Ajans Bakırçay
2023-12-26 11:11:14

Kızıl Goncalar

Aysel Korkut

26 Aralık 2023, 11:11

Kızıl Goncalar, bile isteye düşmanlaştırılmış iki kesimin artık birbirlerini anlamalarını, kabullenmelerini ve barışmalarını sağlamaya çalışan bir yapım mıydı acaba?

Kendileriyle yüzleşmemekte ayak direten düşmanlaştırılmış iki kesimi, “Siz yapmıyorsanız biz yapalım.” dercesine kendi yanlışlarıyla yüzleştirme ve devamında kucaklaştırma çabası mıydı?

Bunun derdine düşen kimdi? Gerçekten derin devlet miydi? İnsanları birbirine kırdırmakla beslenen, onları birbirlerine düşman ettikçe kendini var ve güçlü hissedebilen, cezalandıran, işkence eden, öldüren derin devlet mi? O mu yapacaktı bunu? Hiç akla yakın geliyor mu bu?

Derinler, ne zaman bu ülkenin kucaklaşmasını ve birbirini anlamasını istemişti ki şimdi istesin? Onun derdi Türk’ü Kürt’e, Sunnî’yi Alevi’ye düşman etmek, ülke asla gelişemesin, hep sersefil olsun, günden güne gerilesin ve hatta batsın dercesine gericiliği beslemek, savaşmayı beslemek, savaştan kâr etmek, katliamlar yaptırmak, insanı insana kırdırmak, eğitimin canına okumak, insanları cehaletin kucağına atmak, cahilliğe mecbur etmek ve bunları başarı sayarak kendine bir köşe kapmak olmuştu. Ülkesini cebinden çok seven bir tek kişi var mıydı içlerinde? Benim için bu hep merak konusu oldu, hep de olacak… Nato mermer nato kafa insanlarla yürütülen derin devletin sığ ve kavgacı ve çok çok adaletsiz kafası, kalkmış da şimdi insanların yararına bir şey mi yapacaktı?

Diyelim ki yaptı, neden şimdi? Nihayet yapıp ettiklerinin nasıl korkunç işler olduğunu görebildiler de akılları başlarına mı geldi? Yoksa işin içinde başka bir şey mi var? Yeni karanlık işler mi planlıyorlar da insanların kucaklaşmasını sağlamaya yarayabilir diziler sürüyorlar bataklığa döndürdükleri ülkemizin orta yerine? Biz, sizi barıştırmak, kucaklaştırmak istiyormuşuz gibi yapalım da siz bununla oyalana durun. Bizim az ötede yine hepinizin anasını belleyecek işler planladığımızı anlayamayın. Bu mudur olay? Neden bu sığ insanların gerçekten iyi şeyler yapabileceklerine inanamıyoruz? İnancımız neden yok edildi de şimdi yeniden kazanılmak isteniyor? Gerçekten kazanılmak mı isteniyor yoksa öyle bir görüntüyle oyalanıyor muyuz?

Hem neden şimdi?

Aklımda bin bir soruyla diziyi izliyorum.

Su kemerinin üzerinde gezinmeyi seven kişi, doktorun yapamadığını yapıyor, hastanedeki konuşmayan kızcağızdan, babasının tecavüzüne uğradığını öğreniveriyordu. Tereyağından kıl çeker gibi, kolayca, birkaç dakika içinde. Bu, bu sistemin, okullara psikolojik danışman yerine tarikatçı ablalar, abiler göndermesini haklı kılma gayreti gibi bir şey sanki. Gibi belki fazla gelir. Çünkü mesaj şunu diyor: Bakın, sizin doktorlar öğrenemedi işin aslını… ama bizim tarikatçı bilge kişi saniyesinde söyletti kızı. Ulvi kişi kendisi… okullara işte biz böyle ulvi kişiler gönderiyoruz. İtiraz etmeyin rica ederiz. Kabul edin.

Doktor da alabildiğine sevimsiz kılınmış, doğru. Gülümsediğinde bile Willy Wonka gibi dişleriyle korku yayıyor adam ortama. Willy Wonka’yı sevimli kılan o dişler, doktorumuzu çok itici yapmış. Adam evinde de kızını bunaltıyor. Yüzde yüz başarı dayatıyor çocuğa. Kızcağızın psikolojisi alt üst. İki soru yanlış yaptı diye sinir krizi geçiriyor çocuk. O krizi, baba geçirtmeden önce ben kendim geçireyim de bana kızamasınlar dercesine. Buradaki doktor figürü, doktorlardan hep birlikte nefret edelim mesajı almamız için özel çalışılmış sanki. Boşuna dövmüyoruz bu doktor milletini, bakın da görün dercesine… Yıllar önce oturup “Yedi Güzel Adam” dizisini izlemiştim. “Doktor döv!” mesajını çok yoğun veren bir diziydi kendisi. Şimdiki de “Biz doktorları boşuna dövmüyoruz!” mesajı…

