15.09.2022, 10:24

O Gece

Bu karikatür tüm dünya halklarının içinde bulunduğu sınıflar farkının ortadan nasıl kaldırılacağının ezilen insanlara bağlı olduğunu çiziyor. Ayağa kalk sorun çözülsün.

Peki her ayağa kalkış! sorunu çözebilir mi? Devrim yapmış ülkeler belki sorunun çözümünde epey yol kat ettiler ama sorun tam anlamıyla çözebildiler mi?.

Bizim gibi sosyalist devrim mücadelesine gençlerinin girişim başlattığı ülkelerde ise bir çok kanlı darbelerle sekteye uğratıldı. Ali KARADENİZ adlı bir ülkemiz insanı Facebook sayfasında şunları yazıyor: İbrahim ÇENET’i  dinliyorum. Deniz GEZMİŞ’in  yol arkadaşı. Onların idamına itiraz etmek için hazır düzene silahla mücadele ederken, iki kolunu ve sol bacağını kaybetmiş; adanmış yürekli, samimi Kemalist, Cumhuriyetçi bir anti-emperyal Toroslu! Saygın biri. Yaşamını anlatırken ağlıyor ya gözyaşlarını silmek istiyor, kolları olmadığı için silemiyor, insiyaki olarak gözlerine protez kollarını götürmek istiyor, başaramıyor. Üzülüyorum ve ağlıyorum bu manzaraya. Sonra şehadete eren arkadaşlarım ve kardeş kavgasına giden memleketimin tüm insanları geliyor, her zaman olduğu gibi isyan ediyorum. Bu KAHPE NİZAM hepimizi kolsuz koymuş ama yüreksiz koymaya gücü yetmemiş. Uyan Ey Türkoğlu uyan, yüreğini ve vicdanını kaybetmeden uyan! Kardeş kardeşe düşmeden; çok  geç olmadan uyan. Ama fazlaca üzgünüm!

Özellikle altını çiziyorum İbrahim ÇENET’i adanmış yürekli, samimi. Temel sorun tam burada başlıyor işte. Ülkemizde çok genç yaşlarında daha yirmisine yeni ayak basmış yiğit, akıl dolu, yaratıcı, algıları ve  ifade güçleri son derece başarılı Deniz GEZMİŞ, Mahir ÇAYAN, İbrahim KAYPAKKAYA 23 -24 yaşlarında ülkeyi ve dünyayı yorumlayıp, bir mücadele partisi kuruyorlar ve içinde inançlarıyla 1 yıl içinde de yaşamları devlet güçlerince sonlandırılıyor. Tüm mücadele süreci öğrencilikleri kapsamında başlayıp 5 yıl içinde zirveye ulaşılmış liderlikleri canları pahası ile yol yürümekle sonlanıyor. Adanmış yürekli ve samimiler. Ancak onları başarısızlığa götüren onların mücadelesi mi yoksa içlerinde samimi olmayan bir varlığın mevcudiyeti mi?

Bir dost arkadaşımın kitabını okumaya başladım ve ağladım: göz yaşlarımla değil belki içimde sızan acının boyalı yangısıyla ağladım. Konu insan ve yurdum insanı. Arkadaşım tok sözlü olduğu, birlikte geçirdiğimiz dönemde dikkat çeken hep , insana,  dilini üstüne üstlük dikilmiş sorgulayıcı gözleriyle “yaptıklarından söylediklerinden emin misin” der gibi kullanırdı. Cevabın evetse onunla kendin olabilmenin gücüyle arkadaşlığın sürerdi. Ama kendinden emin değilsen onunla arkadaşlığının bir yerinden kaçacak göçecek olduğunu belli ederdin; o zaten bunu sana zorlardı hiç eksiltmeden sorgulamalarıyla.

Kitaba ve yaşananlara geçmeden önce  daha iyi anlaşılabilmek için tamda ülkemizin illegal yapılanmasında kilometre taşı olan Ozan Emekçi'nin bir şiirinin sözlerini aktarmak istiyorum;

KAMİL

Kamil! beni duyuyor musun? Şimdi nerelerdesin Kamil
beni duymak zorundasın.

