Ajans Bakırçay
2022-08-31 10:42:02

Minibüs

Aysel Korkut

31 Ağustos 2022, 10:42

Günlerden 30 Ağustos’tu. Ülkemizin Zafer Bayramı. İlçede bu gece 30 Ağustos Zafer Yürüyüşü yapılacak, sonrasında konuşmacılar dinlenecek ve Yeni Türkü konseri ile kederler unutulup neşelenilecek, tek bir yürek olup coşulacaktı. 

Minibüs dolmak üzereydi ki yaşlı bir kadınla yaşlı bir adam geldi. Adam, kadının yardımıyla minibüse bindi. Adamın titrek bacakları minibüsün içinde ilerleyebilecek gibi görünmüyordu. Kapının dibindeki tekli koltukta oturan yaşlı kadın, sarışın, kalkıp adama yer verdi. Karısı adamı o koltuğa oturttu. Kendisi de onun arkasındaki tekli koltuğa geçip oturdu. O sırada bir iki gelen daha oldu ve minibüs ağır ağır hareket etti, ilçeden ayrıldı. Bu yolcular Zafer Bayramı coşkusuna katılamayacak, evlerinin önüne bayrak asmakla yetineceklerdi. Sanki özellikle yapılmış gibi gün boyu elektrikleri de kesik olacaktı.

Minibüs hız almaya başladığı sıra adam, azarlar gibi bir sesle ortalığa, “Ne desem tersini yapıyorsun.” dedi. “Biliyorum hep inattan yapıyorsun. Hep aynı şeyi yapıyorsun.”

Minibüstekilerin akılları karıştı, birbirlerine sorularla dolu bakışlar attılar ve neden öyle yaptıklarını bilmeden kendilerine çeki düzen verdiler. Adamın karısı olduğu tahmin edilen kadın, kadının kocası olduğu tahmin edilen adamın sözlerine hiç aldırmadı.

Az sonra adam, aynı azarlayan sesle, “Fırından ekmek al.” dedi. “Dört ekmek al. Beş ekmek al. Çabuk gel. Öyle tay tay yürüme. Giyinip kuşanıp sahilde gezinti yapmıyorsun ya.” Başını sağa sola salladı. “Bu da kendini bir şey sanıyor.”

Kadın, “Sus! Konuşma!” dedi.

Adam sinirlendi. “Git buradan.” dedi yine ortalığa.

Kadın “İyi gideyim öyleyse ben.” dedi arka koltuktan.

“Siktir git!” dedi adam.

Kadın koltuğundan kalkıp açık kapının önüne vardı, dikildi. “Gideyim öyleyse ben.”

“Dön, geç, otur yerine!” diye terslendi adam. “Sinirlendirme insanı…”

Kadın koltuğuna döndü, oturdu. Adam bir süre sustu, sonra, “Telefonumu ver bana.” dedi. “İnsan’ı arayacağım ben. Onun numarasını bul bana.”

“Olur.” dedi kadın.

“Olur diyorsun, bulmuyorsun. Telefonumu ver.”

“Bunları evde konuşsak.”

“Fırından ekmek al.” dedi adam. “Dört ekmek al. Beş ekmek al. Çabuk gel. Öyle tay tay yürüme. Giyinip kuşanıp sahilde gezinti yapmıyorsun ya.” Başını yine sağa sola salladı. “Bu da kendini bir şey sanıyor.” Biraz durdu, “Sinirlendiriyorsun beni.” dedi. “Atlayacağım kapıdan.”

Yolcular telaşla kıpırdandılar. İçlerinden birisi sürücüyü uyardı ya da sürücünün de kulağı adamdaydı, otomatik kapı anında kapandı.

Adam, “Anahtarı ver. Ben açar girerim. Beni Yangın Market’te indir. Sen git, fırından ekmek al. Dört ekmek al. Beş ekmek al.” dedi.

“Kapıyı açamıyorsun, balkonda oturup beni bekle.” dedi kadın.

“Anahtarı ver. Ben açar eve girerim. Sen ekmek al.”

“Olur.” dedi kadın, yılgın. Anahtarı vermedi.

Tepedeki havalandırmadan gelen rüzgarla uçuşan gümüş saçlar; ihtiyarlığına rağmen düzgün hatlarını kaybetmemiş, vakti zamanında çok canlar yaktığını düşündüren erkek güzeli bembeyaz bir yüz; hep aynı noktaya dikili gri gözler ve sürekli kıpırdayan pembe bir ağızla, yol boyunca hep aynı şeyleri konuşup durdu adam. Üstü başı tertemizdi. Gıcır gıcır ütülü uçuk mavi bir pantolon, bir ton daha uçuk maviden tiril tiril bir gömlek, lacivert bir deri kemer. Aklı başında olsa bu kıyafetin altına, renginden dolayı asla giymeyeceği -kahverengi ve belli ki yumuşacık- deri bir ayakkabı.

“Ne desem tersini yapıyorsun. Biliyorum hep inattan yapıyorsun. Hep aynı şeyi yapıyorsun.”

“Telefonumu ver bana. İnsan’ı arayacağım ben. Onun numarasını bul bana.” 

“Fırından ekmek al. Dört ekmek al. Beş ekmek al. Çabuk gel. Öyle tay tay yürüme. Giyinip kuşanıp sahilde gezinti yapmıyorsun ya. Bu da kendini bir şey sanıyor.”

“Beni Yangın Market’te indir. Sen git, fırından ekmek al. Dört ekmek al. Beş ekmek al.”

Kadının, omuzlarına düşen siyah boyalı saçları, beline tam oturan beyaz puantiyeli lacivert bir elbisesi ve hiçbir özelliği olmayan bir yüzü vardı. İnsanda, ömür boyu gölgede kalmış, hep aşağılanmış, hep ezilmiş, horlanmış intibaı bırakıyordu. Yolun sonuna doğru, “Anahtar sende mi?” diye sordu.

Adam sinirlendi. “Vermedin ya bana anahtarı.” dedi. “Sanki beni delirtmeğe çalışıyorsun.”

Kadın çantasını karıştırdı, anahtarı bulup eline aldı. Kalkıp kapıya doğru yürüdü. Şoföre mıy mıy, falanca sitede durmasını söyledi. Şoför duymadı, durmadı. Arka sıradan bir kadın, “Dur!” diye bağırdı. Minibüs durdu. Kadın yine mıy mıy, “Söyledim ya durmadın ya geçtik işte.” diye bir yandan şoföre mızırdanaraktan kocası olduğunu tahmin ettiğimiz adamı aşağı indirdi. Kendisi içeride, suyu sıkılıp kullanılmış buruşuk bir limon gibi; adam yolun kıyısında, içini kurtlar yemiş, ilk fırtınada devrilecek kimsesiz ve ihtiyar bir kavak ağacı gibi kaldı. Minibüs tekrar hareket etti.

Minibüsteki kadınlar, içi boşaltılmış limon kadına, “Allah yardımcın olsun!” dediler. “Allah sabır versin!”

İki yüz metre kadar sonra, dükkanları bayraklarla donatılmış meydanda indik. Aynı dakikalarda Ankara’da, hak arayan öğretmenlere gaz sıkılıyordu. Kucağında, yedi yıl önce öldürülen oğlunun kemiklerinin doldurulduğu bez bir çuvalı taşıyan bir babanın fotoğrafları sosyal medyaya düşüyordu. Karşılaştığımız tanıdıkların Zafer Bayramlarını kutladık. Kolu bacağı kırılmış ülkemizin Zafer Bayramı’nı.

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.