Karısına da diktatör gibi davranıyor doktor kişisi. Kadın o lüks hayatı bırakıp kaçıyor. Kadının kaçmasının sistemle falan hiç ilgisi yokmuş gibi gösteriliyor. Kendisi de doktor olan ama çocuk yetiştirmek için ya da kocası tarafından engellendiği için ev kadını olan kadın, evdeki zorbalıktan ve sevemediği kızından kaçıyor gibi. Öyle anlamamız gerekiyor. Gidenler ülkedeki sistemsizlikten, adaletsizlikten kaçmıyorlar ki kendilerini çok sıkmış olan evlerinden kaçıyorlar. Hem zaten kafaları hasta olmuş. İnançsızlıktan canım, inançsızlıktan… Boşluğa düşmüş bunlar!

Madem gitmek istiyorlar, “giderlerse gitsinler!”. N’apalım yani, onların yerine geçecek tarikat abilerimiz, ablalarımız var zaten bizim. Diğer branşlar için de yeni mezunlar veya yabancı doktorlar alırız, olur biter. Diploması var mı o yabancı doktorların bilmiyoruz. Bizim zaten diplomalarla işimiz yok artık! Olmasa da olur. Doktorluk dediğin ne ki! Bakın Meryem iki dokunuşla iyileştiriyor yarayı. İki üfleyip bir de okusak işlem tamamdır! Sorun yok!

Tarikat abimiz, tecavüzcü babayı, yine tereyağından kıl çeker gibi bulduruyor dergahındaki mürit kardeşlerine. Alıp o babayı su kemerinin üzerine götürüyor. Aşağı atacakmış gibi yaparak adama eziyet ediyor. Bu eziyet saatlerce sürüyor olmalı ki güzel gözlü, güzel bakışlı, tarikat lideri ekürisi sevimli adam, bir koşu gidip doktoru buluyor. (Telefon ediyor aslında.) Biz ettik sen etme diyor. Onun su kemerine gelmesini sağlıyor. Çabucak. Hem de İstanbul trafiğinde… Hem de okul çıkış saatinde. Doktor kızını okuldan alıp eve götürecekken. Laik kesimin yangınına su serpiliyor burada: Tamam doktor bey, biz öyle dedik ama sonunda bak yine sana geldik…

Fazla sert olmasın. Azıcık yumuşatalım. Kötü gösterdik doktorumuzu, durumu az biraz kurtaralım.

Yaşamda örneği eski zamanlarda görülmüş ama yakın dönemde hiç mi hiç görülmemiş bilge tarikatçı abi, su kemerinin üstünde. Adamı aşağı atacak gibi yapıyor ama atmıyor. Hâlâ atmamış. Doktoru bekliyor sanki. Ya da işkence ne kadar uzun sürerse o kadar iyi geliyor ruhuna. Onun ruhu da hasta çünkü, hasta olmasa ne işi var su kemerinin üstünde ikide bir di mi yani? O yüzden götürülmemiş miydi o sevimsiz doktora zaten?

“O senin baban değil!” diyor zorba doktor, yakışıklı tarikat abiye. İpler orada kopuyor. Duruyor tarikat abi. Biz de duruyoruz ve anlıyoruz: Tarikat abinin babası da aynı haltı işlemiş. Oğluna tecavüz etmiş. Babaya öfkesini, hastanedeki kızın babasından çıkartmaya çalışıyor oğul kişisi. E çıkarmıştır onca saat eziyetle artık yani. Bırakıyor tecavüzcü rezil adamı. Aşağı atmaktan vazgeçiyor. Bu kez başarı doktorun. Laik, eğitimi ve diplomayı önemseyen kesim için bu iyi. Başarıyı şu ana kadar tarikatçı abi kapmıştı. Neyse ki laik doktora geçti başarma duygusu. Oh, neyse yani…

Ama uzun sürmüyor ki… Evde durumlar çok fena. Bir baba var, bir zamanlar çok hükmetmiş belli… 28 Şubatçıymış üstelik ama şimdi düşmüş. Gözün kör olsun ihtiyarlık! Herkes bir gün düşer! Sanmayın ki saltanatınız sonsuza dek sürecek. Bir gün siz de düşeceksiniz! Bkz. Bu ihtiyar aksi adam!

Meryem giriyor burada sahneye. Zalim bir tarikatçı kocanın elinde, bıçak sırtı bir yaşam süren kadının adı Meryem. Aslında dizi film onunla başlamıştı. Otobüste, muavinden su bile istememesi, kocasının uyanmasını beklemesi gereken kadın. Bir tek onun adı kalıyor aklımda niyeyse iki saatlik dizi filmden. ‘Kadının adı yok’a itirazdır belki benimki de. Onun adı var. Öbürlerinin adlarını sonra öğrensek de olur.