Sana seslenmem yakarma değil
yalvarmak hiç, bunu iyi bil Kamil!
ya örs olacaksın ya örse çekiç
bir evimiz vardı hani, temeli granitten.
Munzur’dan taşımıştık harcına suyu
ustalar getirmiştik ta hudutlardan
işçileri gönüllü kan pahasına yani
evimiz güzeldi şirindi; sevdik sevindik sevindirdik
seyrine hayran olduk, üstüne titredik
seyrin aldan da koyu ama seyrin niyeti belli
seyirde sahtelik var kamil, niye haykırmaz sesin?
seyrime perde oluyorlar seyri beyazlar
Kamil Kamil! Neredesin?

Evi mekan eylediler kargalar kazlar; yuvalandılar yuvalanıyorlar
çatıdan başladılar, çatıyı oynattılar
bizim çatı ki .tipilere meydan okurdu
ferman çıkarırdı kasırgalara
çatıyı taşladılar; çatı delindi yuvalandılar yuvalandılar
kargadan baykuşa, sinekten üveze kadar
çatı gücünü yitirdi, misyonunu bitirdi
haşereler için bir indi artık. Çatı delindi
su sızıyor içeri; kar suları yağmur suları
itelemeden açılıyor kapı geri geri
giren girene içeri.

Şimdi ne etmeli dememeli Kamil
menteşeleri yenile, kilitleri onar
öyle bir onar ki, uymasın her anahtar
bilirsin ki bizim ev
ne don kilisesidir ne Mevlana tekesi
temele oynuyorlar Kamil temeli kurtar
şunu iyi bil Kamil
çatı temele uygun değil, temeli kurtar
konuşmak istemiyorum
birde sözüm ona, kahramanlar var
renkli, cilveli ele düşman sevdaya küskün dostluğa inat
hile anası kahramanlar: her biri kenedir
ama kelepir günü gelirse ki gelecektir
anlatacağım bir bir..

Ozan Emekçi türküleriyle ev ev girerek anlatıyor ama Cafer YILDIZ, döne döne görüp gözlemleyip yaşaya yaşaya anlatıyor. Mesela diyor ki yaşanılanların çoğu ülke insanın düşünmesi, planlaması ve örgütlenmesi bu ülkenin kaynaklarını köklü araştırmak, onun üzerine kurmak olarak değil de kopyala yırt yapıştır modeli uygulandı. Ne batıcılığımız, ne solculuğumuz bizim ülke kültürünün, insanımızın damarının incelenmesi yerine başka yerlerden alınanlar üzerine bina edildi.

Ve “Devrimciliğin olmazsa olmazı güvendir, devrim bir kişinin hayali olmuş bile bir kişinin tek başına yapacağı bir mücadele değildir, onun için devrimciler içinde bulundukları toplumların en azından bir kısmıyla birlikte olmak zorundadırlar.” (Syf.28)

Üstüne basa basa Deniz GEZMİŞ, Mahir ÇAYAN ve İbrahim KAYPAKKAYA gibi ülkenin genç çocuklarının eksikliklerine karşın, eksiklik büyük bir problem olmasına karşın, yaptıklarının sonuç almaya elverişli olmamasına karşın çıktıkları devrim yolunda başarısız olacakları aşikar olmasına karşın, canlarıyla kanlarıyla bu mücadeleyi yürütmelerinin onlarda saygın kişilik oluşturmasının yanı sıra toplumda “güven” duygusu da oluşturmuştu. Bu çocuklar inandıkları şeyler için mücadele ediyorlar. Ama ondan sonra önderlikler adı altında hain, kalleş ve ihanetçilerin sola olan güveni kaybettirmesi, toplum içinde sol geleceği bitirilmesine, bir daha ayağa kalkmasına engel olmuştur. Her zalimin baskısına zamanla direnç noktası, gücü oluşturur yenmek mücadelesine tekrar başlayabilirsiniz. Ama yıkılan güven duygusunu hiçbir zaman, güç, kişi tekrar hayat bulduramaz. Bu ihanetçilerin kötü sonu olduğu gibi ihanet edileninde kötü sonu oluyor. Örnek mi? Cafer YILDIZ  Seyit Rıza’ya ihanet eden Rayber alçağının durumunu ve Mem İle Zin’i örnek gösteriyor.

Bende tam bu noktada “nasıl kıydınız ey hainler onca gencecik çocuklara” devrimcilik oynayan hain, kalleş ve zalimler diye diye körlüğümüze ağlıyorum.

