Ajans Bakırçay
2021-02-18 11:57:03

Yazmak

Recai Şeyhoğlu

recaiseyhoglu1952@gmail.com 18 Şubat 2021, 11:57

Bendeki kitap sevgisi ilkokuldaki öğretmenim Okyar Tan’ın henüz üçüncü sınıftayken armağan ettiği Baba Evi’yle mi başladı, yoksa babamın eve taşıdığı 6 ciltlik Hayat Ansiklopedisi, menkıbeler ve sürekli getirdiği gazete ile mi kesin bilemiyorum. Hayat Ansiklopedilerini parça parça getirmişti. Demek ki altısını birden vermiyorlardı o günlerde. Her getirdiği cildin sayfalarını merakla açıyordum. Gel gör ki babam benden daha meraklıydı. Arada bir sorun da çıkıyordu bu nedenle. O ansiklopediye çok şeyler borçluyum doğrusu.

Salihli Ortaokulu’ndayken ya Özden Hanım ya da Kazım Bey olsa gerek günce tutmamızı isterdi. Sabah kahvaltıda yediğim peynir zeytinden tut, o gün kimlerle oynadığım, nerelere gittiğim ve annemle babamın hangi komşuya oturmaya gittiğine kadar her şeyi yazar olmuştum defterime. 1967’de ise ilk hatıra defterimi aldım. Öğretmenlerim, annem, babam, amcam, teyzem, halam, halakızım, halaoğlum, amcaoğlum ve sınıf arkadaşlarım benim için bir şeyler yazsın istemiştim. Aradan 54 yıl geçti. O Hatıra Defteri hâlâ elimin altında. Kemal Nehrozoğlu, Yekta Güngör Özden, Öcal Uluç, Fahir Işıksız, Hakkı Ülkü, Avram Ventura, Mehmet Atilla, Feyza Hepçilingirler, Öner Yağcı, Ahmet Büke, Kemal Lökçü, Salim Çetin, Selahattin Tural, Gül Coşkun, Salih Özkul, Mehmet Özçataloğlu, Hasan Efe, Özcan Durmaz, Mehmet Gönenç, Erol Engel, Hidayet Karakuş gibi yakın dostlarımla zenginleşmiş olarak…

54 yıl nasıl korumuşum ben o defteri anlayabilmiş değilim. Özdemir İnce gibi çok iddialı konuşacağım bu konuda, "Böyle bir defter kimsede yoktur!"

Lisedeyken, kompozisyon dersimize giren öğretmenimiz sınav günlerinde bir konu veriyor ve o konuyu genişletmemizi istiyordu. Konuyu, giriş- gelişme- sonuç şeklinde kaleme alıp hocaya ilk teslim edenlerden biri hep ben oluyordum. Hoca da şaşıyordu kısa sürede yazdığıma… Sivas Eğitim Enstitüsü’ne girdiğim günlerde, otobüs yolculuğu başlığı altında yazdığım ilk öykücüğümle dersimize giren hocayı ve sınıftaki sarkık bıyıklıları ürküttüğüm daha dün gibi aklımda.

***

Urfa’daki öğretmenlik günlerimden sonra atandığım Bergama’da ise Orhan Kemal romanları, bende yazma aşkının fitilini ateşledi. "Ben de yazmalıyım." demeye başladım.

Günceler, kitaplar ve bitmez tükenmez merak… Sonunda doğurdum.

Yıl 1995’ti. Öykülerden oluşan 'Borlu Derebeyinin Ölümü' çıktı. İleri Kitabevi yayını olarak… Tabii ki ben öykü diyordum yazdıklarıma. Herkes diyor muydu, orasını bildiğim yok. "Sen şimdi yazar mı oldun?" diyenler de yok değildi tabii ki…

O gün bugün sürüyor yazma aşkım. Aslında Türkiye’de yaşamış olmanın avantajı bu. İsviçre’de, İsveç’te, İzlanda’da, Finlandiya’da, Danimarka’da yaşasaydım bu şansı yakalayamazdım. Gene Özdemir İnce edasıyla bunu söyleyebilirim çok rahatlıkla…

Tevazuya gerek yok… Bu bir Tanrı vergisi… Yazmazsam yapamam ben! Hasta yatıyorken, duş yapıyorken, uzun uzun yürüyorken bile türlü çeşitli konularla boğuşmaktayım.

