Makyavel (Machiavelli).
İtalya'nın ünlü düşünür, şair,
yazar ve siyaset adamı.
500 yıl önce yazdığı ünlü yapıtı “Hükümdar”ı yine okudum.
Kitabı,Floransa’yı yöneten Medici Dükü’nün siparişi üzerine yazmış.
Eski Yunan, Roma,Mısır,
İspanya, Türk yönetimlerinden sıraladığı örneklerle; gücü ele geçirip,sürekli elde tutmak için nelerin yapılması gerektiği konusunda görüşlerini dile getirerek tavsiyelerde bulunuyor…
Kitabın özü mü?
“Amaçlar araçları meşru kılar.”
Yani?
İktidarda kalabilmek için her yol mübahtır…
Otoriteye sahip olmak mı istiyorsun?
İlla doğru ve ve ahlaklı davranman gerekmez!
Çıkarına ne uygun geliyorsa öyle davran!
Yalan da söyleyebilirsin,
düzenbaz da olabilirsin…
İktidarını korumak, iktidarda kalmak için, ‘etik’ davranışın dışına çıkman gerekiyorsa,
çık!
Gücünü koruyup büyütmek mi istiyorsun; doğruymuş-
yanlışmış, düzmüş-eğriymiş,
hileymiş, aldatmaymış hiç önemli değil…
Söz mü vermiştin?
Dün verdiğin sözü bugün unut! Ya da dün söylediğinin bugün tam tersini söyle!..
Hiç önemli değil…
Önemli olan mı?
Hedefe odaklanman!..
“Peki ya kitleler?..”
Diyeceksiniz.
Makyavel diyor ki:
“Aldatmak isteyen biri aldanacak birini bulur!..”
Tarihte ne diktatörlükler,ne otoriter baskıcı liderler geldi geçti…
Makyavel’i okudular mı, görüşlerini dikkate aldılar mı bilemem…
Günümüzde mi?..
‘Evrensel Hukuk Kuralları’ diyoruz…
Hukuk devleti diyoruz…
Yasalar ve üzerinde ‘Anayasa’ diyoruz…
‘Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.’ diyoruz.
Yurttaşlık hakları diyoruz.
Seçimle gelen seçimle gider…
diyoruz.
Hak, Hukuk, Adalet diyoruz…
Demokrasi diyoruz…
Anayasa ve yasalara uyulması yalnız yurttaşları bağlamaz; önemli olan iktidarda olanların bunlara uygun davranması diyoruz…
Peki iktidarlar buna uymuyorsa?..
İstediği hale getirinceye kadar var olan ‘Anayasa’yı tanımıyor, umursamıyorsa…
Muhalefeti susturmak, siyasi manevralarla suçlu konumuna düşürmek için her şeyi yapıyorsa…
'Ya majestelerinin muhalefeti olacaksın ya da…' diyerek muhalefeti sindirmeye çalışıyorsa…
Halkı yanıltmak için her türlü yanlış bilgilendirmeyi kullanabiliyorsa…
Basın özgürlüğü kısıtlanıyorsa…
Halkın, eksik-gedik de olsa, varolan demokratik haklarını,
yasalardan gelen hak ve özgürlüklerini kullanması kısıtlanıyorsa…
Baskı ile bir ‘korku imparatorluğu’ yaratılmak isteniyorsa…
Hiç gitmemek üzere bir yapı oluşturmak için devletin tüm gücünü seferber etmeye çalışıyorsa…
Adalet en büyük yarayı alıyorsa…
Tüm bunların sonucu yolsuzluk ve yoksulluk alıp başını gidiyorsa…
Bu sıralamalar uzatılabilir…
Ki dünyada bunun örneklerini görüyoruz…
Bakın çevrenize…
Şu sıralar Endenozya’ya bakın…
Soru şu:
Bu durumda halk, yurttaşlıktan gelen gücünü nasıl kullanacak?..
Özgürlük…
Eşitlik…
Adalet…
Demokrasi…
Bunlara kolay sahip olunamıyor.
Bedel ödemeden gerçekleşmiyor…
Susuyor musun?
Sıra bir gün susana da geliyor…
Bugün 9 Eylül.
9 Eylül 1922.. Emperyalizme karşı verdiğimiz ‘Kurtuluş Savaşı’mızı kazanıp son noktayı koyduğumuz,
bağımsızlık mücadelemizi taçlandırdığımız gün…
Bu yazının yazıldığı İzmir’in kurtuluşunun 103. yılı…
“Sonra.
Sonra, 9 Eylül’de İzmir’e girdik
ve Kayserili bir nefer
yanan şehrin kızıltısı içinden gelip
öfkeden, sevinçten, ümitten ağlıya ağlıya,
Güneyden Kuzeye,
Doğudan Batıya,
Türk halkıyla beraber
seyretti İzmir rıhtımından Akdeniz’i…”
(Nazım Hikmet-Kuvayi Milliye Destanı)
Kutlu olsun.