Cafer YILDIZ, ikinci kitabı “O GECE” de “1971 darbesiyle katledilen devrimcilerden arta kalan örgüt militanları ve sempatizanları, polis karakollarında emniyetin karanlık mahzenlerinde akıl almaz işkenceler maruz kalmış, cezaevlerinde yıllarca hapis yatanlar olduğu gibi, sempatizan ve taraftarlarından kimileri kahvehanelerde lokanta ve birahanelerde masa başında boşboğazlık ederken, üç beş yılda yırtanların önemli bir kısmı arkalarında korkunç bir güvensizlik mirası bırakmışlardır. Lider konumunda olup da yıllarca hapis yatanların, ceza evinde örgüt yönetmeye çalışanların, dış dünyayla bağlantısını sağlayanların arasında mit elemanlarının olduğu gerçeğinin ortaya çıkması durumunda, hangi militanın hangi militana güveni kalır. Yurdum insanının devrimciyim diyenlere güveni kalır mı, elbette kalmaz. Önder pozisyonunda olup peşinden gidilen sorgusuz sualsiz itimat edilen önder bozuntularının halkımızdan topladıkları yardım paralarıyla ailelerine işletmeler kurduğu ispat edilince, kimin kime güveni kalır, hangi insan bir daha devrimcilere destek verir, ben susayım siz söyleyin” der. (Syf.29) Ne ilginçtir ki Vedat TÜRKALİ’nin “Kayıp Romanlar” kitabında da bu konu işlenmiş para için örgüt elemanlarının girdikleri pozisyonları  anlatılmıştır. O yüzden Cafer YILDIZ “ GÜVENSİZLİK DUYGUSU BAŞARISIZLIĞIN MİMARIDIR.” Tespitini yapıyor.

Cafer YILDIZ’ın katı tutumunu ve sekterliğini yaşadığı acıların ve yoksulluğun şekillendirdiğini düşünmüştüm hep. O Ali Haydar YILDIZ’ın Vartinik Mirik Mezrasında öldürülmüşlüğünün, kendisine uzanan acılarının diline yansıması olarak düşünmüştüm. Ama aynı zamanda İbrahim KAYPAKKAYA’nın kardeşi Ali Ekber ve babası Ali amca da o acıların diğer kısmındaydı. Ama Ali Ekber KAYPAKKAYA, bu kadar sert mizaçlı ve dilli değil aksine güler yüzlü, yumuşak dilliydi. Şimdi daha iyi anlaşılıyor ki Cafer YILDIZ, acılarından bir mantık silsilesi ile nice canların canı yanmasın, hainler bu kadar rahat cirit atmasın diye, kimin güvenilir kimin güvenilmez olduğunu da bu kendine ait kişisel testinden geçirerek belirliyormuş. “Ben yandım eller yanmasın.”

“Türkiye devrimci hareketlerinin doğum yeri Türkiye olarak bilinmesine rağmen, görece kurucu önderliklerin bin bir türlü entrikalarla katledilmelerinin ardından, ardıllarının emperyalist topraklarında hayat bulmaları, oralardan ülkenin devrimci hareketini yönetmeye çalışmalarını aklım ve dimağım almıyordu." Kendi kendine sorduğu bu soru cevabı kadar önemli hatta soru cevaptan daha önemli.

Bu kişilere Cafer YILDIZ, “Kaçak Göçek Dönekler” diyerek yaptıklarını gözlemek için onların emperyalistlerin kucağındaki mekanlarına İsviçre’yi, Almanya’yı vb ülkeleri karış karış geziyor. Sonuç mu?