Mutfaktaki bankoda av peşindeki aslan süratiyle yürüyen karınca, her akşam ciyak ciyak nişana/ sünnet törenine gider gibi tepemizden gruplar halinde geçen martılar, çöp tenekesinden acele acele pet şişeleri toplayıp yanındaki çuvala atan kağıt toplayıcıları, iki saatlik otobüs ya da tren yolculuğunda sürekli camdan dışarı bakan/ eline gazete ve kitap almayan Ahmetler/ Ayşeler, metroda yolculuk yapıp ayakta duruşunu ertesi günkü gazetelere servis eden başkanlar, müşterisine tezgahında görülen taze fasulyeler yerine poşete önündeki kart fasulyeleri sokuşturuveren pazarcılar, damat olan eski maliye bakanının gözleri, cumhurbaşkanının efelenmeleri, Fatih Terim’in üst dudağını ısırması, Çağla Şikel’in bikinisi, Özgür Özel’in heyecanlı konuşmaları, ceza yazan trafik polisinin sürücüye olan bakışı, delik deşik pantolonu ya da var gibi yok gibi şortuyla sağa sola bakınarak yürüyen kızlar, göbeği açık kızların kendilerine bakıldığında penyesini aşağıya doğru çeker gibi utangaç halleri, nerde gölge varsa oraya park eden köpeklerin kendinden geçmişçesine uyumaları, önündeki kadın sürücüyü geçerken onu sıkıştırmaya çalışan şoför İbraam’ın sadistçe sırıtan yüz ifadesi, yüzmek varken saatlerce Marmaris’teki üstsüz Kievli güzelleri seyre dalan ve pespembe kızaran bizim Aliler, akşam sabah televizyonlarda futbol karşılaşması izleyen ev erkekleri…

Kaynağım onlar. İyi ki varlar… Türkiye’yi/ insanımı çok sevmem bundan… Bern’de, Stockholm’de canımın sıkılması bundan…

Varşova yakınlarındaki Sherpc’te bir gazeteyi ziyaret ettiğimde sorup soruşturmuştum. Gündemsizlikten sıkılıyorlardı.

Benim ülkemde ise ertesi günün gazeteleri basılmadan önce gazete manşetleri belki beş kez değişmekte. Var mı ülkemden güzeli?

Ben hareketi seviyorum. Hareketlilik yarıyor bana. Durgunluk, 90 yaşındaki Zelika ninemin işi. Edeviya Hanım Teyzeyle İfakat halanın işi…

Sağıma bakıyorum haber, soluma bakıyorum makale, önüm hikâye, arkam roman… Şiir ise gün boyu!

İşi yazmak olanlar için Türkiye’nin cennet olduğunu söylemek hiç de yalan/ yanlış değil!

Yazmak bir aşk benim için! Kuru fasulye ile pilav yemek gibi… Yemek üstüne sade bir kahve içmek gibi… Mersedesin son modelini kullanmak gibi… 15 günlük Uzakdoğu seyahati gibi… İranlı bir güzel ile akşam yemeği yemek gibi, Yemek öncesi tek kadeh rakı içmek gibi… Binlerce kilometre yükseklikten yeryüzünü görmek/ dünyanın yuvarlaklığını yeniden keşfetmek gibi… 

2007 ya da 2008’de Kopenhag’a inmek üzereyken yaşamıştım bu zevki ben. Gel de yazma, "Patronun evinden dünyaya bakış" öyküsünü…

Yazmak bir tutku bende.

Somerset Maugham, başka türlü söylüyor bunu: "Yazmak bir alışkanlıktır. Alışması kolay, bırakması zordur."

 Somerset Maugham yerine aslında ben söylemeliydim bunu. Orta ikinci sınıftan beri tutsağı olmuşum yazmanın. Bu tutkuyu yaşayanlardan biri Amerikalı. Üç çocuklu bir anne. Caroline Miller.

