21 Mayıs 2007’de Karabağlar ilçesi Bozyaka semtindeki ‘Celal’in Yeri’ nde 17. Kitaplığımızın açılışında Muzaffer İzgü şöyle demişti:’’ Recai Şeyhoğlu, Kütüphaneciler İmparatorudur. Sayın Rasime Şeyhoğlu ise Kütüphaneciler İmparatoriçesidir.’’
Canım Muzaffer abim!
Bundan iki yıl önce de Adnan Binyazar, Cumhuriyet’teki köşesinde annemi ‘ Kütüphaneciler İmparatoriçesi ‘ başlığıyla anlatmıştı.
Cumhuriyet Gazetesi Vakfı Başkanı/ Cumhuriyet Gazetesi İmtiyaz Sahibi Alev Coşkun da ‘’ Sen Kütüphaneciler Kralısın! ‘’ deyince itiraf edeyim koltuklarım kabardı.
2 Haziran’dan bu yana Bergama ve Tire’de 63. ve 64. Kütüphanelerimizi, 4 Ağustos ‘ta da Karşıyaka/ Fikri Altay Mahallesi Muhtarlığında 65. Kitaplığımızı açtıktan sonra düşünür oldum. Bir başka ilde ya da ilçede bizim yaptığımız işi yapan var mıdır acaba?
Yıllar önce Bakanlık yapmış olan Alev abi, laf olsun diye konuşmuyor herhalde.
Bilgisunara girince de göremiyorum zaten, bizim yaptığımız işi yapan birilerinin varlığını... Bildiğim, Alaşehir köylerinin okullarında emekli bir albayın 30’a yakın kitaplık kurduğu…
Biz bu konuda Türkiye’de bir İLK’iz galiba.
***
Kütüphanelerimizden önce yaşadığım başka bir mutluluğu paylaşmak istiyorum.
25 Temmuz 2025’te Ankara/ Favori Yayınları’ndan çıkan üç kitabımı…
‘ Rasime - Recai Şeyhoğlu Kütüphaneler Zinciri İle Aydınlanma Evlerine Toplu Bakış / 2002-2025 ‘, ‘ Değerlere Saygı’ ile ‘ Yazıyla Fotoğraf Çekmek ‘
Biri kütüphanelerimiz, diğeri anlatı/ öykü, üçüncüsü de deneme türündeki yazılarımı anlatan üç kitap…
Sarı sıcaklarda üç kitap!
Doğrusu bu ya, kendimi kutlayasım geliyor.
72. yaşımın üçüncü ayında yaşadığım bu mutluluğa omuz veren Sarımsaklılı Ahmet Sercan Duman’dan da söz etmeliyim bu arada.
Annemin sonsuzluğa göçtüğü 21 Ağustos 2025’ten bir gün sonra İzmir’den ayrılmış, Sarımsaklı’da yalnızlığın kucağına bırakmıştım kendimi. Hergün en az 10 kilometre yürüyor, düşler kuruyor, yüzüyor, güneşleniyor, akşamları da üç dört kadeh rakıyla üzüntümü dağıtmaya çalışıyor, gözümün önüne getirdiğim canım annemle konuşup duruyordum. Pikeyi üstüme aldığımda da doya doya ağlıyordum.
Onu toprağa verirken ağlamamıştım hiç. Herkes ‘ anneci ‘ olan beni dirayetli görsündü. ‘ Recai perişan oldu.’ demesinlerdi.
Sarımsaklı’da gören yoktu nasıl olsa… Her gece doya doya ağlıyordum.
Ekim ayıyla birlikte düzenli olarak her akşam postanenin altındaki internet kafeye gidip acılarımı, sevinçlerimi, dertlerimi yazar oldum. Yazıyor olmak benim için dünyanın en güzel uğraşı çünkü.
İşyeri sahibi genç Sercan Duman’ı bu şekilde tanımış oldum. Yazıp çizerken bilemediklerimi/ yapamadıklarımı da onun yardımıyla çözüyordum.
Yazmak, beni hem dinlendiriyor hem de yaşadığım acıdan bir nebze olsun uzaklaştırıyordu.
Dört beş ay sürdü bu.
Şaka maka iki kitabımı o günlerde bitirdim.
Bu arada Sercan Bey’i ve ailesini de iyice tanımış oldum.
Yaz gelince kâh tek başıma kâh eşimle burada deniz-güneş-kum tatilindeyim. Sarımsaklı’nın kumsalı bildiğiniz gibi dillere destan! Emekliye ayrıldığım günlerde almıştım buradaki evimi.
Bu arada hemencecik söylemiş olayım. Meşhur mu meşhur biriyle de aynı kumsalı paylaşıyorum burada. Hülya Avşar ile… Merakımı yenemeyip gidip tanıştım da… Akçapınar Mahallesi’ne Hülya Avşar adıyla bir kitaplık kurmasını önerdim kendisine. Bir başka görüşmemizde bir kitabımı armağan ettim. Eşimle de tanıştırdım bir defasında.