Öncelikle şu vurguyu yapmam gerekir: eleştiriler ve burada kabul edilemez olan devrimcilik, devrimci düşünce yada devrimci hareket değil. Halkın karşısına somut politikalar ve onları nasıl yapacağına dair somut yollar, çözümler sunmak devrimcilerin görevi ve kabul edilir olan bu. Ama topluma sunduğu politikaya kendisi inanmıyor, inanıyormuş gibi yapıp, bu politikaya inananların arkadan vurulması, sırtından geçinilmesi, namusuna el uzatılması işlevini görenlere hesap sorulup, deşifre ediliyor. Tabii devrimcilere de bir nebze hazırlıksız, süreç için daha iyi araştırma yapma koşulları yapmadan  hayatları pahasına yola erken çıkmaları nedeniyle eleştiriyor. Çünkü okumak ve ülkenin yöneticisi olma ihtimallerini bir kenara koyarak, erkenci davranmaları, devrimcilikle macera duygusunun sonraki kuşaklara aktarılmasında karmaşanın yaratılmasında istem dışı da olsa katkılarının olması açısından eleştirel yaklaşıyor. Ama esas mesele onların düzene karşı samimiyetlerinden beslenen sistemin ajanı ve döneklerinin deşifresi. “akıl ve sırrın ermediği bir durum daha var ki düşman başına denilecek cinsten, İbrahim KAYPAKKAYA ve yoldaşlarının ülkenin ve halkın zalimlerin zulmünden kurtarılması için, ülkenin ekonomik ve sosyal yapısı üzerine derin analiz ve tahliller yapma yeteneklerine rağmen, bir anlamda yaşamlarının sonlanmasına sebep olan kış konaklaması için hiçbir önlem almamış olmaları düşündürücü değil mi?” (Syf. 98). Özelden başlayıp genelleştiriyor Cafer YILDIZ.  Abisinin ve İbrahim’in ölümünde payı olduğuna inandığı Muzaffer ORUÇOĞLU ile diğer iki arkadaşına ulaşıp bu yaptıklarının arkasında ne yatıyor, dağ da o katliam anında neler olduğu ile bilgi almak istiyor. Bugüne dek kendileriyle irtibat kurmayan ama tüm dünyada onların adıyla hareket ederek kahramanlık pozları sergileyen, zenginleşen, lümpenleşen ve sürdürdükleri ihanetçi yaşamlarında kendileriyle konuşa bilmenin yollarını arıyor. Her attığı iletişim adımı sağır duvarlara çarpıyor. Bu Cafer YILDIZ’ı devrimci hareketleri de sorgulamaya götürüyor.

Çünkü bu emperyalist ülkelerde zevki sefaya dalmış önder kırıntılarının yeni mücadele alanına atılacak gençlerin devrimci mi yoksa maceracı mı olacakları konusunda yanlış yol tutmaları, tercihlerinin etkileyici konumundalar hep. Toplum bunları aslında devrimciliğe ihanet eden, ajan, kaypak, teslimiyetçi ve samimiyetsiz olduğunu göremiyor, bir kahramanın yol arkadaşları olarak algılamaya devam ediyor. Onları takip eden gençlik, şekillendirilmiş, koflaştırılmış ve cicili biçili allanmış boyanmış devrimciliğin aslında içinin de boş bir şey olduğunu bilmiyor, görmüyorlar. Örnek mi? İsviçre ve örgütlendiği iddia edilen devrimci gençlikle festival alanına giderken bir kaleye kızıl bayrak asacaklar. Cafer YILDIZ’a övünerek söylerlerken, içtikleri esrarlı sigaraların etkisiyle, bir şey demeyecek misin diye sorduklarında “ Mercedeslerle kızıl bayrak asmayı ciddi bulmuyorum” yanıtını alırlar. Çünkü bu Avrupa da yaşayan ülkemiz insanın, ülkemiz koşulları hakkında yalan yanlış bilgilendirilmiş, onlar üzerinde maceracı duygulara sevk ederek beslenen kaçak göçek dönekler mevcut. Gençleri Türkiye de devrimci koşullar ve çetin savaş başladı diye örgütleyip kaçak yollarla ülkeye getirmeyi vaat ederler. Yola çıkılacağı gece örgütleyiciler yok ortada ve bir temsilci var sadece, onların acil işleri çıktı diye gelemediklerini, kendisinin ise sınırı aşmalarına yardımcı olduktan sonra kendi sorumluluğunun biteceğini söyler. Onlar olmadan gitmeyiz tartışmaları sonrasında sadece bir genç samimi inançlarıyla yıl 1989, ülkede devrimci mücadeleye katılma adına yola çıkar diğerlerinden koparak gider. Bir yıl sonra İsviçre’ye döner tespiti şu: “Edirne’den Mardin’e kadar gittim. Örgütlü hiçbir insan evladına rastlamadım, çektiğim eziyetlere sıkıntılara hiç üzülmedim, sadece bana ülkede devrimci mücadelede kadro ihtiyacı var diyerek bizi bizleri ülkeye  gönderenleri bulursam onlara ne yapacağımı biliyorum, böyle şerefsizlik namussuzluk alçaklık olur mu arkadaş? Buradan bana verilen randevuların hiçbirini gerçekleştiremedim. Söylediklerinin hiçbiri gerçek değildi. Kahveye giriyorum buluşacağımız arkadaşı soruyorum ama buluşmak mümkün olmuyor, ya başka bir yere gitti yada kaç gündür uğramadı diye cevap veriyorlardı. Mardin’e kadar gittim dağda taşta gezdim kaldım kaya kovuklarında yattım, örgütlü bir insan evladına rastlamadım. Avrupa’ya ailemin desteğiyle geri döndüm.” (O gece syf.74)

