mekankoli'yi neden okuduğuma gelince…

20 yıl kadar öncesine dönmem gerek önce.

Manisa’da bir meyhanede Öcal Uluç ve Serkan Aksüyek ile yiyip içmekteyiz. Cumhuriyet gazetesini kastederek olumsuz bir şeyler söyledim. Babası CKMP kurucusu / Atatürkçü bir subay olan o babanın oğlu ne dedi biliyor musunuz?

"Recai, dur orada… Şunun şurasında iki üç kurum kalmış. Yapma böyle!" 

Diyen kim? Öcal Uluç…

İlerici/ demokrat olan ben’i bu konuda susturmaya çalışan kişi, CKMP’li bir babanın oğlu Öcal Uluç…

O baba ki, oğullarına / Hıncal ve Öcal’a / ortaokul yıllarında Dünya Klasiklerini okutmuş bir baba…

Ömrünü, Türkiye Cumhuriyeti için en büyük tehlikenin yobazlık olduğunu söyleyerek ve yazarak geçiren bir baba… Fuat Uluç…

O babanın, kendisine benzeyen oğlu Öcal Uluç’tu beni uyaran…

Doğruların dostu, bilimin dostu, izm’lerin dışında kalmış biri…

Yekta Güngör Özden, Veli Lök, Kemal Nehrozoğlu da aynı derecede hayran olduğum; sevdiğim 'abi' bildiklerimden… Bana güç veren insanlar…

Yaptıklarımıza sahip çıkan, bize destek olan insanlar…

Fahir Işıksız da onlardan biri. Hem İzmir'de hem Ayvalık'ta birlikte olduğumuz/ çok şeyleri paylaştığım bir abim/ dostum.

Pazar günü 'Çarşı izni'mde(!) onunla buluşuyoruz.

Kitaplarla ilgili dünyamızı paylaşıyoruz.

Bu kez, verdiği yedi sekiz kitabın yanında bir de 'Melankoli'de vardı.

Hemen okudum. Okuyup bir şey söylememek, ya da yazmamak Sabahattin Ali'ye çok ayıp olurdu.

Daha önce de okumuştum bu mektupları ama Flora Kitap daha bir başka düzenlemiş.

Okuduktan sonra da bir şeyler yazmamak ayıp olacaktı.

16 Mayıs’ta Samsun'a hareket eden vapurda İsmet İnönü'nün neden bulunmadığına da değinmek için bana fırsat çıktığından mıydı bildiğim yok…

Üç büyük yazarın Cumhuriyet’in ilk yıllarında neden bu kadar çok sıkıntı yaşadığını hazmedemeyişimden olsa gerekti.

Sahi…

Neden bu kadar çok acı çekti o adını andığımız o güzel insanlar?

Yorumlar (0)
17
parçalı bulutlu
banner17
Günün Karikatürü Tümü
Günün Anketi Tümü
Bergama İl Olmalı mı?
Bergama İl Olmalı mı?
Puan Durumu
Takımlar O P
1. Galatasaray 35 96
2. Fenerbahçe 35 90
3. Trabzonspor 35 58
4. Başakşehir 35 55
5. Beşiktaş 35 54
6. Alanyaspor 35 49
7. Kasımpasa 35 49
8. Rizespor 35 49
9. Sivasspor 35 48
10. Antalyaspor 35 45
11. A.Demirspor 35 44
12. Samsunspor 35 42
13. Kayserispor 35 41
14. Ankaragücü 35 39
15. Karagümrük 35 37
16. Konyaspor 35 37
17. Gaziantep FK 35 35
18. Hatayspor 35 34
19. Pendikspor 35 33
20. İstanbulspor 35 16
Takımlar O P
1. Eyüpspor 33 72
2. Göztepe 33 69
3. Sakaryaspor 33 57
4. Bodrumspor 33 56
5. Ahlatçı Çorum FK 33 56
6. Kocaelispor 33 55
7. Bandırmaspor 33 50
8. Boluspor 33 50
9. Gençlerbirliği 33 50
10. Erzurumspor 33 44
11. Manisa FK 33 40
12. Ümraniye 33 40
13. Keçiörengücü 33 39
14. Tuzlaspor 33 37
15. Adanaspor 33 36
16. Şanlıurfaspor 33 35
17. Altay 33 9
18. Giresunspor 33 7
Takımlar O P
1. Arsenal 36 83
2. M.City 35 82
3. Liverpool 36 78
4. Aston Villa 36 67
5. Tottenham 35 60
6. Newcastle 35 56
7. Chelsea 35 54
8. M. United 35 54
9. West Ham United 36 49
10. Bournemouth 36 48
11. Brighton 35 47
12. Wolves 36 46
13. Fulham 36 44
14. Crystal Palace 36 43
15. Everton 36 37
16. Brentford 36 36
17. Nottingham Forest 36 29
18. Luton Town 36 26
19. Burnley 36 24
20. Sheffield United 36 16
Takımlar O P
1. Real Madrid 34 87
2. Girona 34 74
3. Barcelona 34 73
4. Atletico Madrid 34 67
5. Athletic Bilbao 34 61
6. Real Sociedad 34 54
7. Real Betis 34 52
8. Valencia 34 47
9. Villarreal 34 45
10. Getafe 34 43
11. Deportivo Alaves 34 41
12. Sevilla 34 41
13. Osasuna 34 39
14. Las Palmas 34 37
15. Celta Vigo 34 34
16. Rayo Vallecano 34 34
17. Mallorca 34 32
18. Cadiz 34 26
19. Granada 34 21
20. Almeria 34 17

Gelişmelerden Haberdar Olun

@