13.03.2021, 17:43

Gönül Dağının Büyük Sanatçısı: Neşet Ertaş

2012’nin ilkbahar ayları olmalıydı.

Neşet Ertaş’ı, İzmir Karabağlar Yunus Emre Mahallesi’nde olan evinde dönemin belediye başkanı Sıtkı Kürüm’le ziyaret etmiştik. Hastaydı. Evde dinleniyordu.

Ziyarete giderken, sağlığının yanında Neşet Ertaş’a ait olan ve bir yerlerden okuduğum,  “…ertesi güne kadar kuşlar uçtu yüreğimde” cümlesi zihnimde uçuşuyordu.

Bu cümleyi, ilk türküsünün TRT’de “Yurttan Sesler” de çalınacağının kendisine söylenmesiyle etmişti.

Değme şairin yazamayacağı ne güzel bir imgeydi bu, Bedri Rahmi’nin “Ne zaman bir köy türküsü duysam/ şairliğimden utanırım” dediği cinsten.

Doğrusu dikkat etmemiştim o güne değin türkülerdeki söz’ün bu kadar anlamlı olduğunu, nerdeyse şiir tadında olduğuna.

Neşat Ertaş türkülerini sevdiğim de söylenemezdi, bunları daha çok Orta Anadolu havaları diyerek geçiştirirdim.

Bunda Ertaş’ın, benim gençlik yıllarıma denk gelen dönemin ruhuna uygun protest müzik yapmamış olmasının payını da aramak gerekebilir.

Sonra yıllar geçti, 2 binli yıllara geldik, dönemin ruhu değişti, sanatın kendi yasaları işledi ve Neşet Ertaş türküleri herkesin gönlünde taht kurunca bizler de bundan nasibimizi aldık.

Başka türlü izahı olmasa gerek.

‘Neden Ertaş türkülerinde protest öz yok?’ derseniz bence bu da ayrı bir inceleme konusudur.

Ertaş bir söyleşisinde, temeldeki derdin kendilerini  dışlayan, ötekileştiren tavra isyan etmek olmadığını söylüyor:  “…babadan, deden, öteden beri, ta Keremlerden, Mecnunlardan, en son Pir Sultan’a gel, bir aşk kanalıyız biz. …Aşksız çıkan havayı dinlemeyiz. İçimize sinmez. Söz bir laftır. Onu insanlara kabul ettiren havadır. O da aşk olursa içinde” [1] diyor ve bu duruma kendince bir açıklama getiriyor.

İşte bu karışık duygularla evin zilini çaldığımızda, hastalıktan biraz süzülmüş, üstünde çizgili pijaması, dudağının hemen üstünde ince siyah bıyıklarıyla bir eski zaman bilgesi açmıştı kapıyı bize.

Hoş beşten sonra ‘gönül’ sözcüğünün ‘g’ sini başka bir vurguyla söyleyen, sigara içmekten geri durmayan tam bir Orta Anadolu’lu insanıydı karşımızdaki.

Dünyanın bin bir halini bilen; pavyonda da şarkı söylemiş, büyük sahnelerde bu şarkılarını devam ettirmiş, ünlü sanatçılarla bir araya gelmiş, dünyayı gezmiş ama şehirden korkan, bu gidişatın dışında bir yerlerde olan biriydi, bir ‘Garip’ ti ondaki tavır.

Çok çalıştığını, uzun yıllar Almanya’da kaldığını, artık burada kendi vatanında olacağını, kendisi için bir şey istemediğini ama Kırşehir’den İzmir’e gelmiş kendi köylüleri için başkandan onlara iş verilmesini cümle aralarına sıkıştırıyordu.

Belediye başkanı ise önümüzdeki günlerde ismini bir parka vermekten söz açıyor, onu övüyordu.

Fakat halinden tavrından iltifat cümlelerimizin onun katında pek de itibar görmediği belli oluyordu.

Biz büyük sanatçı dedikçe o, kendisinin de diğer canlar gibi bir can olduğunu altını çize çize bize anlatıyordu bize. Büyüklük ona insanları ayıran bir sıfat olarak geliyordu.

Bu ara, ev de bu mütevazı yaşama denkti.

Odanın bir duvarında 1970’lerde, 80’lerde her evde olan ama şimdi kullanılmayan gümüşlük, her iki duvara dayalı divan, birkaç sehpa vardı.

Divanın birine biz, diğerine Neşet Ertaş oturmuştu.

Anadolu’ da bir köy odasında gibiydik.

Her söze ‘efendim’ ile başlayan cümleler havada uçuştukça ben karşımdaki bu insanda hemen herkesin gördüğü  ‘derinliğin’ sırrının ne olabileceği gerçeğini düşünmeye koyulmuştum.