 Pulitzer Ödülü’nü kazanmış olan Caroline Miller, kek almaya gittiği markette kasadayken bile yazan biri.

Demek ki onun yanında sınıfta kalıyorum ben.

Ben, yazı sevdasına kapıldığımda yazar olmak gibi bir düşünceyi aklımdan geçirmiyordum hiç. Yeter ki yazayım… Sonra sonra öğrendim, yazdıkça günün birinde yazar olunacağını… Şu da var ki 'yazarım' diye ortalıkta dolanmayı da sevmiyorum. Kitaplarımın sayısı 33 oldu. Yazar olduğumu söyleyenler yok değil ama ben 'yazarım' diyemiyorum. Kitaplarım aranıp sorulmuyor, Recai ne yazmış denilmiyorken, yazdıklarımı takip edenler yokken 'yazarım' demek bence kendi kendine gelin güvey olmak.

Keşke, yazı yazmaya başladığım günlerde iyi okur olmanın yollarını öğrenebilmiş olsaydım.

Programlı/ iyi bir okur olmadığımı ise biliyorum.

Keşke, okumaya yazmaya başladığım günlerde bana da birileri 'tahta kafa' deseymiş de hırslanıp Balzac olabilseydim. Belki biliyorsunuz, Balzac’a öğretmenleri 'Tahta Kafa' adını takmışlar. Ailesi de onun edebiyatla ilgilenmesini engellemek istemiş. Hatta tanıdığı tek eleştirmen olan bir arkadaşı ona yazardan başka her şey olabileceğini söylemiş.

İşte o Balzac, sonraki günlerde sekiz yıl içinde otuz bir ciltlik kurmaca yazılar yazıyor. "Zengin ve ünlü olmak için yazıyorum." diyen de Balzac.

En büyük yazarların, ürettikleri yıllar boyunca daima not defterleri tutmuş olduklarını öğrendiğim günlerde ben de bunu uygulamak istemiştim. Yazar olmak hayaliyle yanıp tutuşmasam da , Orhan Kemal romanları ve Orhan Kemal aşkı nedeniyle günün birinde kitaplarımın çıkabileceğini tahmin etmiyor da değildim… Bu nedenle olsa gerek, her önemli gördüğüm yazıyı/ gazete kesiğini ya da bir romandan aldığım paragrafı hep saklar oldum. Halıların altı, etajerin gözleri, karyolanın altındaki gömlek dosyalar hep o notlarla dolu. Eminim, ben öte tarafa göçünce onlar da çöp sepetini boylayacak. Keşke bir müze evim olsa da onları hep koruyabilsem…

İllâ söylemek gerekir ki, "Dâhi yazar yoktur, dâhi okur vardır." Kim söylemişse ellerinden öpüyorum.

Yazma eylemi içinde bulunanlar ve ileride yazar olmayı düşünenler için bir pusula bu. İyi okur değilseniz iyi yazar olamazsınız. İki kere ikinin dört ettiği gibi bir realite bu!

Kanıt mı? Dostoyevski!

Lise yıllarımda okumakta olduğum kitaplar için "Bırak bu zırvaları!" deyip de elime teorik kitapları veren büyüklerim geliyor gözümün önüne… Kendi tercihim olan kitapları okumaya devam etseydim bugünden çok daha iyi olacaktım. Önüme sürülen ve dayatılan kitapların bana estetik haz verdiğini söylemem çok zor çünkü.

Yazma aşkı ve heyecanı dedik durduk. Daha doğrusu yazmanın aşk demek olduğunu, bunun bende bir tutkuya dönüştüğünü söylemeye çalıştım.

Başkalarının ne dediğine bakkalım şimdi de:

Jose Saramago: "Ölümü geciktirmek, yaşamı uzatmak için yazıyorum."

Sait Faik Abasıyanık: "Yazmasam deli olacaktım."

James Baldwin: "İnsan hayata karşı sorumludur. İçinden çıktığımız ve geri döneceğimiz korkunç karanlığın içinde küçük bir ışık huzmesidir o."

