Yasalar, onay verdiğimiz, uymayı kabul ettiğimiz kurallar toplamıdır, onaylar ve uyarız. Onay vermediğimiz halde yasalaşan, zorbalıkla kabul ettirilen yasamsı şeyler, yasa değil ancak “yasaklar” veya “kişiye özel serbestlikler” olabilir. Şimdilerde bu tür yasalar moda.
12 Eylül Anayasa’sını, oylarımızı şeffaf zarflara koyarak başımızda jandarmalarla oyladık. Yüzde doksan iki oyla kabul edildi. Çok yüksek bir uzlaşı ile kabul edilmiş bir Anayasa’mız olmuş oldu. Haklarımızın tırpanlandığı bir Anayasa idi. Oylanışında “zor” ve “zorbalık” vardı ancak bugün o Anayasa’yı bile arar hale geldik.
Durum vahim. Ülkede yasasızlık hâkim. Yasasızlık, herkesin kendi kuralını koyup keyfince uygulamasına yol açıyor. Gücü yeten yetene. Her güçlü, Ali kıran, baş kesen olmaya çalışıyor.
“Yasa varsa yasaklar olmaz; yasa yoksa yasaklar olur. Yasaklar, bize sorulmadan alınmış, bize dayatılmış kararlardır, karşı çıkarız.” dedi bir psikiyatrist, izlediğim bir video programında geçen gün. Tam aynı sözcüklerle değildi belki ama anlatılmak istenen ya da benim anladığım şey tastamam buydu…
O zaman, insanların meclise yürüdüğü, önünde eylemler yaptığı, itirazlarını bildirdiği ancak yine de ‘komutla el kaldır indir’ gibi ilkel bir yöntemle kabul edilen, itirazcıları da sopayla hizaya getirmeye çalışarak veya hepten yok sayarak çıkartılan yasaların (zeytinleri kesme özgürlüğü sunan yasa örneğin) bu tanıma göre yasa olmadığını, olamayacağını düşündüm. Kaldı ki bir ülkenin zeytinlerini kesmek, bir ülke dolusu insanın kolunu bacağını kesmek gibi bir şey. Böyle yasa mı olur? Kim, hangi hakla insanların kolunu kesme yasası çıkarabilir? “Ama şeriatta kol kesmek var” diyenler çıkacaktır. Hristiyanlıkta da giyotin vardı. Bir başkasında da çarmıha germek vardı. Çok daha eskilerde yamyamlık bile vardı. Hepsine geri mi dönelim?
Dönmek isteyenlerin olduğunu biliyoruz. Benim de bazen, ‘İslamiyet Orta Çağ’ını yaşamadı, gerçek aydınlanma için belki de yaşaması gerekiyordur.’ diye düşündüğüm olmuyor değil ancak zaman artık o zaman değil. Aklını kullanmayan kişiyi oturduğu yerde, hem de uzaktan mıhlıyor, aklını kullanmayan toplumları da yerle bir ediveriyorlar.
***
“Kindar ve dindar nesil” yetiştireceğini söyleyerek işe başlayan iktidar, hakkını teslim etmek gerek, bunda çok başarılı oldu, amacına ulaştı. Dindarlığı bilemem ama artık herkes kindar.
Kuralsızlık, kanunsuzluk alıp başını gitti. Bu da ister istemez kargaşa yaratıyor. Kişiler arasında dengesizlik oluşuyor. O zaman ne aile, aile ne de toplum, toplum olmayı başarabiliyor. Aile, gidebildiği yere kadar bir arada yaşamaya mecbur ama birbirlerinden sorumsuz kişiler toplamı oluyor, toplum da birbirlerine tahammül edemeyen insanların kuru kalabalığına dönüşüyor. Ortak sevinçler yok, ortak kederler yok, ortak değerler yok. Biri diğerinin acısıyla alay ediyor, biri diğerinin sevincinden gıcık kapıyor. Tasada ve kıvançta birlik bitiyor. Ortalık, eline fırsat geçse birbirinin gözünü oymaktan çekinmeyecek insan kalabalıklarıyla doluyor. Havada sürekli bir gerilim dolaşıyor. Bir yerde bir kıvılcım çaksa her yer tutuşacakmış gibi bir his her yere yayılıyor.