Çok ilginçtir, ülkemizin en meşhur / en güzel kadınlarından biri olmasına karşın ben onun sezonluk kiraladığı çardakta yanındakilerle muhabbet ederken dikkat çekici davranışlar sergilediğine hiç tanık olmadım.
Yine bir gün yanından geçiyorum. Yanımda da eşim… Elini beline koyup bana şımarık şımarık bakmasın mı? Sandım ki eşime ‘’ Eşin her defasında bana çok bakıyor.’’ gibisinden bir laf edecek, beni gammazlayacak. Öyle şımarık şımarık bakıyor ki görmelisiniz. Aynı filmlerindeki gibi…
‘’ Sahilimizin en güzel kadınına merhaba! ‘’ deyiverdim. Ne diyecektiyse diyemedi tabii.
Ezcümle… Ayıptır söylemesi, o güzel kadın bizim kumsalımızın/ denizimizin ve güneşimizin ortağı. Komşumuz diye ben de eşime dostuma hava atıyorum sayesinde.
Sercan Duman’dan söz ediyordum sahi…
Öyle güzel bir aileye sahip ki…
Fakat onun en önemli bulduğum özelliği, mükemmel bir eş ve baba olduğu…
Azra Hanım’a, Demir ve Defne’ye olan düşkünlüğüne hayranım doğrusu. İyi eş ve mükemmel baba diplomalı (!)biri… Düşünün, üşenmeden Demir’le ta İstanbul’a Beşiktaş’ın maçlarına gidiyor.
Ben onu iyice öğrendiğim gibi o da beni etraflıca tanır oldu. Örneğin, yazılarıma pek yabancı değil. Açtığımız kütüphanelerden de haberdar. Hem de ailece…
Bana olan ilgisinden de cesaret alarak dosyalarım Favori Yayınları’na teslim edildiği günlerde bir öneride bulundum Sercan Bey’e. Bir kitabımın basım giderini karşılaması konusunda.
Hiç düşünmeden ‘ evet ’ deyince mutlu oldum tabii ki.
Bilmeyenler için söylemiş olalım. Artık yayınevleri adınız Zülfü Livaneli, Orhan Pamuk, Elif Şafak vb. değilse paranızı almadan kitaplarınızı basmıyor. Haksız da değiller hani!
Ben çok bilinen biri değilim ki… Diyelim ki kitabımı bastılar. Kaç tanesini satabilecekler ki…
Sercan Bey, elimden tutmuş oldu. Şimdi de o kitabın Ayvalık’ta tanıtımını yapacak, okurlarımızla buluşacağız. Ne de olsa çeyrek yüzyıla yakın Ayvalık ikametgâhımız var, herhalde ilgi duyup gelen dostlarımız olur.
Bir imza- söyleşi günüme Öcal Uluç ta Urla’dan kalkıp gelmişti buraya. Bu kez de gelen giden olur herhalde.
Ben, şanslıyım. Kitaplarımın basımı konusunda sponsor bulabiliyorum.
Yazan çizen arkadaşlarımızın da Sercan Dumanlara ulaşabilmesini diliyorum.
Kütüphaneciliğimize yeniden dönecek olursak…
***
1 Ağustos’ta Kemalpaşa ilçesindeydim. CHP İlçe Başkanlığında…
66. kütüphane için… İlçe yöneticileri, kadın kolu başkanı ve gençlik kollar başkanı ile biraz kitap biraz siyasetten sonra Kütüphanemizin adının ne olacağını söyledim: ‘ Rasime Şeyhoğlu - Özcan Durmaz Kütüphanesi’
Özcan Durmaz, iş ve siyaset dünyasından bir kardeşimiz. 80’li yılların ortalarında Bergama merkezde öğretmenlik yaparken tanıştığım kitap/ kırtasiye işi yapan beyefendiler beyefendisi Mustafa Durmaz abimizin oğlu.
Kütüphanecilik yaşamımızda bize sağladığı olanaklarla imecemizin görünmez kahramanlarından…
CHP Aliağa İlçe Başkanlığı ve CHP İzmir İl Başkan Yardımcılığı yaparken de partisine önemli katkıları olan biri… Umarız günün birinde onu İzmir milletvekili olarak parlamentoda görürüz.
Gençlik kolları başkanı, Kemalpaşa’da Nazım Hikmet adına da bir kütüphane açıp açamayacağımızı sorunca hiç düşünmeden evet dedim.
Diyeceğim o ki, yakında iki kütüphane ile Kemalpaşa toprağında olacağız.