Neydi bu cevheri ona sağlayan?

Hiç okula gitmemiş, müthiş bir yoksulluk cenderesi içinde kıvranıp durmuş bir hayatın, en ‘dip’ten en tepeye tırmanmasındaki sır nasıl bir şeydi?

Bir defa, Neşet Ertaş biyografilerini okuyanlar görecektir, daha çocukken başlayan bir çalışma temposu, hız kesmeyen bir geçimini kazanma telaşı başköşede hep durmuştur.

Düğünden düğüne koşturulan bir tempo, oralarda müzik yapma ve sonra alınan parayla geçimini sağlama…

Güvencesi olmayan, hep kendini karşı tarafa beğendirme üzerine kurulmuş bir iş tanımı.

Bunun üstüne inanç mensubiyetinden yani Abdal ya da Bektaşi olmaktan dolayı dışlanmayı, hor görülmeyi de ekleyin…

Horasan’dan gelip Kırşehir’de Yağmurlar Köyü’ne yerleşen ve kendilerine Abdallar denilen bu kesimin çektiği çileler…

Yerleşik hayata geçememeyi müzikle telafi etme çabaları…

Düğünler, konserler, özel toplantılarda müzik yapmak, çalgı çalmak, insanları eğlendirmek.

Nerede ne olursa artık!

Yaşamını sadece tek bir alana, müziğe bağlamanın zorlukları ve bunu da Orta Anadolu coğrafyasındaki ayrımcılık ikliminde icra edilişi…

Müthiş bir dram aslında…

Bir söyleşide Ertaş, "Bizler 21. asra geldiğimiz halde hâlâ dışardan kız vermezler" diyor. (Gönül Dağında Bir Garip Sayfa 3)

Bu da ötekileştirmenin, bir etnik kimliği aşağılamanın ne boyutta olduğunu göstermesi bakımından çarpıcıdır. 

Fakat ne güzeldir ki ayrımcılığın ve hatta aşağılanmanın diz boyu olduğu bir hayattan gelip, doruklara çıkmanın örneğini vermiştir, Neşet Ertaş.

ŞİİR GÜNÜ’NDE NEŞET ERTAŞ…

Aslında, Neşet Ertaş’ la tanışıklığımızı 2003 yılına kadar gider. Bu tanışıklık "İzmir Şiir Buluşmaları"nda başlamıştı.

Daha öncesi?

Hayır, türkülerini dinlemiyordum.

Çünkü bizim gençliğimizin siyasi içerikleri Neşet Ertaş türkülerinde yoktu.

Böyle olmalı ki benim ilgi alanımın dışındaydı.

Sonra zaman geçti, gidenler gitti, has olanlar kaldı ve zamana direnen içindeki sanatsal yaratıcılığı uzun yıllara yayacak olan bu türküler bizim de dünyamıza girdi.

Geç oldu ama gerçek bu!

Her neyse, Neşet Ertaş’ın Almanya’dan Türkiye’ye döndüğü bir Haziran ayı olmalı, İzmir Şiir Günleri etkinliğine çağrılması gündeme geldi.

Çünkü o ‘Bozkırın Tezenesi’ydi, yaşadığı hayatın zorluğunu aşk potasında eriterek söylediği türküler aynı zamanda şiir tadında sayılırdı.

Büyük şair Şükrü Erbaş için, Neşet Ertaş denilince akan sular dururdu. Ertaş’ın her sözünde bir keramet, türkülerindeki her dizede bir imge olduğunu söylerdi.

Bu nedenle dinlenmeliydi.

Ve programa aldık.

İlk görüşmemizde katılacağını söylemişti, nasıl da sevinmiştik!

İkinci bir sevincimiz de sınırlı bütçemizle böyle bir gideri karşılamaktan korkarken, konser gideri istemeyeceği haberiydi.

Nasıl olurdu?

Alsancak’taki kültür merkezine etkinlikten beş on dakika önce sazını taşıyan bir gençle gelmişti. Kara kuru esmer bir delikanlı. Kendi deyimiyle "…yanık yürekli, kara suratlı" gariplerden biriyle…

İki şair, Şükrü Erbaş ve Mahmut Temizyürek sahnede Ertaş’a sorular sordu, Ertaş, bunlara bilgece cevaplar verdi, arada türküler söyledi.

Bir büyünün içindeymiş gibi hayranlıkla dinlediğimizi şimdi bile anımsıyorum.

Gösteri bitince ter içinde tekrar geldiği gibi ayrılmıştı. İşini disiplin içinde yapan, asla bunun tadını çıkarmayı düşünmeyen bir eda vardı, bir çay bile içirememiştik.