Cafer YILDIZ’ı, Avrupa’ya davet ederler  öncülerin , sözde “yiğit devamcıları”. Kara mizah gibi verir sevgili Cafer YILDIZ: 89 yılının 12 eylül sabahının ilk saatlerinde yola çıktım. Bize göre kahvehane onlara göre restoran denilen bir mekana girdik, epeyce büyük bir mekan ancak görünürde kimseler yoktu, derken mekanın karanlık bir köşesinden yoldaş hoş geldin lafını duydum, hoş bulduk arkadaş diyerek, her önüne gelenle yoldaş olunmayacağını bilsin, aynı zamanda yoldaş kelimesinin anlamını hatırlatmak istedim. Oturduk çay söyledi. Hayırdır görüşmek istemişsiniz dedim. Dedim ya restoranda hiç kimse olmadığı halde, masanın altına girecek kadar eğildi gizemli bir havaya büründü sağa sola baktı duyulmayacak bir ses tonuyla, “yoldaş neden yurt dışına geldin” dedi. Sağıma baktım soluma baktım kimse yok döndüm kendisine baktım, tıpkı onun yaptığı gibi masaya yatacak gibi eğildim, “sen niye geldin” dedim. Yaptığım ironiyi anlamadı. Önce ki gibi masaya yatacak kadar eğilerek devam etti “ben bir kere geldim” dedi. Gülmemek için kendimi zor tutuyorum ancak trajik oyuna devam ettim, tekrar etrafıma baktım döndüm gözlerinin içine bakarak aynı ses tonuyla “ben de bir kere geldim, bu benim ikinci gelişim değil” dedim ve hiç duraksamadan, tiyatromu yapıyorsun  arkadaş burada  senden benden başka kimse yok, neden böyle gizemli davranıyorsun diyerek, buraya neden geldiğimi  bilmek istiyorsun ya söyleyeyim. Burada ne halt ediyorsunuz onu öğrenmeye geldim, burada oturup  ülkeye yüksek perdeden verdiğiniz ayarın sebebini öğrenmeye geldim, buradan bakınca orası nasıl görünüyor ki durmadan insanları bölüyorsunuz onu bilmeye geldim dedim.

Söylediklerime karşılık birkaç kelam edeceğini beklerken, 12 eylülü protesto yürüyüşüne hangi kortejle katılacaksınız dedi, bu cevabın ardından adamın ne  kadar zavallı bir duruma düştüğünü gözlerinin ferinin söndüğünden anladım ve, 12 eylül zulmünü iliklerine kadar hissederek yıllarca hapis yattıktan sonra, ülkesini terk edip devletin kontrolünde açılan otobandan gelerek, emperyalistlerin kucağında korumaya alınan kaçak göçek döneklerin organize ettiği hiçbir korteje katılmayacağımı söyleyerek ayrıldım.

Çocuk arabaları eşliğinde arkadaş gurubu ile gezinti yapar gibi kahkahalarla yapılan yürüyüşe 12 eylül zulmünü protesto eylemi demek, darbelerin katlettiği insanlarımıza ihanettir. Üzülerek seyirci oldum.” ( O gece syf.58-60)

