Beş kasabalı gencin fırtınalı hayatı!

Etki Yayınlarından çıkan, Sait Almış ve Mehmet İnanç Turan’ın hazırladıkları bu 240 sayfalık kitapta Necdet Ayma, Zeki Çetinkoç, Adnan Ayan, Mustafa Pekdoğru ve Hayri Bökü adlı kişilere ait 12 Eylül dönemi hapishane anılarını bulacaksınız.

KİTAP 17.10.2020, 19:56 19.10.2020, 15:29
Beş kasabalı gencin fırtınalı hayatı!

Manisa'nın Turgutlu kasabası için kasaba sözcüğü sadece bir sıfat değil, aynı zamanda bir isimdir. Manisa ve İzmir çevresinde ‘kasaba’ denilince akıllara Turgutlu gelir.

Kasabalı olmak, insanın yaşam tarzını ve kişilik yapısını etkileyen bir durumdur. Kasabalık; köylülük yaşamını ve duygularını aşmış ama tam olarak kentleşmemiş ara bir toplumsal ve yerleşimsel yaşama sahip insan topluluğunu anlatan bir kavramdır. Kasabalı ne kentli gibi bireysel ne köylü gibi anonimdir. Kasabalının hem kendine ait özel bir yaşam alanı, hem de hemşehrilerine uzak olmayan bir yaşam biçimi vardır. Kasabalı; yakınındaki herkesle ilgili, meraklı olduğu kadar herkesten uzaktır da.

Bu kitap, kasabada doğmuş, büyümüş beş kasabalı gencin fırtınalı yıllarda; yani yetmişli yıllarda başlayan ve 12 Eylül faşizminin karanlık dehlizlerinden geçerek bugüne dek uzanan yaşamlarından kesitler sunuyor.

Kasabalılık ruhu olarak adlandırdıkları, kasaba yaşamının getirdiği dayanışma ve yardımlaşma temelli feodal bağlılıklarını devrimci duygu ve düşünce temelinde en üst aşamalara vardıran kasabalı devrimciler, kasabalılıktan insan olmaya giden yolda direnişin, direncin ve dayanışmanın destanını yazmışlardır.

Bu dayanışmanın bir örneğini beş devrimci gencin en küçükleri Adnan Ayan şöyle anlatıyor:

“16 yaşında cezaevinden çıkmıştım. Ortalıkta kimsecikler yoktu. Tek başına kalmıştım. Eski yoldaşlarımdan kimisi cezaevinde, kimisi kaçak konumundaydı. Bir yıl kadar kendi içimde ayakta kalma, ortama uyum sağlama mücadelesi verdim. Daha sonra cezaevinden tahliyeler çoğaldı. Hep cezaevinden çıktıktan sonra yaşadığım yalnızlığı düşünüyor, diğer devrimci arkadaşlar bunu yaşamasın diye hiçbir siyaset farkı gözetmeden, cezaevinden çıktığı gün evine damlıyordum. Önemli olan, o yalnızlık duygusunu yenmelerine yardımcı olmak ve devrimci birlikteliği sağlamaktı”

Hapishane ile ilgili kitapları okurken hep Sabahattin Ali’leri, Nazım Hikmet’leri, Necip Fazıl’ları düşünüyoruz. Kasabalılar, hapishanenin bunlarla sınırlı olmadığın, adını bilmediğimiz bir nice insanın da aynı çemberden, farklı şiddetlerle geçtiğini gösteriyor bize.

KENDİNLE HESAPLAŞMAN ZOR

Okuyunca göreceksiniz; dünyanın bütün cesareti ve direnci bu insanların yüreklerindedir. Onlar için yenilmek önemli değildir; onursuz biçimde yenilmektir korkunç olan. Onlar 12 Eylül barbarlarına boyun eğmemiş, insanlık onurunu çiğnetmemiş yiğit insanlardır.

