Ajans Bakırçay
2021-08-19 19:40:50

Vivaldi ve Ruhi Su

Recai Şeyhoğlu

recaiseyhoglu1952@gmail.com 19 Ağustos 2021, 19:40

Aslında parasızın tekiydi.

Tutturmuş "Bu kez illa parasını vereceğim!"

"Kapat ağzını!" desem de yararı yok. "İllâ vereceğim!"

"Haydi artık, kalk git!" demek zorunda kaldım. Randevulu hastamın geleceğini söyledim kibarca.

Benimki de inat değil mi, almadım uzattığı parayı.

"Para pul için 55 yıllık arkadaşlığımızı yaralama" dedim.

Uğurladıktan sonra eski günler geldi gözümün önüne. Film şeridi gibi…

Kasabamızın sokaklarını Vedat, Selim ve onunla birlikte arşınladığımız yıllar…

Ben üniversiteye yeni girmiştim. Selim gibi… O ise Vedat ile liseyi bitirmiş ama üniversiteyi kazanamamışlardı.

Kasabanın girip çıkmadığımız tek sokağı yoktu.

Hey gidi günler!

Sonraki yıllarda izimizi kaybettik. Görüşemedik uzunca bir süre.

Öğretmenliğinin son yıllarıydı muayenehaneme geldiğinde. Dişlerinde çürüme başlamıştı.

Kimisini çektik kimisine dolgu yaptık. Bu arada sık sık görüşür konuşur olduk tabii ki…

Aradaki kayıp yılların hikayesini o günlerde öğrendim.

Öğrendikçe de gururlandım. Üzüldüğüm de oldu. Çektiği sıkıntılar belli ki yıpratmış da onu.

***

Günlük gazetelerin sayfalarını çevirdikçe arada bir karşıma çıkıyordu. Eğitim sistemini eleştiren yazılarıyla ve haberleriyle izliyordum onu. Devlet memuru olup da açık açık aklına gelenleri yazıyor olmasına şaşmıyor değildim. Yüreğini o günlerde keşfettim. Sıkı bir muhalifti.

Hem de milli eğitimden izin almadan yazıyordu. Bir gazetenin okurlarının bir araya geldiği oluşumun İzmir Başkanı olduğu gibi bir bölgesel gazetede de yakın dostu olan köşe yazarının demirbaş yazarıydı. O köşede kâh adıyla kâh isimsiz yazılarıyla gündem yaratan yazılara imza atıyordu.

Türlü türlü işler açmıştı başına. Aldığı cezaların da haddi hesabı yoktu.

Gazetelerde çıkan yazıları, sendikacılığı ve belediyenin birinde yarım gün fahri çalışıyor olması nedeniyle kentin popüler simaları arasındaydı benim sevgili hemşerim.

Başarılı bir öğretmen olup olmadığına gelince…

Bunu bilemem. Bildiğim tek şey aykırı öğretmenliğiydi. Bunu açayım biraz isterseniz…

Üniversiteden arkadaşım olan Beyhan anlatmıştı; "Avniciğim, benim alt kattaki komşumun birinci sınıfa giden oğlunu bir göreceksin. Vivaldi Mivaldi, Nazım Hikmet falan deyip duruyor. Üstelik bir de Nazım Hikmet’ten iki kıta şiir okuyor. Ondan duydum, sınıflarında her gün günde altı ders saati klasik müzik dinlediklerini. Özellikle de Vivaldi ve Bach’ı dinliyorlarmış. Dinliyorlar dediysem, her ders sınıftaki kasetçalardan fon müziği gibi yani… Hem matematik hem Türkçe hem de klasik müzik… Öğretmen, Vivaldi’yle kulaklarını dolduruyor anlayacağın…

Beyhan öyle mutlu olmuş ki, bir sabah aşağı inmiş, annesi Burak’ı servise bırakmak üzereyken Burak’a iki kaseti uzatıp "Bunları öğretmenine ver" demiş.