Bu kargaşa, otoriteyi reddeden anarşizmden çok farklı bir şey. Anarşizm, toplumsal ilişkilere dayanan gönüllü etkileşim ve özyönetimi savunur. Bireylerin ve toplulukların, alınan kararlardan etkilendikleri ölçüde söz sahibi olmaları gereğine inanır. Özgür bireylerin gönüllü etkileşimine dayanan bir toplumdur, kendi içinde uyumludur kargaşa yoktur. Herkes kendinden de başkalarından da sorumludur ve insanlar otokontrol sahibidir. Sözünü ettiğimiz o değil.
İçinde yaşamakta olduğumuz kargaşa-karmaşa toplumu ondan çok çok başka bir şey. Bu toplumda en küçük bir toplumsal uyum yok. Herkes “ben” diyor. “önce ben”, “hep ben”… Otokontrol yok, aksine ürkütücü ölçüde şuursuz bir bencillik hali var. Ortak tek bir değer yok. “Değer” olarak benimsendiği söylenen şeylerde bile sahtecilik var. Örneğin, İsrail’e, Filistinlileri vuracağı silahların yapımında kullanacağı çeliği satan adamlar, meydanlara çıkıp “Kahrolsun İsrail!” diye bağırabiliyorlar. Ne düşüneceğini, buna ne ad vereceğini bilemeyen insanlar öylece bakakalıyorlar.
***
Anne yapma der, baba yap der veya tam tersi olur; anne yap der, baba yapma der. Her ikisi de yapma demişse dede veya büyükanne devreye girer, olmaz denen şeyi yapabilmesi için çocuğa gizliden veya açıktan yardım eder. Kararları birbirini tutmayan büyüklerin olduğu böyle bir ortamda çocuk doğruyu yanlışı öğrenemez. Hangisinin doğrusunu dikkate alacağını bilemez, şaşırır. Bir süre sonra da ailedeki bu birbirini köstekleyen tutumları, her istediğini yapabilmenin kolaylığı olarak kullanmaya başlar. Sorumsuzlaşır, onu ona, bunu buna düşürecek kadar fitneleşir, hatta zamanla iyice çığırından çıkar, yolu izi şaşırır.
Bu hal, her çocuğu aynı şekilde etkilemez elbette. Kimi şımarığın şımarığı olurken kimi çocuk da ne yapacağını bilmeyen kararsız, çekingen, ödlek, telaşlı, panik ataklı bir kişiye dönüşebilir. Herkesin başka bir örnek oluşturduğu o ortamdan çıkma şansı bulan çocuklar, uyumlu ortamlara kavuşabilirlerse sağlıklı bireyler olabilirler.
Toplum epeydir o çocuklar gibi. Kimi alabildiğine şımarmış, zıvanadan çıkmış, her istediğini yapabileceğini düşünür ve de yapar halde. Kimisi korkularla, panik ataklarla veya içe çöküşlerle yaşama tutunmaya çalışır halde. Doğruyu yanlıştan ayırt edebilenler ise yanlışın yanlış olduğunu anlatmaya çalışarak kendilerini paralar vaziyette.
Aklı başında insanların ise bir araya gelme niyetleri olsa bile bunu başarma yetenekleri yok. Onlar da kendi içlerinde birbirlerinin altını oymakla, kuyusunu kazmakla uğraşıyorlar.