Jorge Luis Borges: "Yazmak için konu aramıyorum. Konular beni buluyor. Kafama takılan sorunları anlatmak için yazıyorum."

Heinrich Böll: "Yazmak benim için yaratmaktır."

Milan Kundera: "Yazmak benim için herkesin söylediğinin tersini söyleme zevki, yani herkese karşın tek başına haykırmanın direncidir."

Adonis: "Tanrının söyleyip de yazmadıklarını duyurmak için yazıyorum."

Necib Mahfuz: "İçimdeki gizli güçleri dile getirmek için zevkle yazıyorum. Okunmak için yazıyorum. Yaşamakla yazmak aynı şey."

Tevfik Al- Hâkim: "Okuyucuyu düşündürmek için yazıyorum."

Günter Grass: "Yazıyorum çünkü başka bir şey yapamam."

Umberto Eco: "Yazıyorum, çünkü çocuklarım büyüdü. Artık hikâye anlatacağım hiç kimse yok."

Friedrich Dürrenmatt: "Yazıyorum, çünkü işim bu. Para kazanmak için diyebilirim, demiyorum. Neden böyle güç bir meslek seçtim onu da bilmiyorum."

Jorge Amado: "Yazmadan duramam. Halkın üzerinde bir etki yaratmak istiyorum. Daha iyi bir yaşam düzenine ulaşmak için yazıyorum. Askeri diktatörlüklere karşı koymak için yazıyorum."

Georges Simenon: "Çocukluğumda yazı yazma gereksinimi duydum ve yazmaya başladım. Yazmazsam rahatsız oluyorum."

Erskine Caldwell: "12 yaşından beri düşündüklerimi yazıyla anlatıyorum. Benim için yazıdan başka çare yok"

Rafael Alberti: "Ben barışın yazarıyım. Şimdi bir karanfille bir kılıcın arasında yaşıyoruz."

Michel Tournier: "Okunmak için yazıyorum."

Salman Rushdie: "Yazıyorum, çünkü yaratmayı seviyorum. Çoğu zaman kurmacaya başvuruyorum. Çünkü kurmacayı seviyorum. Kurmacada bir yığın gerçek buluyorum. Bir odaya kapanıp yazmak bana çok uygun geliyor. Yazıyorum, çünkü yazmadan nasıl yaşayabileceğimi henüz keşfedemedim. Yazarken dünyayla hesaplaşıyorum. Ben bir göçmenim, yazarken kendi dünyamı yaratıyorum."

Anthony Burgess: "Yazıyorum, çünkü hayatımı yazıyla kazanıyorum."

Chen Jo Hsi : "Çocukluğumdan beri arkadaşlarıma hikâye anlatmasını severim. Onların bazıları ağlatır, bazıları güldürürdü. Bu benim çok hoşuma giderdi. Yazarlığı bunun için seçtim."

Wole Soyinka: "Yazmak benim mazoşist yanım galiba."

Giorgio Manga: "Neden yazdığımı bilmek istemiyorum. Başkaları beğeniyor, ben de yazıyorum."

Silvina Ocampo: "Başkalarının neleri seçmeleri gerektiğini göstermek için yazıyorum. Dünyadaki önemli olayları, yani dostluğu/ aşkı/ sanatı ve siyasal olayları vurgulamak için… Kâğıtlarda bizden bir şeyler kalsın istiyorum."

Birago Diop: "Kendi kişisel zevkim için yazıyorum."

Jayanendra Kumar : "Kafamı kurcalayan bazı düşüncelerden kurtulmak için yazıyorum."

Nicolas Guillen: "Düşmanlarımı ateşle susturamıyorum. Bunun için de yazıyorum."

Ba Jin: "İnsanın edebiyata gereksinmesi vardır. İnsan kafasındaki biriken çöpleri temizlemek ister. Ben, kafamda birikenleri temizlemek, çevremi ve yaşamı değiştirmek için yazıyorum."

Hıfzı Topuz ise yazma eylemini, 'düşünce paylaşımı' olarak görüyor.

***

Ey sevgili okur!