Son yıllarda neden CHP örgütlerinde kütüphane açtığımıza gelince…
Karşıyaka Belediyesi, 21 Şubat 2025’te, 10 yıl önce kurduğumuz ‘ Mehmet Atilla Kitaplığı ‘ nı kapatıp iki buçuk yıl sürdürdüğümüz ‘ Bilim- Sanat-Edebiyat ‘ söyleşilerine de son verince ( Son veren de belediyenin kültür müdürü ), Çatı Bostanlı’da açtığımız kitaplığın envanteri açılışın 10. ayında bile çıkarılmayınca, Demirköprü’de açtığımız ‘ Veli Lök- Rasime Şeyhoğlu Kütüphanesi’nde Attila Aşut’un gönderdiği kitaplar yok olunca, ölen oğlu Ozan Aşut’un metale kazılı isimliği de bulut(!) olunca ( Uyarılarımıza karşın bulunamayınca) belediyelerde kütüphane açma şevkimiz kırıldı.
Başkan, bence bunların hesabını sormalı ilgili kişilere. Soruyordur herhalde diye düşünmek istiyorum.
2 bine yakın kitabı olan ve sürekli okuru bulunan bir kitaplık kapatılır mı hiç?
Attila Aşut’un Ankara’dan gönderdiği 50 kitap neden yok olur ki?
Rafa çakılı olan metal isimlik neden yok edilir ki?
Parti örgütlerinde birisi koyduğumuz kitapları yok etmiyor en azından.
Mehmet Atilla Kitaplığı’nın kapatılması gibi bir vandallığa imza atan Karşıyaka Belediyesi’nin kitaplarımızı gasp etmesini hâlâ unutamıyorum. Şimdi, bizim kitaplarımızla bir başka yerde bir başkasının adına kitaplık açacak beyefendiler/ hanımefendiler. Utanç değil midir bu?
***
Temmuzun sarı sıcaklarında iki hasta ziyaretinde bulundum. Hastalarımızın ikisi de tıp doktoruydu. Her ikisi de profesör… Biri, babam bildiğim Veli Lök, diğeri oğlum bildiğim/ yıllar öncesinden öğrencim Tanju Çelik. Her ikisine de şifa diliyorum.
40 yıl öncesinden tanıdığım Veli Lök; tıp dünyasının yakından tanıdığı bir ortopedi/ travmatoloji profesörü. Fakat onu gerek İzmir gerekse de Türkiye, insan hakları mücadelesine ve Barış davasına yaptığı katkılarla tanıyor.
Abim, amcam, babam bildiğim Veli Lök, benim aynı zamanda siyaset dünyasından da yoldaşım!
***
Gelelim bugünlere…
Önümüzdeki günlerde Kemal Nehrozoğlu, Kemal Anadol, Öcal Uluç, Ardahan Totuk, Ünal Ersözlü, Erdal Karademir, Özcan Durmaz, Serkan Aksüyek, Erkan Ünsal, Seydi Önder, Çağdaş Baray, Selman Boyacıoğlu, Salim Çetin, Mehmet Ali Çalkaya, Hasan Zeki Sungur’la bir akşam yemeğinde buluşarak hem şiirler okuyacağız hem şarkı söyleyeceğiz hem de sorunlarımızı paylaşacağız. Güzelliklere imza atacağız.
Canınız çekerse buyrun gelin!
***
Başka bir konu…
Erdal Karademir’in ‘ CHP’nin hafızası ‘ diye betimlediği Kemal Anadol’un ‘ Filmi Geriye Sarınca’ adlı anı kitabını okudunuz mu bilmem.
Kemal Anadol’u çoğu kişi siyasetçi/ hukukçu olarak biliyor. Dile kolay, beş dönem milletvekili seçilmiş bir siyaset adamı. Siyaset dünyasının Ordinaryüs profesörü.
Bence onu asıl tanıtan sıfat yazarlığı olmalı. Türkçeyi bu denli güzel kullanan, anlatım bozukluğu bilmeyen, siyasetbilimci ve yakınçağ tarihçisi ya da sosyoloji profesörü gibi toplumsal sorunları dile getiren biri olduğunu şimdiden söylemek bence bir vefa borcu olmalı.
Vefa bir yana görev olmalı.
Tarihi- Belgesel Romanlarıyla, anılarıyla onu okur kitlesi tanımaya çalışmalı.
Özellikle de CHP Genel Merkezi, ‘Filmi Geriye Sarınca’nın tüm parti üyelerince okunması için bu kitabı ders kitabı niteliğinde değerlendirmeli/ okutmalı.
***
Portekiz Cumhurbaşkanını tek başına denizde yüzerken gördünüz mü bilmem…
Korumasız dolaşıyor. Afrasız tafrasız… Halkından korkmayan biri…
Alman siyasetçiler, Danimarkalı Bakanlar, İsveçli başbakan ve diğerleri gibi…
Adamlarda görgüsüzlük yok. Cumhurbaşkanı maaşı tutarında ayakkabı giydikleri yok.
Eminim her biri de fakülte diplomalıdır.
Yağmur ve serinlik dileklerimle…