Meryem’in bir kızı var. Ve anladığımız o ki, aslında iki kızı var. İkizler… Biri, doğduğu gün doktorların kızı olmuş. Nedenini bilmiyoruz ama ikiz bebeklerden biri doğar doğmaz Meryem’i hastaneden alıp götürmüşler. Babaya da öldü demişler. İkinci bebek yolda doğmuş. Hayatın cilveleri…

Kızlardan biri lüks içinde ama sevgisiz büyümüş. Biri çok da iyi olmayan şartlarda ama anne sevgisiyle büyümüş. Üstelik deprem görmüş. Depremde evleri yıkılmış.

Baba yapıp eden, sonra da yapıp ettiği kişiden helallik isteyen eli sopalı bir mürit. Çıkarcı da… Haber salmışlar kendisine. İstanbul görmemiş bir kız aradıklarını söylemişler. Bilge tarikatçı abimizle evlendireceklermiş. Bundan Meryem’in haberi yok tabii. Kadının adı yok ki haberi olsun. Ne gerek var?! (Buradaki “İstanbul görmemiş kız” ifadesi, aslında üzerinde uzun uzun konuşmayı hak ediyor. Ama yazının ucuna çıkamayız. Kısaca şöyle diyelim: İstanbul görmüş kızlar var ya… ah o kızlar! İtaat etmez, boyun eğmez, itiraz eder, her söylenene inanmaz, hak yedirmez, kolay lokma değildir… Biz öyle kız istemezük!)

Meryem ise kızını okutmak istiyor. Ancak düşündüğü okul İmam Hatip. Budandıkça budanmış hayalleri bunun ötesine gidemiyor diye düşünmek mümkün saf saf. Aileleri İmam Hatiplere yöneltmeyi amaçlıyor bu dizi diye düşünmek de…

O hayali de görünen o ki görümcesi sokmuş Meryem’in aklına. Kocası olacak kişinin kız kardeşi yani. (Görümcenin ne olduğunu bilmeyenler olduğunu bildiğim için bu açıklama. Var çünkü öyle kişiler.) Koca, kız kardeşini, olumsuz sözcükler kullanarak soruyor tarikat ehli kişilere filmin bir yerinde… ki kardeşini sevmediğini o olumsuz sözcüklerden anlıyoruz.

“Bundan sonra kadınların zaferi gelecek bence.” diyebiliriz ama henüz erken sanki. Bekleyip göreceğiz.

Biz dönelim eve. Evin annesiyle Meryem’in görümcesi, bir şekilde haberleşmiş ve bir plan yapmışlar. Görümce, bir İmam Hatip’te öğretmen. (Bu planın yapılış sırrına sonra ereceğiz, şimdilik bildiğimiz kadarıyla yetinmek zorundayız. Okul denince aklımıza İmam Hatip gelmeli. Gelsin! İkinci bölümde kolejden de söz edebiliriz. Fen liseleri artık yok mu yoksa?)

Görümce, valizleri sürükleyen Meryem’e çarpan kara çarşaflı bir kadın olarak filme giriyor. Kadın bu çarpışma sırasında Meryem’in avucuna bir not bırakıyor. Notta kendisini nasıl bulabileceği yazılı. Meryem sonrasında ne yapıp ne ediyor, görümcesini buluyor. Bu iki kadının ortak noktası Meryem’in kızı. Ama kendi yetiştirdiği kızı… Kız çok zeki. Süper zekâ… Öyle anlamamız sağlanıyor. Buraya kadar olanlar, o zekânın ziyan zebil olmasını istemeyen iki kadının mücadelesi.

Az ötede ise o güzelim zekâyı tarikat şeyhinin yeğeniyle evlendirmek isteyen kötü adam babanın planları, hayalleri var. Tarikatta kendine hatırı sayılır bir yer edinecek. El üstünde tutulacak. Ayrıcalıklardan yararlanacak. Vakfın evlerinde bedava oturacak falan.

Ancak ilk hayal kırıklığını burada yaşıyor baba. Tarikat vakfının adamı, kendilerine tahsis edilen dayalı döşeli ev için kira istiyor. O kirayı karşılamak için karısını çalıştıracak. Meryem’i bir börekçinin yanına gönderiyor. Kendisi de çalışacak mıydı, orasını gözden kaçırmışım. Belki yeniden izlemek gerekecek o kısmı. Öyleyse eğer, hakkını yemeyelim adamın.

