Zaman ne hızlı akıyor…
Bu repliğin söylendiği 'Suffragette' filmini, gösterime girdiğinde seyretmiştim. 10 yıl geçmiş…
Filme adını veren Suffragette,
1900’lerin başında seçme ve seçilme hakkı için İngiltere’de mücadele eden kadınlara verilen isim.
Film Türkiye’de 'Diren' adıyla gösterilmiş.
Bence çok da yakışmış.
Sanırım, '25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü'
nedeniyle, SBS’de yeniden gösterildi ve ilgiyle bir kez daha seyrettim.
(BM Kadın Birimi’nin raporuna göre, dünyanın bir yerinde her 10 dakikada bir kadın, bir yakını tarafından öldürülüyor.
Türkiye’de mi?
Geçen yıl 282 kadın, cinayete kurban gitti…287’de şüpheli kadın ölümü var…
Yani,hemen her gün bir kadın cinayeti…
Bu yüzden de 25 Kasım’da Türkiye dahil,dünyanın pek çok ülkesinde kadınlar sokağa çıkıp haykırdılar:
‘Dünya yerinden oynar,
kadınlar özgür olsa!’…)
Film, İngiltere’de kadınların oy hakkı hareketinin lideri Emmeline Pankhurst’un yaşamından (filmde Meryl Streep canlandırıyor) kesitler sunuyor…
Ne için mücadele ediyor kadınlar?
Toplumda var olma mücadelesi verip, 'kadının adı var' diyerek, insan ve birey olarak görülmek istiyorlar…
Yasalar karşısında erkeklerle eşit halka sahip olmak istiyorlar..
Eşit işe eşit ücret talep ediyorlar…
Tacize, şiddete uğramak istemiyorlar…
Seçme ve seçilme hakkı talep ediyorlar…
Hak mı?
Seçme ve seçilme hakkı mı?..
İngiltere'de sistem ayağa kalkıyor, önce sorguluyor:
Kadınlar siyasal ilişkileri muhakeme edecek akli melekeye sahip mi?!.
Ne yani?
Milletvekili mi olacaklar?!Bakan mı olacaklar?!
Hakim mi olacaklar?!.
Oy vereceklermiş!
Bu sosyal yapıyı bozar…
Böyle saçmalık olur mu?..
Zaten babaları, erkek kardeşleri, kocaları onları temsilen oy kullanmıyor mu?!.
Annesinin de öldüğü bir çamaşırhanede doğan,
orada en ağır işlerde günde 12 saatten fazla çalışan ama
erkeklerin aldığının çok altında ücret alan,
patronun cinsel tacizine uğrayan, bir de evde kocasına ve çocuğuna bakan, vücudu iş yanıklarıyla dolu olan Maud Watts nedir?
Ağır işçi…
Ev kölesi…
Cinsel obje…
Maud’a sorar asalak kocası:
"Niçin oy hakkı istiyorsun?
Maud’un yanıtı basittir:
"Senin yaptıklarını yapabilmek,senin haklarına sahip olabilmek için!.."
Kendini, E.Pankhurst’ün başlattığı mücadelenin;
sokaklardaki miting, yürüyüş ve direnişlerin içinde bulur Maud Watts…
Dayak yerler, hapse atılırlar…
Kocası bakamadığı oğlunu evlatlık verir…
Maud isyan eder ama elinden birşey gelmez…
Çünkü, yasalar karşısında çocuk üzerinde tüm haklar babaya aittir!..
Annenin bir hakkı yoktur…
Ve artık Maud Watts için de 'zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyi yok'tur…
Yasal ve meşru yollar tıkalıdır…
Hapiste açlık grevine başlarlar…
Burunlarına hortum sokularak zorla yemek verilir…
Acı içinde kıvranırlar…
Oysa onlar, yasaları çiğneyenler değil, yasaları oluşturanlar olmak istemektedirler…
Sorguda işkenceciye haykırır Maud:
"İnsan ırkının yarısı biziz…
Her evdeyiz…
Bizi durdurabilir misiniz?.."
Etkilendiğim diğer birkaç replik:
"Dünyaya gözlerini açan her küçük kızın ağabeyleriyle eşit hakka sahip olacağı zamanlar için savaşıyoruz…"
“Kanunlara saygılı mı olacağım?
O zaman kanunları saygılı yapın…”
Bu mücadeleler sonucunda İngiltere’de, 1918 yılında 30 yaşını geçmiş, eğitimli ve mülk sahibi kadınlara oy hakkı tanındı…
1928’de de 28 yaşını geçmiş tüm kadınlara…
Film bittikten sonra ekranda,
dünyada kadınlara oy hakkı tanıyan ülkeler sıralanıyor…
Atatürk Türkiyesi’ni, Türkiye Cumhuriyeti’ni, 1934 yılı ile ilk sıralarda görmenin hazzını yaşayamadan; bugünlerle kıyaslayıp, Aydınlanma Devrimi’nin nasıl karartıldığını düşününce acı acı sonlandırıyorum filmi…
Atatürk’ün sözü ile bitsin yazı:
"Tek kanatlı kuş uçamaz…"