Bir olgunun üzerini daha çiziyor kitapta: Neden illegal örgütlenmeyi tercih ettiler?  “Legal partilerin devletin hizmetinde bir araç olduğu, legal örgütlenmenin şeffaflığı karşısında aciz duruma düştüklerinden, illegalite sayesinde işledikleri suçların kamufle edilebildiğini görmeleri nedeniyle  günün olumlu şartlarını değerlendirmeyip, devrimci mücadeleye dönüştürmeyip şeriatçı ve faşist kadrolara altın tepside (iktidarı) sunmayı uygun buldular.”  Güvenlik sağladığı, güvenli yol diye seçtikleri illegal örgütleniş hem öncülerin hem de örgütlerin birkaç yıl içinde çok darbe yediği, yok oluşu hızlandırdığını belirtiyor. Çünkü hazırlıklı değillerdi ve ajan provokatörlere kolayca sızma, iş yapma olanağı sunulmuştu. “ Örgüt yöneticilerinin güvenliği ve sorgulanmayışı, hesap vermekten kaçınan sorgulanamayan yönetim kademesinde ki kişilerin, güvenlik sağlanır mı madalyonun bir yüzü, halk ve kadrolar nezdinde güvenlikleri olur mu madalyonun öbür yüzü idi.” (Syf. 94)

“Sonuçta beş yıl gibi bir sürede devrimin simgeleşmiş önderleri bedenen yok edilmişlerdir. Demek ki illegal örgütler zannedildiği gibi güvenlikli örgütler değilmiş, illegal örgütlenmeyi devlete karşı en doğru örgütlenme şekli olarak gören anlayışın, acaba tecrübesizlikten mi yoksa başka bilinbçli başka  hesaplarla tercih edildiği bilinmiyor.” (Syf.97)

Bir de kıyaslama yaparak, Mahatma GANDİ direniş örgütlemesi sonucunda ölenlerin sayısı ile elde edilen sonucun Türkiye devrimci hareketinden daha iyi konumda olduğu.

Kitabın genç insanlara dönük acil talebi okumak üzerinedir. Lütfen okulunuzu okuyun, size okula ne gerek var diyen kişilere, yapılara ve örgütlere sakın inanmamayı istiyor. “Bıyıklarıterlememiş bir genç yanıma yaklaşarak, abi benim adım da Ali Haydar ben de yoldaşım gibi komutan olacağım demişti, doğru düşünmüyorsun adaşın senin okumanı isterdi, bak sana İbrahim KAYPAKKAYA ile aramızda GEÇEN BİR ANIMIZI ANLATAYIM DEDİM. İbrahim KAYPAKKAYA, adaşın Ali Haydar ile zaman zaman evimize gelirdi, bana dönerek mutlaka okumalısın sakın derslerini aksatmayasın dedi, tabi benim aklımdan geçmesine rağmen siz neden okula gitmiyorsunuz diyemedim, ben zaten okumaktan yanaydım. İbrahim KAYPAKKAYA’nın  öğüdüyle derslerime daha sıkı çalışmaya başladım, birde Deniz GEZMİŞ’in idam edilmeden ailesine yazdığı son mektupta  ‘kitaplarımı küçük kardeşime bırakıyorumkendisine özellikle tembih et, onun bilim adamı olmasını istiyorum. Bilimle uğraşsın ve unutmasın ki bilimle uğraşmakta bir yerde insanlığa hizmettir.’ Diye yazmış olması da beni çok etkilemişti. Şimdi ben de sana diyorum ki mutlaka okumalısın devrim yolu dağlardan geçer diye bir kural yok, bilimsel yollardan hareketle hak hukuk adalet noktasında insanlığın refah düzeyini yükseltmek mümkün. Unutmaki devrimi ölüler yapamaz vb. türünden nasihatlar verdim… umarım verdiğim örneklerden etkilenip genç yaşında ölümü kucaklayan komutan olmayı değil, okuyup bilim adamı olama yolunu seçmiştir.” (SYF 107-108)

Cafer YILDIZ’ın kitabında yanıldığı ve yanlış yorumladığı olgular, olaylar yok mu? Elbette var. “Uydurma bir dünya vatandaşlığı hayali kuruyorlar.” Aslında öfkesinin ve hainliklerini dile getirdiği kişilerin öznelinden genelleme yanlışına düşmesi buna neden oluyor. O ince çizgiyi tam çizerek belirginleştirmek zor olmuş. Kaçak göçek dönekler nezdinde şimşekler tüm devrimcileri, devrimci girişimleri de töhmet altında bırakacak denli geniş tutulmuş.