“O ağır işkence koşulları ve hastalığı yaşarken her an kendinle hesaplaşıyorsun. Mazgala vurduğun anda, ben elbiseyi giyeceğim dediğin anda teslim oluyorsun. İşkenceden, baskıdan, zor koşullardan kurtulmak senin elinde. İşkenceden, ölümden kurtuluyorsun ama kendini veriyorsun, teslim alınıyorsun. Ben bu ikilemi o süreç içerisinde her dakika yaşadım. O mazgala vurmadığın anda ölmek ama bir yerde teslim olmadan ölmek anlamında bir savaşı her dakika yaşadım” (Hayri Bökü) diyen ve teslim olmayan onlardır.

“Aslında, işkence altındaki insanı sorgulayan kişi sorgucu değil, kendisidir. İşkencecinin sorularına yanıt vermek hiç de zor değil. Kafanda bir senaryo kuruyorsun ve senaryon güçlü ise sorgucu çaresiz kalıyor. Ancak, kendi kendini sorgulaman, kendinle hesaplaşman daha zor. İşkenceye direnci, ayakta kalabilmeyi sağlayan da bu iç sorgulamanın sonucudur” (Zeki Çetinkoç) diyen ve işkencede yıkılmamanın ötesinde insan olması engellenmiş insanlara gerçek insan olmanın yolunu gösteren onlardır.

“İşkencenin beşinci günüydü, gözlerimi bağlayarak dışarıya çıkardılar. Bir yere geldik, ormanlık bir bölgeydi. Geceydi, saati bilmiyorum. Yere diz çöktürüp, üçe kadar sayıp silahı ateşlediler. Bense öylece, gecenin soğuğunda beklemeye devam ediyordum” (Mustafa Pekdoğru)diyen ve ölüme meydan okuyan yürek onlardır.

“Kan kusuyorum, anadan üryan soydular ve beton zemine yatırdılar. Ölümü orada gördüm ilk kez, o yüzden ölümden korkmadım hiçbir zaman. Beyaz bir çukurun içerisine, sonsuz bir çukurun içine iniyorum, gidiyorum dibe. Hayır diyorum ölmeyeceğim, Cevahir'i göreceğim. O zaman kızım Cevahir annesinin karnında, sekiz aylık. Bir lastikle yukarıya çekiliyorum sanki, yukarı çıkıyorum, biraz duruyorum yukarıda, yine boşluğa düşüyorum” (Necdet Ayma) diyen ve cellatlarına meydan okuyan, öldürmekten daha kuvvetlidir ölebilmek sözlerine hayat veren onlardır.    

Sait Almış

Kitaptan alıntı:

Bu beş devrimciden Necdet Ayma Manisa cezaevinden nasıl kaçtığını anlatıyor;

“Hemen kaçış planı yapmaya başladım. Öncelikle bir demir testeresi gerekiyordu, mazgal demirlerini kesip çatıya çıkmam için. Koğuşla bağlantı kurdum, bu kez kurye Ender Öndeş’ti.  Demir testeresi yine Adidas çantanın tabanındaki zulada, yine aynı şekilde örgütlenme ile sekizinci günü elime ulaştı. Ama testereyi ortasından kırmışlardı.

Dokuzuncu gün, İbo’ya, “Bu akşam firar edeceğim, ne kadar hapçı, psikopat varsa hepsini tek tek buraya getir,” dedim.  Bir kutu aspirin aldırdım kantinden,  aspirin yazısını çizerek sildim tek tek, hepsini kâğıdın üstüne sıraladım.  Mahkûmlar geldiler, “Arkadaşlar kapalıya girdim diye bana dışarıdan göndermişler,  harika Avrupa mal, aç ağzını,” diyorum. Adam mazgaldan açıyor ağzını, ben ağzına bir tane beyaz, arkasından hemen bir bardak su,  yoksa aspirin olduğunu anlayacak. Yirmi, yirmi beş kişiye hap içirdim. Bu arada hepsine, “Benim kafam kıyak, beni rahatsız etmeyin,” diyorum. Çünkü bu tarafa gelirlerse, beni tavandaki mazgalı keserken görebilirlerdi.