***
Kindar nesil büyüdü. Toplumumuz çürüdü. Sahtekarlık, dolandırıcılık, hırsızlık, edepsizlik, ahlaksızlık, yalancılık; başkasının hakkını yemede, mala çökmede, kendi kusurunu görmeyip başkalarının kusuruna tellal olmada sınır tanımazlık; arkadaş satma, sırttan bıçaklama, sokakta insan öldürme, her haltı yapıp etse de sorumlu olmama; sendense hemen ceza, bendense cezasızlık… inanılmaz ölçülerde yaygınlaştı.
İçimizde can güvenliği olan bir Allah’ın kulu yok. Kimsenin kimseye faydası yok, zararı çok. Hâl böyle olunca herkes kendi güvenliğini kendisi sağlamak zorunda kalıyor. Bundan sonra hep de öyle olacak gibi görünüyor.
Belki de vaziyet alma zamanı geldi de geçiyor bile. Nasıl bir vaziyet? Bilsem keşke.
Bildiğim tek şey içimizdeki “iyi”yi korumaya almamızın zorunluluk haline gelmiş bulunduğu. Çünkü kötüye kapılan kişi, her an bir “kötü” olup çıkabilir. Ortam buna çok uygun. Bir de sağlığımızı elbette… Diyelim ki kendini iyi hissetmiyorsun, psikiyatriste gideceksin. Gittiğin kişi bir psikiyatrist değil de bir torbacı olabilir mi? Olmaz deme, olabilir çünkü. Diyelim ki ameliyat olman gerekiyor, uzman öyle söyledi. Aman aman, senin o uzman, acaba gerçek uzman mı? Yoksa özel hastanedeki çetelerden birinin sahte diplomalı elemanı mı? Hiç gerek yokken seni ameliyata yönlendiriyor olabilir mi? O ameliyatı olsan bir türlü, olmasan bir türlü. Sağlığımızı koruyalım arkadaşlar! Koruyalım ki bu sahtekarların eline düşmeyelim. Kılı kırk yaralım. Tabii bu arada paranoyak olup çıkarsak o da başka bir sorun. Ruh sağlığımızı korumak zor iş. Onu geçelim.
Ama biz en azından beden sağlığımızı korumaya çalışalım ve yediğimize içtiğimize dikkat edelim. Edelim de nasıl? Pestititten, kanserojen olduğundan, zehirli olduğundan dolayı, ihraç ettiğimiz ülkelerden reddedilip dönen dönene. Her yıl kanserin pençesine düşen düşene. Biberde, domateste çıkan pestitit oranı, izin verilenin kırk elli katı. O zaman kendin yetiştir. Nerede, balkonda mı? Tarlada mı? Diyelim ki tarlada yetiştirmeye kalktın, hangi suyla sulayacaksın? Su bitti arkadaş! E o zaman sen de ot ye, en azından zehirsiz! Tehlikesiz.
Güler misin, ağlar mısın, seç, beğen, al.
Nasıl yaparsın bilmem ama kendini koru. İçindeki iyiyi, bedenindeki sağlığı, sende bir yerlerde gizli yaşayan ruh sağlığını.
***
Ülkemize, tez zamanda, fikrîni insanlıktan yana geliştiren ve aklını kullanabilen, bencillikten kurtulmayı başarmış, fitne fücurdan uzak, birleştirici, uzlaştırıcı, dürüst, bilgili ve hatta mümkünse “bilge” yöneticilerle birbirini anlamayı, anlamaya çalışmayı kendine kılavuz edinmiş; başkalarının eksiğini, yanlışını aramakla değil güzel hobiler edinip onlarla uğraşan bireyler diliyorum. Bu toplumun bunlara çok ihtiyacı var.
Alev Subaşı 4 Ay Önce
Vicdanın ikinci bir kanun koyucu olduğuna inanıyorum. Bizim yakalayamadıklarımızı o kaçırmaz demiş ya yazar . Hah ! İşte bizdeki sorun birincisi gibi ikincisinin de çökmüş olması :(( Kaleminize Sağlık