Sonra…

Bir hafta sonra olmalı beni aramış, o yanında sazını taşıyan ‘yanık yürekli’ gencin işsizliğinden söz ederek, Başkandan işe alınması konusunda bir yardımın olup olamayacağını sormuştu.

Başkan Erdal İzgi idi, ilettim ve olamadı.

Şimdi 2021 yılında Gönül Dağında Bir Garip kitabında onunla yapılmış söyleşiyi okuduğumda (shf.140)

"… şimdi 66 yaşındayım, günde yediğim bir lokma ekmek, içtiğim iki paket sigara. …konserlere gitmem. Gittiğimde de yakınım olan garip fakir fukara için gidiyorum, onlarla paylaşıyorum" satırlarını okuyunca zihnim o günlere gitti. O günlerde olanları daha iyi anlamaya başladım.

Kendisi için değil etrafında bulunan garipleri ekmek sahibi yapmak için çırpınan büyük bir sanatçıydı karşımızda olan…

Biz?

Şimdi düşünüyorum, büyük bir sanatçının isteğini yerine getirememiş olmanın hüzünlü bir düş kırıklığı beynimde dönüp duruyor. 

25 Eylül 2012’de aramızdan ayrılmıştı bu büyük yürek.

Memleketi Kırşehir’e yazdığı türküden iki kıta alarak ona veda edelim.

ŞİRİN KIRŞEHİR

Ana vatanımsın baba yurdumsun
Ozanlar diyarı şirin Kırşehir
Uzak kaldım gurbet elde derdimsin
Hasretin bağrımda derin Kırşehir
(…)

Feleğin yazdığı kara yazıynan
Çok yürüdüm bağrımdaki sızıynan
Kara kaşlarıynan kara gözünen
Aşık ettin beni birin' Kırşehir
(Yaktı bu bağrımı birin' Kırşehir)


[1] Haşim Akman, Gönül Dağında Bir Garip, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2006, İstanbul. Sayfa113

Yorumlar (0)
17
parçalı bulutlu
banner17
Günün Karikatürü Tümü
Günün Anketi Tümü
Bergama İl Olmalı mı?
Bergama İl Olmalı mı?
Puan Durumu
Takımlar O P
1. Galatasaray 34 93
2. Fenerbahçe 33 86
3. Trabzonspor 33 55
4. Beşiktaş 33 51
5. Başakşehir 33 49
6. Rizespor 33 48
7. Kasımpasa 33 46
8. Antalyaspor 33 45
9. Alanyaspor 33 45
10. Sivasspor 33 45
11. A.Demirspor 34 41
12. Samsunspor 33 39
13. Ankaragücü 33 37
14. Kayserispor 33 37
15. Konyaspor 33 36
16. Gaziantep FK 33 34
17. Hatayspor 33 33
18. Karagümrük 33 33
19. Pendikspor 33 30
20. İstanbulspor 33 16
Takımlar O P
1. Eyüpspor 31 69
2. Göztepe 31 63
3. Ahlatçı Çorum FK 31 55
4. Sakaryaspor 31 54
5. Bodrumspor 31 52
6. Kocaelispor 31 52
7. Bandırmaspor 31 47
8. Boluspor 31 47
9. Gençlerbirliği 31 47
10. Erzurumspor 31 42
11. Ümraniye 31 37
12. Manisa FK 31 36
13. Keçiörengücü 31 36
14. Şanlıurfaspor 31 34
15. Tuzlaspor 31 33
16. Adanaspor 31 32
17. Altay 31 15
18. Giresunspor 31 7
Takımlar O P
1. Arsenal 34 77
2. M.City 33 76
3. Liverpool 34 74
4. Aston Villa 34 66
5. Tottenham 32 60
6. M. United 33 53
7. Newcastle 33 50
8. West Ham United 34 48
9. Chelsea 32 47
10. Bournemouth 34 45
11. Brighton 33 44
12. Wolves 34 43
13. Fulham 34 42
14. Crystal Palace 34 39
15. Brentford 34 35
16. Everton 34 33
17. Nottingham Forest 34 26
18. Luton Town 34 25
19. Burnley 34 23
20. Sheffield United 34 16
Takımlar O P
1. Real Madrid 33 84
2. Barcelona 32 70
3. Girona 32 68
4. Atletico Madrid 32 61
5. Athletic Bilbao 32 58
6. Real Sociedad 33 51
7. Real Betis 32 48
8. Valencia 32 47
9. Villarreal 32 42
10. Getafe 32 40
11. Osasuna 32 39
12. Sevilla 32 37
13. Las Palmas 32 38
14. Deportivo Alaves 32 35
15. Rayo Vallecano 32 34
16. Mallorca 32 31
17. Celta Vigo 32 31
18. Cadiz 32 25
19. Granada 32 18
20. Almeria 32 14

Gelişmelerden Haberdar Olun

@