Müzik çaldırıyor arkadaşlar, hoparlörden bangır bangır ses çıkıyor. Demiri keserken çıkan ses duyulmasın diye. Gündüzden bir de sandalye unutmasını tembih ettim İbo’ya. Saat dokuzda çıktım sandalyenin üstüne, başladım operasyona. Kırk beş dakika içinde, üç mazgal demirini, ikişer parça kesip cebime koydum. Bir yandan müzik çalıyor, bir yandan da televizyonda “Yankesici Kız” filmi oynuyor. Hayatımda unutmayacağım yerli filmlerden biridir, Filiz Akın’ın oynadığı o film. Bütün hırsızlar, üçkâğıtçılar film kendilerine hitap ettiği için, onu seyrediyorlar. Psikopatlar da kapı altında müzik dinliyorlar, kafalar kıyak, uçmuş vaziyette.

Üç demiri çıkardım, indim aşağı. Demirleri kesmeyi bitirdikten sonra testereyi bırakmak için uzanıyorum, testere avucumda kalıyor, testerenin kırık ucu avucumdan girip el sırtından çıkmış,  ben o heyecanla hissetmemişim. Asıldım, çıkardım testereyi ama oluk gibi kan akıyor. Kan ziyan olmasın diye, “tek yol devrim, kurtuluşa kadar savaş,” yazdım duvara kanımla. Aldım kalemi kâğıdı, “devrimcilerde göt var, ben kaçıyorum,  sen de bunları münasip yerine sok,” diye not yazdım savcıya. Kâğıdı demirlere sardım, duvarın dibine koydum. Mazgaldan çatıya saat dokuzu yirmi geçe çıktım.

Çatıya çıktım, başladım kedi gibi dolaşmaya. Çatının bir ucuna gittim baktım iki tane nöbetçi, daha önce bir tane nöbetçi vardı. Bütün kulübelerde nöbetçiler ikiye çıkartılmış. İnmenin imkânı yok. Döndüm geldim orta yerde bir göçük var, çatıların birleştiği yer, orada oturdum sigara içiyorum. Hava soğuk, Şubat’ın 22 – 24 ü falan olması lazım, 1977 yılı.

Bu sırada Gülo da kadınlar koğuşunda yatıyor. Gülo benim eşim. Cezaevleri kapılarında beni bekleyen onurlu bir kadın. 18 yaşında tanıdım onu. Harika bir kızdı. Hâlâ harikadır. Gülo o gece kadınlar koğuşundaki konuşmaları daha sonra bana aktardı: Ben çatıda dolaşırken, kadınlar koğuşunda bir mahkûm, “Çatıda iki ayaklı kediler dolaşıyor galiba,” diyor. Siyasî mahkûm Şeniz Aytok da “Sana ne iki ayaklı, dört ayaklı kedilerden, yat uyu,” diyor.

Tek umudum tanıdığım pavyon kadınıydı. Baktım kadın geldi, ışığı yaktı, bu köşede iki jandarma, ortada iki jandarma, sağ köşedeki kulübede iki jandarma olmak üzere toplam altı jandarma toplanmış, pencereye bakıyordu.  Önceden hazırladığım mizansen işe yaramıştı. Altı tane jandarmanın sigaralarının ateşini görüyorum, sarktım ve aşağıya atladım. Ayağımda daha önceden abime yaptırdığım kauçuk ayakkabılar olduğundan ses çıkarmıyorum. Tel örgünün altından geçerek cezaevinin dışına çıktım. Sokağın ortasına kadar emekledim, kalktım şapkayı taktım kafama, sarhoş taklidi yaparak jandarmalara el sallayıp iyi akşamlar dedim. Arkamdan bir güç beni itiyor, koş diyor, diğer taraftan mantığım sakın ha Necdet, koşma diyor. Yani insanı arkasından görünmeyen bir el, bir güç iter mi? Sürekli koşma isteği var, ama koşamıyorum.

Önüme çıkan ilk sokağa saptım, girdiğim sokak hem çıkmaz sokak, hem de askerlerin kulübesinin façasıymış. Durdum orada, işiyormuş gibi yaptım, tekrar yürüdüm çıktım sokaktan.  Köşeyi döndükten sonra adımlarım hızlanmaya başladı. Saat üç buçukta ayağım yerdeydi, dörde yirmi beş kala da sokaktaydım.