72 millete bir nazarda bakarız kültürü ile büyümemiş olsa da tüm dünya devrimciliğinin sömürüsüz ve sınır duvarları kaldırılmış bir dünya yaşamı hevesi, ideolojik tutarlılıklarının yansıması. Sınırları biz yaratmadık bundan kaç yüzyıl önce göçebe toplumların dünyanın herhangi bir yerine gitmeleri ne milliyet hevesinden nede işgal düşüncesinden kaynaklanıyordu. İhtiyaçları ve koşulları üzerinden şekilleniyordu. Milletini sevmek ve ona bağlılık göstermek devrimciliğe aykırı bir durum değilse, dünya kardeşliği oluşturmak da o kadar uyumlu, aykırı olmayan bir devrimci düşünce biçimi. Öyle ki Ülkemizin her bir kesiminde Denizlere duyulan sevginin nişanesi olarak doğan çocuklara bu ad verilir miydi? Ya da İzmir Dikili’nin bir köyünde gençliğinde devrimci olmaya çabalamış insanlara bugün hâlâ “köyün deniz gezmişi” lakabı takılır mıydı? Bu sevginin ve saygıyla sahiplenmenin adıdır.

Gerek Sabri SABANCI ve gerekse İshak ALATON ile kızı Leyla örneğinden hareketle kültürel  yetkinliğin genetik olduğu.  Evet halk nezdinde de geçerli olan “zengin çocukları hem güzel hem akıllı hem kültürlü olurlar.” Çünkü beslenme olanakları beslenme sadece yemekte beslenmeyi  değil kültürel beslenmeyi de kapsıyor. Zenginlikleri onların bu türden gelişmelerini kolaylaştırıp sağlıyor. Dünya devrimciliğinin burjuvaziye eleştirisinin kaynakları eşit dağıtmadığı, halk nezdinde kültürel ve sanatsal yaygınlaşmayı sağlamadığı sadece kendisi için olanaklarını kullandığı söylenir. Açlığa sefalete mahkum edilmiş insanın vahşileştirme, duygularını körleştirme yolu fakirlerin açtığı heves ettikleri bir durum değil. Onların bu durumundan en çok faydalanan o çok beğendiğimiz zenginlik yaratmaktadır.

Türkiye devrimcileri sanki Köy Enstitülerine karşıymış algısı yansıyor. Öncelikle Türkiye devrimci hareketinin de etkilendiği Marxizm, politeknik okulları ile tamda bu tür eğitimi öngörmektedir. Politeknik eğitimde uygulama (üretim) ile teori (bilgi/bilinç) arasındaki ilişki, hayatın ve üretimin esaslarının bilimsel şekilde kavranışına dayanır. Yani, eğitimdeki başarı, üretimin bilimsel şekilde kavranmasıyla mümkündür. Bu bilimsel kavrayış sürecinde eğitim üç ayak üzerine oturtulur: Beden (fiziksel), zihin (bilinçsel) ve estetik (sanatsal). Bu üç boyutta eğitimden verimli sonuç, ancak eğitimin üretim ortamlarında teori ile uygulama arasında denge kurmasıyla alınabilir. Dolayısıyla politeknik eğitimde çok yönlü insan, bulunduğu her üretim ortamını eğitim ortamı olarak düzenlemesiyle, her üretici eylemden bir şeyler öğrenmesiyle yetişebilir. Bu da üretimin kolektif ölçüde nitelik ve niteliğini artırmaya yol açar.

Marx Alman İdeolojisi'nde "herkesin başka işe meydan vermeyen bir faaliyet alanı olmadığı, ama herkesin hoşuna giden faaliyet dalında kendini geliştirebildiği komünist toplumda, toplum genel üretimi düzenler, bu da benim için, bugün bu işi, yarın başka bir işi yapmak, canımın istediğince, hiç bir zaman avcı, balıkçı ya da eleştirici olmaksızın sabahleyin avlanmak, öğleden sonra balık tutmak, akşam hayvan yetiştiriciliği yapmak, yemekten sonra eleştiri yapmak olanağını yaratır" der. Onun için asıl mesele budur politeknik eğitim açısından: Çok yönlü, tüm yetileri ve yetenekleri gelişmiş ama tek boyutlu işbölümünün esiri olmayan, tek bir uzmanlık alanının içinde körelmeyecek insanı yaratmak.