Ne mi demek istiyorum…

Matbaa, bildiğiniz gibi Osmanlı’ya ancak 250 yıl sonra İbrahim Müteferrika tarafından 1727’de değil, 1639’da IV. Murat’ın emriyle Yahudilikten dönme Bünyamin (Benjamin) tarafından getirilmiş.

Ama… Deli İbrahim’in emriyle de 1640’ta yok edilmiş.

Deli İbrahim dedikleri, sokağın delisi değil, padişah!

Gene bildiğiniz gibi, 1577’de kurulan rasathane de 1580’de III. Murat’ın emriyle Kaptan-ı Derya Kılıç Ali Paşa tarafından uğursuzluk getireceği gerekçesiyle yok edilmiş.

Matbaaya olsun rasathaneye olsun zarar veren sıradan cahiller değil!

Cahilleştirilmişleri kullanan tiranlar/ krallar/ padişahlar!

Sivas’ta, Maraş’ta olduğu gibi…

Tanı onları!

Amerikan ilaç firması 'Soliris' çok pahalı böbrek ilacı üretiyordu. ABD Menkul Kıymetler Komisyonu, bu firmanın satışlarını arttırmak için Türkiye, Rusya, Brezilya, Kolombiya’da yüklü miktarda rüşvet dağıttığını saptadı. Firmayı sorguya aldılar. Firma, rüşvet dağıttığını kabul edince 21 milyon dolar para cezası ödedi. Fakat bu arada Türkiye’de Sağlık Bakanlığı Sağlık Hizmetleri Komisyonu üyelerinin her birine 100’er bin dolar rüşvet dağıttıklarını da itiraf etmiş olsalar gerek ki, dağıtılan toplam 1,3 milyon dolar kayıtlara girdi ve bütün dünyaya ilan edildi.

Rüşvetin yenildiği tarihlerdeki iki sağlık bakanı Recep Akdağ ve Mehmet Müezzinoğlu (2010-2015) idi.

İki eski bakan Ankara Cumhuriyet Savcılığına başvurup konunun araştırılmasını istiyor.

Henüz bir sonuç yok!

Rüşveti yiyenlerin kim olduğunu öğrenmek için çabalamak/ öğrenmek ve yazmak gerek.

Bu konuda polisiye bir roman mı yazılır yoksa öykü mü?

Şurası kesin ki yazmak için bir cennette yaşıyoruz.

***

2020 Temmuz’unda Ayasofya, Recep Tayyip Erdoğan tarafından ibadete açılmıştı ya…

Erdoğan daha önce ne diyordu:

"Ayasofya cami olarak açılsın diyenlere sesleniyorum. Sultanahmet’i doldurun sonra bakarız. Sultanahmet’i doldurmayacaksın, Ayasofya’yı dolduralım diyeceksin. Bu oyunlara gelmeyelim, bunların hepsi tezgâh! Biz ne zaman neyi, nasıl yapılacağını çok iyi biliyoruz. Bu namussuzlar böyle dedi diye biz adım atmayız. Ayasofya ibadete açılsın diyenler dünyayı tanımıyor. Ben bir siyasi lider olarak bu oyuna gelecek kadar siyasi istikametimi kaybetmedim. Ayasofya’yı camiye çevirmenin faturası çok ağırdır."

Burnuma biraz komedi biraz trajedi kokuları geliyor. Şener Şen için bulunmaz bir film olmaz mı bu konu?

Yazmak için harika bir öykü konusu olmaz mı?

Ya, densiz bir müteahhitin "Bu milletin a….. koyacağız!" sözü…

Düşünebiliyor musunuz bu müteahhit, dünyada en fazla ihale alan ilk beş şirketten biri…

Özetin özeti… Bu ülke yazmak isteyenler için bir cennet!

Yorumlar (3)

Ömer Karcı 3 Yıl Önce

Ne güzel,akıcı ,anlaşılır ve şiirgibi yazıyorsunuz.

MEHMET UĞUR SEPİL 3 Yıl Önce

Recai HoCam çok güzel yazmışsınız

Mehmet Büyükçelik 3 Yıl Önce

Harika bir yazı... Çok bilgi içeriyor. Herkes okusa ne iyi olur...

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.