Ajans Bakırçay
2020-06-02 17:10:22

“Amman Amman Şiştik Valla”

Aysel Korkut

02 Haziran 2020, 17:10

2020 hiç unutulmayacak biçimde akıllarımıza kazındı ama gün ve ay adları gölgede kaldı. Hep evde, hep evde olununca o adlar önemini yitirdi ve işlevleri de sanki bir miktar azaldı. Pazartesi olsa ne olur, Cuma olsa ne olur, buna pek aldırmamaya başladık.

Sonrasında da günleri ve ayları artık birbirine karıştırır olduk.

Misal, ben bir ara Nisan'ı Mart sanmış, "Kazma kürek yaktırıyorsun." diye Nisan’a verip veriştirmiştim.

Şimdi de Haziran kendini Mart sanıyor, üşüttükçe üşütüyor. Onun da aklı karışık.

Dünyanın da öyle. Çünkü Dünya bu serin havaya rağmen ısınıp kaynıyor. Dünyanın ateşi, virüs kapmış da korona olmuş gibi aniden yükseldi. Düşürülemiyor da.

Adamın biri Twitter'da, "Amerika sonunda kendi ülkesine demokrasi götürecekmiş." diye gülüyordu dün. "Götürsün bakalım." dedim ben de. "Bu taraflara demokrasi getire getire Doğu’nun taşını toprağını demokrasiye doyurdu. Fazla demokrasi yemekten bizlere artık bulantı geldi. Biraz da kendi ülkesine çalışsın. Biraz da oraya demokrasi pişirip dağıtsın. Pişirirken de tencereyi, el alemin ülkesini karıştırıp durduğu aynı kaşıkla karıştırsın. Dağıtımı aynı demokrasi kepçesiyle yapsın."

****

Uzak gözlüğümü çıkarıp yakın gözlüğümü takınca baktım ve Kaz Dağları madeninin, yeni türemiş patronlardan birine satıldığını, madenin artık hepten yerli ve milli olduğunu gördüm.

Daha dün de Kaymaz-Karakaya altın madenine ikinci bir siyanür havuzu için izin çıktığını okumuştum.

Salda Gölü’ne dozerlerin girdiğini, Katar’la swap anlaşması gibi bir şey yaptığımızı, onlara Türk lirası sattığımızı falan. "Katar Türk Lirası ile ne yapacaktıysa…" diye düşünmeye kalmadan alüminyum folyoya sarılarak sokağa terk edilmiş bebek haberini görmüştüm.

Az önce de kulağıma bir ses çalındı. Meğer bu Houston Polis şefinin sesiymiş. Adam, Trump’a "Eğer yapıcı bir şey söylemeyeceksen ağzını kapat." diye sesleniyormuş. Vay canına! Bu ne cüret! Bu nasıl bir cesaret! Bizde olsa var ya!

Bir de Tamika diye bir kız var oralarda. "Biz talanı sizden öğrendik. Geldiniz buradaki yerlileri talan ettiniz. Biz şiddeti de sizden öğrendik." diyesiymiş o kız. Ağzına acı biber bile sürmediler kızın. İnsan şaşırıyor. Hatta şaşırıp kala kalıyor bazen. Bizde olsaydı çoktan acı biberle kavurmuştuk dilini.

****

Konular çok hızla ortaya çıkıyor, çıktığı hızla da kayboluyor. Okuduğun konulardan birisi hakkında bir şeyler yazmayı düşünüyorsun. Hangi konuyu yazacağını, neyi neresinden tutacağını hem bilemiyorsun hem zaten sen daha yazının başına oturmadan o konu artık eskimiş oluyor.

Yıllar yılları jet hızıyla kovalıyor, eskiyenin yerine yeni yıl gelip yerleşiyor, ama bir sonraki yıl daha da hızlı davranıp o geleni çabucak yerinden ediyor. (Sadece taşlaşmış liderler hep aynı. Onlar hiç yerlerinden kıpırdamıyorlar. Eskidikçe biraz daha betonlaşıyor, daha bir kalıcı oluyorlar. Meydanlardaki yüzlerce yıllık sanatsal heykeller gibi. Maşallah diyorum, nazar değmesin hiçbirisine. Kırk bir kere maşallah!)

Bu hızlı gidişi aralayıp başını uzatıyor, şöyle bir bakıyorsun ve o gün on yedi yaşında olan Ali İsmail'in "Vurmayın öldüm." deyişinin ve buna rağmen dövüle dövüle öldürülüşünün üzerinden tam yedi yıl geçmiş olduğunu görüyorsun. Yedi kocaman yıl.

Can yok etmeyi kendilerine birincil iş edinenlerin dövmekten, vurmaktan, tecavüz etmekten, balkondan atmaktan, yolda durdurup bıçaklamaktan, aşağı çağırıp öldürmekten vazgeçmediklerini de görüyorsun.

Hangisini aklında tutacağını, hangisini unutmayacağını, hangisi hakkında iki kelam edeceğini şaşırıyorsun.

Yirmi yaşındaki Barış Çakar’ın, balkonunda oturmuş Kürtçe müzik dinlerken aşağı çağrılıp öldürülmesi haberini endişeyle okuyor, okumakla kalmayıp "Ama ezan okunuyormuş." diye katilleri savunanlara tosluyorsun.

Haberin doğru olup olmadığını araştırmak, daha net bilgiler edinmek için webe Barış Çakar yazıyorsun, burun estetiği yapan Barış Çakır’la ilgili bilgiler çıkıyor.

Kürt yazıyorsun bu kez, önüne, bir Kürt aşiret reisinin, Süryani Köyü olan Odabaşı’nın arazilerine zorla el koyduğu haberi geliyor.

Arkadaşım yan odadan seslenip “Gülistan Doku nerede?” diye soruyor. “Özgecan’dan sonra yaklaşık iki bin kadın öldürüldü. Haberin var mı senin?” diyor. Elinde de Kutsal Kitaplar’ın Makus Tarihi adlı bir fotoğraf tutuyor. Foto dörde bölünmüş, her birinde kutsal kitap tutan bir lider resmi var.

Bir başka arkadaşım, "Neyin gerçek neyin uydurma olduğundan emin olamadığımız şu ortama bir de arttırılmış gerçeklik gözlüklerinin sunulmak üzere olduğunu biliyorsun değil mi?” diye soruyor (Denildiğine göre Apple’ın, büyük bir gizlilikle üzerinde çalışmakta olduğu bu gözlükler cep telefonlarının terliğini dama atacak potansiyele sahipmiş.) ve sen kendini “Bir arttırılmış gerçekliğimiz eksikti, o da gelsin de tamam olalım." derken buluyorsun.

****

İsveç vatandaşlarının birçoğunun gönüllü olarak kendilerini çiplettikleri, devletlerin yurttaşlarını cep telefonları kanalıyla izledikleri, akla zarar gelişmelerin peş peşe yaşandığı şu Black Mirror günlerinin tam ortasında elim her gün kendiliğinden yedi yıllık bir videoya gidiyor. Tencere Tava Havası’na.

O benim, kalıplaşmış ve umutsuzluk yayan "Yapacak bir şey yok!" cümlesine olan itirazlarımdan sadece birisi.

Açıyor ve dinliyorum. Her gün düzenli olarak dinliyorum.

"Amman amman bıktık valla. Amman amman şiştik valla."

Öneririm. Çok iyi geliyor.

Sağ ol Kardeş Türküler. İyi ki varsın.

Yorumlar (1)

Netice gürarslan 4 Yıl Önce

Son günlerin tamamını harmanlamışsın

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.