Örgütle bağlantımda bir sorun oluyor, buluşma yerinde kimseyi bulamıyorum. Gidecek bir yerim yok,  elektrik idaresinde tahsildar olarak çalışan dayımın evine gitmeye karar verdim. Dayımın evi dağın yamacında bir yerde, ahşap bir kapısı var, kapıyı çaldım saat dörtte. Dayımda silah olduğunu biliyorum, gecenin saat dördünde hırsız sanıp beni vurmasın diye, kapıyı çalıp duvarın kenarına geçiyorum. “Kim o?” dedi, “Benim, Ayma!” dedim. Kapıyı açtı, “Ne yaptın?” dedi. “Kaçtım,” dedim. “İyi, gel içeriye,” dedi, o arada yenge uyandı.  O da aynı soruyu sordu, “Saldılar yenge, gidecek yerim yok, buraya geldim,” dedim. “Allah cezanı vermesin, bu saatte salarlar mı adamı? Kaçtın mı?” dedi, “Kaçtım,” dedim.

Dayım çıkardı, benim cebime beş lira para koydu. Savuşturmaya çalışıyordu korkusundan. “Bana araba lazım, benim İzmir’e gitmem lazım,” dedim. “Ben gelirsem tanırlar, ertesi gün içeri alırlar, oğlumu vereyim, onunla gidin araba bulmaya,” dedi. Şimdi iş adamı oldu, o zamanki suç ortağım on yaşındaydı. Başladık taksi aramaya, koca Manisa’da bir tane kiralık taksi yok. Dolaş babam dolaş, valiliğin önünden geçiyoruz, bekçi “Hop,” dedi, bekçiye posta attım. Saat beş buçuğa kadar araba aradık yok. Altıda benim demirleri kestiğim yere çöp almaya geliyorlar. Altıda anlaşılacak kaçtığım, benim altıdan önce Manisa dışına çıkmam lazım.

Beş buçukta bulabildik bir araba, garajda bir taksici, uyandırdık adamı. Köse Metin adlı bir taksici. “İzmir’e bizi kaça götürürsün,” dedim, “On liraya götürürüm,” dedi. Adam bütün cebini boşalt dese hepsini vereceğim ama pazarlık ediyorum,  şüphelenmesin diye. Dayıoğluna, “Dayıma selam söyle, merak etmesinler, dedem iyileşecek,” deyip vedalaştım.

Bindim taksiye, yola koyulduk. Tam Manisa’nın çıkışında polisler arabaları çevirdi. “Eyvah polisler!” dedi şoför.  “Niye eyvah diyorsun, normal çevirme işte”, dedim. “Ne ruhsat var ne de ehliyet,” dedi. Yanaştık. Polisler tanıdı Köse Metin’i: “Abi müşteri çıktı, İzmir’e gidiyorum, ehliyeti ve ruhsatı geçen gün sizin ekipler aldı,”  diye yalvardı polislere.  Polis eğildi bana baktı, “İn bakayım aşağı,” dedi. Arayın üstünü. Aradılar. “Nereye gidiyorsun bu saatte?”dediler. “Karaoğlanlı köyünden geliyorum,” dedim, hiç düşünmeden, gayri ihtiyari. “Dedem ağır hasta, İzmir’den halamı alıp gelmem lazım, ölmeden görsün dedemi, vebali bende kalmasın,” dedim.

Ben gittim doğru trafik polisinin arabasına oturdum, otomatik silahın hemen yanı başına. Polislerden biri, “Neden buraya bindin?” dedi. “Komiserim taksiyi alıkoydunuz, siz götüreceksiniz herhalde beni İzmir’e, o yüzden bindim,” dedim. Ben bilinçli salaklık yapıyorum ki adamlar üstüme gelmesin diye. “Sen manyak mısın lan, devletin arabası bu,” dedi polis.  Abi, “Bir ihtiyarın gönlünü edeceğiz. Bir an önce beni götürün İzmir’e, bak vebali bende kalacak sonra, onun günahlarını ben ödeyemem,” dedim. “Ulan sen manyak mısın? İn arabadan aşağı, bu polis arabası,” dediler.

