Ajans Bakırçay
2024-02-01 12:50:33

Kutlama ya da yas...

Muammer Toprakçı

01 Şubat 2024, 12:50

William Ricketts…
Bir ulu bilge…

1985 yılında tanıdığımda 87 yaşındaydı…

Melbourne’ye 100 km. kadar uzaklıkta,cennetten bir köşe Dandenong Dağı’nda, adının verildiği bir açık hava galerisinde kendinden geçmişcesine bir çalışıyor, bir kayaya can veriyordu…

William Ricketts…

İçleri hep gülen yeşile çalan gri gözleri, ince uzun damarlı elleri, yeşil beresi ve dik yaka el örgüsü yeşil kazağı ile kitaptan çıkıvermiş bir masal kahramanı gibiydi…

Çalışmaya ara verdiği kısa bir an diliminde bizi farkettiğinde birbirimize gülümsedik…

Melbourne’deki dostlarıma, “Haydi Dandenong Dağı’na gidiyoruz…” dediğimde,
aldığım yanıt:
“Piknik mi yapacağız,ne gerek var o kadar uzağa gitmeye…” olmuştu.
“Hayır, William Ricketts Sanctuary” ye gldeceğiz”dediğimde şaşırdılar, adını bile duymamışlardı.
Sonra da böyle bir kutsal sığınağı görüp, böyle bir sanatçıyı tanıyabildikleri için mutlu olup çok teşekkür ettiler…

1993 yılında 95 yaşındayken kaybettiğimiz bu değerli heykeltraş ve seramik sanatçısı ulu bilgeyi,
Sydney’den Melbourne’ye her gidişimde ziyaret etmeye çalıştım…

Ormanın içindeki küçücük evinde çayını içip sohbet etme onuruna eriştim.

Ev mi dedim?
Yok,bir odalık bir kulübecik…

Köşede hem yemek yapımı hem de ısınma için kullandığı, çay suyunu ısıttığımız bir kuzine(göçmen sobası), küçük bir tahta masa,birkaç sandalye ve kitaplarla dolu birkaç raf; diğer köşede üzeri yeşil bir örtüyle kaplı tek kişilik bir yatak…
Aslında burası kulübenin mutfağı olarak düşünülmüş ama bir kapıyla mutfağa bağlanan odayı çalışma atölyesi olarak kullanınca, bu küçük mutfak yaşam alanı oluvermiş…

Hayatının 59 yılını bu dağda,
bu kulübede tek başına geçirerek,doğallıklarını bozmadan ormandaki kaya ve ağaçları işleyip büyüleyici heykellere dönüştürmüş.

Aborigin yaşlılar, kadınlar,
erkekler, çocuklar, çocuklar…
kayalarda ve ağaçlarda ölümsüzleştirilmiş…

Aborijinler bu bilge sanatçıyı içlerine kabul etmişler ve uzun yıllarını Pitjantjatjara kabilesi içinde, o ailenin bir üyesi olarak onlarla birlikte geçirmiş…

Doğa ile iç içe yaşamayı;
ağaçları, bitkileri tanıyıp yararlı ve zararlı olanları ayırmayı,
doğa ile bir dostu olarak konuşup anlaşmayı, toprak anayı; doğa anayı anlayıp sevmeyi, sevgiyi onların içinde yaşayarak öğrenmiş…

Dağdaki kayaların ve ağaçların arasında sanki ormanın bir parçasıymışcasına belli belirsiz oyulmuş, işlenmiş her bir heykel,bizzat tanıdığı 
birlikte yaşadığı bu insanları yansıtıyor…

Daha girişte sizi bölgeyi,
doğayı korurcasına karşılıklı iki kayaya oyulmuş iki Aborigin yaşlısı heykeli karşılıyor…

Bu heykeller size Aborigin yaşam anlayışını, doğayla nasıl bir bütünlük oluşturduklarını ama özellikle İngilizler’in adayı işgal etmelerinden sonra çektikleri acıları aktarıyor…

Dağdaki ağaçlara ve kayalara yansıtılan, binlerce yıllık bir yaşam anlayışı birikiminin geleneği ve kültürü…

Bu toprakları işgal ederek,bu insanlara acılar çektirenler bu kültürü ilkellik olarak nitelendirerek medeniyeti getirdiklerini söylüyorlar…

Medeniyet…
Doğal kaynakların;
dağı, ormanı, ağacı, nehri,
deresi, çayı, suyu, denizi, gölü,
börtü böceği, kurdu kuşuyla… kontrolsüzce tüketilmesi…

Yaşadığı dünyayı,onu çevreleyen atmosferi yıkıma götüren sınır tanımaz bir talan ve açgözlülük…

Her şeye kendisine kar getirecek bir meta gözüyle bakan,vahşileşen kapitalizmin bencil kar hırsı ve azgın sömürüsü…

Oysa onların ilkellik diye nitelediği doğallığı, kendinizin de o bütünün bir parçası olduğunuzu duyumsayıp,
ruhunuzun doğayla iç içe geçtiğini hissettiğiniz bu dağda,kendinizi o kültürün içinde onlarla birlikte buluveriyor,çektikleri acıyı yüreğinizin derinliğinde hissediyor, kutsal bir mekanın büyüsü içinde kayboluveriyorsunuz…

Orada heykel olarak yansıtılan Aboriginlerin toplumsal yaşamının da bu doğanın, doğallığın bir parçası olduğunu kuşların cıvıltısı,
dalların hışırtısı, suların şırıltısı, rüzgarın uğultusu kulağınıza fısıldıyor…

Aldığımız oksijenin bu bütünlük korunduğu sürece var olabileceğini hissediyorsunuz…

William Ricketts, Aboriginleri Doğa Ana’nın kucağında doğaya nakşetmişti…

Niçin anımsadım?

Bir kaç gün önce, 26 Ocak Avustralya Günü idi…

Niçin Avustralya Günü?

26 Ocak 1788’de,kaptan Arthur Phillip yönetiminde ilk İngiliz kafilesi Avustralya’ya geldi ve Sydney koyunda göndere Britanya bayrağı çekildi.
Bu tarih ülkenin Kuruluş Günü olarak, 1994 yılından beri resmi tatil günü ilan edildi.

Aborigin ve Torres Boğazı Adalıları halkı ise bu günü, kendilerine ait toprakların İngilizler tarafından işgal edildiği, yerli halkın ve kültürlerinin yok edildiği gün olarak görüyorlar.
Bu yüzden de bu günü:
“Invasion (İstila)”,
“Mourning (Yas)”, ya da 
“Survival (Hayatta kalma)
günü olarak kabul ediyorlar.

Her yıl olduğu gibi, bir yanda resmi kutlamalar yapılırken öte yanda ülkenin tüm önemli şehirlerinin sokakları protesto sloganları ile inledi…

Oysa ben de dahil, Avustralya halkının önemli bir bölümü,
tüm Avustralyalılar için,
Aborigin ve Torres Boğazı Adalı kültürünü de içeren herkesin Avustralya kimliğiyle eşit olarak katılabileceği daha kapsamlı, daha kapsayıcı başka bir tarih seçilmesini,
başka bir günün bulunmasını istiyorlar…

Çok mu zor?..

(William Ricketts ile sohbetlerimden aldığım notlar ve aklımda kalanlar başka bir yazının konusu olsun.)

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.