“İbrahim KAYPAKKAYA okuduğu Hasanoğlan öğretmen okulunda bu denli devrimci değeri olan köy enstitülerini fark etmemiş olması mümkün olamaz. Güzellikleri yaratan köy enstitülerinin kapısını açan zihniyetle, Köy enstitülerinin kapısına kilit vuran zihniyeti aynı meyanda faşist olarak değerlendirmek, ancak bizim ülkemizin kendiliğindenci kopyala yapıştır modeli solcularına yakışır.” (Syf.138)

Türkiye devrimci hareketinin köy enstitüleri olgusuna eğitim sistemi açısından ülke geçmişinden bugüne yaratılmış en güzel tercih olarak görmekteydi, görmektedir.

O Gece kitabını neden okumalıyız? Çünkü Cafer YILDIZ, Devrimciliği bir sorumluluk duygusu içinde yaşanmadan atılan her adımın maceracılığa devşirildiğini, karşı çıkılıp yıkılmak istenen sistemin aslında bu maceracılık çizgisinin aşılamaması sayesinde kendini daha güçlü kıldığını, daha da gerici ve faşist koşulları hayata geçirdiğini üzerini çize çize anlatıyor. Gidilecek yolun seçiminin akılla, sorgulamalar sonucunda, sahte liderliklerin (Şemsi ÖZKAN gibi) peşine takılmamalarını talep ediyor.

***

Sevgiyle, sağlıcakla kalın…                                          

Yorumlar (0)
17
parçalı bulutlu
banner17
Günün Karikatürü Tümü
Günün Anketi Tümü
Bergama İl Olmalı mı?
Bergama İl Olmalı mı?
Puan Durumu
Takımlar O P
1. Galatasaray 32 87
2. Fenerbahçe 32 85
3. Trabzonspor 32 52
4. Beşiktaş 32 48
5. Rizespor 32 48
6. Başakşehir 32 46
7. Kasımpasa 32 46
8. Sivasspor 32 44
9. Antalyaspor 32 42
10. Alanyaspor 32 42
11. A.Demirspor 32 40
12. Samsunspor 32 38
13. Ankaragücü 32 37
14. Kayserispor 32 37
15. Konyaspor 32 36
16. Hatayspor 32 33
17. Gaziantep FK 32 31
18. Karagümrük 32 30
19. Pendikspor 32 30
20. İstanbulspor 32 16
Takımlar O P
1. Eyüpspor 30 68
2. Göztepe 30 60
3. Kocaelispor 30 52
4. Ahlatçı Çorum FK 30 52
5. Sakaryaspor 30 51
6. Bodrumspor 30 49
7. Boluspor 30 46
8. Bandırmaspor 30 46
9. Gençlerbirliği 30 44
10. Erzurumspor 30 41
11. Keçiörengücü 30 36
12. Şanlıurfaspor 30 34
13. Ümraniye 30 34
14. Manisa FK 30 33
15. Tuzlaspor 30 32
16. Adanaspor 30 32
17. Altay 30 15
18. Giresunspor 30 7
Takımlar O P
1. M.City 32 73
2. Arsenal 32 71
3. Liverpool 32 71
4. Aston Villa 33 63
5. Tottenham 32 60
6. Newcastle 32 50
7. M. United 32 50
8. West Ham United 33 48
9. Chelsea 31 47
10. Brighton 32 44
11. Wolves 32 43
12. Fulham 33 42
13. Bournemouth 32 42
14. Crystal Palace 32 33
15. Brentford 33 32
16. Everton 32 27
17. Nottingham Forest 33 26
18. Luton Town 33 25
19. Burnley 33 20
20. Sheffield United 32 16
Takımlar O P
1. Real Madrid 31 78
2. Barcelona 31 70
3. Girona 31 65
4. Atletico Madrid 31 61
5. Athletic Bilbao 31 57
6. Real Sociedad 31 50
7. Valencia 31 47
8. Real Betis 31 45
9. Villarreal 31 39
10. Getafe 31 39
11. Osasuna 31 39
12. Las Palmas 31 37
13. Sevilla 31 34
14. Deportivo Alaves 31 32
15. Mallorca 31 31
16. Rayo Vallecano 31 31
17. Celta Vigo 31 28
18. Cadiz 31 25
19. Granada 31 17
20. Almeria 31 14

Gelişmelerden Haberdar Olun

@