Neyse indim polis arabasından. Tam o sırada, daha önce cezaevine ziyaretime gelen babamın kasabalı bir arkadaşı durdu arabasıyla. Adam şöyle kafasını çevirip baksa, “Sen ne arıyorsun burada?” dese, her şey bitecek. Komiserin karşısında şapka elimde büzülüyorum. “Komiserim, ben suçlu değilim,” dedim. “Tamam tamam bin arabaya yürü git,” dedi. Bir taraftan da,  “Bizim arabaya binmiş, biz götürecekmişiz, ne aptal adamlar var memlekette,” diye söylendi.

Bindim Köse Metin’in arabasına. “Metin sana bir onluk daha,  beni gün doğmadan Hatay Üçyol’a ulaştır,” dedim. Amacım bir an önce Bornova’yı geçip İzmir’e girmek, polis şehir girişini kesebilir diye korkuyorum.  Bornova’yı geçtim mi sorun yok. “Tamam abi,” dedi, bastı gaza, çevirme de yok, sıyırdık. Hatay Üçyol’da Nokta durağında indim taksiden.

Halama gittim. Halam, “Bende kalamazsın, üst katta polis oturuyor,” dedi ve beni tanıdığı bir eve bıraktı. Birkaç gün orada saklandım, sonra Adana’ya gittim.”

Kaynak: AJANS BAKIRÇAY
Yorumlar (0)
17
parçalı bulutlu
banner17
Günün Karikatürü Tümü
Günün Anketi Tümü
Bergama İl Olmalı mı?
Bergama İl Olmalı mı?
Puan Durumu
Takımlar O P
1. Galatasaray 34 91
2. Fenerbahçe 33 86
3. Trabzonspor 33 55
4. Beşiktaş 33 51
5. Başakşehir 33 49
6. Rizespor 33 48
7. Kasımpasa 33 46
8. Antalyaspor 33 45
9. Alanyaspor 33 45
10. Sivasspor 33 45
11. A.Demirspor 34 42
12. Samsunspor 33 39
13. Ankaragücü 33 37
14. Kayserispor 33 37
15. Konyaspor 33 36
16. Gaziantep FK 33 34
17. Karagümrük 33 33
18. Hatayspor 33 33
19. Pendikspor 33 30
20. İstanbulspor 33 16
Takımlar O P
1. Eyüpspor 31 69
2. Göztepe 31 63
3. Ahlatçı Çorum FK 31 55
4. Sakaryaspor 31 54
5. Bodrumspor 31 52
6. Kocaelispor 31 52
7. Bandırmaspor 31 47
8. Boluspor 31 47
9. Gençlerbirliği 31 47
10. Erzurumspor 31 42
11. Ümraniye 31 37
12. Manisa FK 31 36
13. Keçiörengücü 31 36
14. Şanlıurfaspor 31 34
15. Tuzlaspor 31 33
16. Adanaspor 31 32
17. Altay 31 15
18. Giresunspor 31 7
Takımlar O P
1. Arsenal 34 77
2. M.City 33 76
3. Liverpool 34 74
4. Aston Villa 34 66
5. Tottenham 32 60
6. M. United 33 53
7. Newcastle 33 50
8. West Ham United 34 48
9. Chelsea 32 47
10. Bournemouth 34 45
11. Brighton 33 44
12. Wolves 34 43
13. Fulham 34 42
14. Crystal Palace 34 39
15. Brentford 34 35
16. Everton 34 33
17. Nottingham Forest 34 26
18. Luton Town 34 25
19. Burnley 34 23
20. Sheffield United 34 16
Takımlar O P
1. Real Madrid 32 81
2. Barcelona 32 70
3. Girona 32 68
4. Atletico Madrid 32 61
5. Athletic Bilbao 32 58
6. Real Sociedad 32 51
7. Real Betis 32 48
8. Valencia 32 47
9. Villarreal 32 42
10. Getafe 32 40
11. Osasuna 32 39
12. Sevilla 32 37
13. Las Palmas 32 38
14. Deportivo Alaves 32 35
15. Rayo Vallecano 32 34
16. Mallorca 32 31
17. Celta Vigo 32 31
18. Cadiz 32 25
19. Granada 32 18
20. Almeria 32 14

Gelişmelerden Haberdar Olun

@