Börekçi, Meryem’in bildiği gibi yapmıyor börekleri. Tereyağlı olduğu belirtilen etiketine rağmen, böreklerde başka yağ kullanmasını dayatıyor işçi kadınlar. Üstelik o yağ bile Meryem’in kullanmaya alışkın olduğu miktardan çok çok az. Yirmi böreklik yağı beş tepside kullanıyor Meryem. (Sayılardan emin değilim ama aşağı yukarı aralık böyle.)

Çatışma başlıyor. Adam ünlü börekçi. İşini bilen biri. Tarikatın adamı. Sözü geçer adam. Sözünün dinlenmemesi onu çok öfkelendiriyor. Meryem ise ahlaklı. Eğer yağ tereyağı değilse böreğin üzerindeki etiketin değiştirilmesini istiyor. Ve tabii ipler kopuyor. Burada, dindar adamın ahlaklı adam olmadığını görüyoruz. Eh, çıkar böyleleri, biz aslında iyi insanlarız! Çıkar ama tek tük çıkar, çok değil yani. İkinci bölümde cezasını buluyor adam. Sakalı kesiliyor. Bir tür aforoz. Bakın biz içimizde böylelerine yer vermiyoruz mesajı… Çok inandırıcı ama!

Evde, kara çarşaflı iki kadın tarafından hayatı kurtarılan laikçi amcanın, kurtulduktan sonra, o iki kadını elinin tersiyle dışarı ittiğini görüyoruz. İkinci bölümde de yeni kadının üstüne sıcak çorba döküyor sevimsiz şey! Onu sevimsiz bulmamız şart, çünkü 28 Şubatçı!

Biri anne sevgisiyle biri sevgisiz ve çok farklı yaşam koşulları içinde büyümüş ikizlerin karşılaşması da çok dramatik. Hele laik ortamda büyüyen ikiz tekinin biyolojik annesine “Pis” demesi, çok can yakıcı…

Bana öyle geliyor ki Meryem de aslında tecavüz mağduru. Bu ikizlerin babası da belki o baba değil, içinden bir köpeğin çıktığı o acayip odada yaşayan acayip bir adam… Bekleyip göreceğiz.

Eli sopalı sandığımız baba, ikinci bölümde Meryem’e kendini sopalatan baba oluyor. Biz, Meryem’i döveceğini sanıyorduk oysa…

Ayşe Çavdar’ın bilimsel bakışı, Tayfun Atay’ın iyimser yaklaşımı ve Ahmet Nesin’in ters köşe yaptıran gazeteci yorumlarından sonra izlemeye karar verdiğim dizi, beni çok düşündürdü. Galiba herkesi de öyle.

Ahmet Nesin, derin devletin tarikatlardaki tecavüzleri aklamak için yaptırdığı bir dizi olduğunu söylüyordu. Tayfun Atay, dizinin, kutuplaştırılan toplumda kucaklaşma sağlamak amacıyla yapıldığını iddia ediyordu. Ayşe Çavdar, her ikisi de ziyan edilmiş kuşakların ziyan edilmiş son kuşağının birbirleriyle yakınlaşmasını-anlaşmasını işleyen bir dizi olabileceği üzerinde duruyordu.

Ne var ki bu üç ayrı güçlü yorum, bir araya getirildiğinde bile, böyle bir dizinin yayına konmasının nedenlerini anlamama yetmedi. Çünkü bazı soruların yanıtları yine havada kalıyordu. Hâlâ da kalıyor. Hele bir de Serdar Öztürk’ün yorumu var ki evlere şenlik! Bütün tarikatları Erdoğanizm çatısı altında toplama niyeti görmüş dizide. Hani, “Olmaz öyle şey!” diyebilene aşk olsun!

25 kuruşun maliyetinin bir lira altmış dört kuruşa çıktığı, TL’nin değer kaybının akla zarar olduğu, çaresizliğe gark edilen insanların birer birer intihar ettiği böyle bir zamanda, bizleri oyalamak için bile yayınlanıyor olabilir.

Çünkü hiçbir dizi amaçsız yayına konmuyor. Burası kesin.

Niyetin ne olduğunu izleyip görelim.

Yorumlar (1)

Alev Subaşı 5 Ay Önce

Dizi katagorisinde en son biraz da alanım olduğu için Muhteşem Yüzyıl ' ı izlemiştim .Şimdi netten baktım 2011 yazıyor dizinin yılı için.( Netfiliks den izlediklerimi saymazsam ) Bu zamana gelene dek onlarca dizi konuşuldu , binlerce farklı habere konu edilerek ( Bir tür pazarlama stratejisi ) Hiçbirini merak edip izlemedim.Bunu da izlemeyi düşünmüyorum.Ülkede olup biten can acıtıcı hakikatlerin yeterince izieyicisiyiz. Ne diyeyim bu da eksik kalsın ..Saygılarımla.

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.