O gün Buraklar gün boyu Çaykovski ve Mendellson’u dinlemişler.

Teneffüslerde de bangır bangır Ruhi Su…

Beyhan’a, "Eee, benim arkadaşım o!" dedim kasıla kasıla…

Bununla kalsa iyi… Müzik derslerine de eğitim fakültesinden iki öğrenci geliyormuş haftada bir. Biri şarkı öğretirken diğeri de yanında getirdiği çalgıları gösterip tanıtıyormuş. Bunun için de eğitim fakültesinin müzik bölümü başkanıyla protokol mü imzalamış ne…

"Okulun müdürü buna ne diyor?" diyecek olursanız…

Okulundaki her etkinliği gazeteye yansıttığı, okulunun adını duyurduğu için memnun olduğundan müdür de olup bitene sesini çıkarmıyormuş.

"Kaset göndereceğine okula gidip tanışsana…" dedim Beyhan’a.

"Düşünüyorum zaten" dedi.

Benim bildiğim, onun sınıfına girip çıkmayan ne şair ne yazar kalmıştı. Hatta sivil toplum kuruluşlarının yöneticileri de klasik müzikli/ muhabbet kuşlu bu sınıfı ziyaret ettikleri gibi çok yerde de anlattıklarından 1/B’nin adını duymayan bilmeyen kalmamış gibiydi.

Gazetelerde çıkan haberin biri şuydu yanılmıyorsam:

Küçük Aysu, mutfakta türkü dinleyerek yemek yapan annesine seslenir; "Anneciğim sen niçin Vivaldi dinlemiyorsun?"

Öğretmenlere gelince…

Onlar da zevkle izliyorlarmış 1/B’yi.

Sınıfın tartışılmaz kurallarına gelince…

Derste isteyen bir şeyler yiyebilir, içebilir ama kola asla!

Bir şeyler yiyip içmek serbest ama öğretmen ders anlatırken hiçbir öğrenci kendi arasında konuşamaz. Sadece dinleyecek!

Bir gün kendisi anlattı. Benim öğrenciler isterlerse sınıfta önlüklerini çıkarıp oturuyorlar ya… Bir gün önlüksüz okul bahçesinde oynarlarken bunları müdür görüyor. Yanındaki yardımcısına çocukları göstererek "Bu ne oluyor böyle, önlükleri yok mu bunların?" diye soruyor: Müdür yardımcısı da yanıt veriyor: "Onur Bey’in öğrencileri!"

Hem kızmışlar hem gülmüşler tabii ki…

Okumayı söktürdükten sonra, düzey olarak biraz geride kalan öğrencilerin de tek tek evlerine gidip özel dersler vermiş.

Şimdi soracaksınız… "Parayla mı?" diye…

Bırak parayı, "Bize çay, kek de getirmeyin lütfen. Zamanımızı almayın" diyormuş evin annesine.

Daha başka bir 1/B klasiği…

Sınıfa giren her konuğa Bertolt Brecht’in şiiriyle hoş geldin, uğurlanırken de Nazım Hikmet’in şiiriyle güle güle deniliyormuş.

Bir özel okul sahibi duymuş bu olup bitenleri. Okuluna alayım demiş.

"Ama bizim okulun kuralları var" demiş.

Onur mu ne demiş?

"Benim de!"

Olmamış tabii ki…

Hiçbir özel okula da evet demedi.

Bir kooperatife girip ev sahibi oldu ama ne arabası oldu ne de yaz tatillerinde Bodrum’a Marmaris’e gidebildi. Tatil yaptıysa da Mordoğan’da, Karaburun’daki okulların sınıflarında yaptı. Bir de sanat okulunun kampında…

Bilemediği tek iş para kazanmak oldu.

Ben, onun deyişiyle "Dişlerinden sorumlu devlet bakanı"yım.

Hiç diş hastanesine gitmez. Ne var ne yoksa beni bulur. Midesinden rahatsız olduğunda eşimin hocasına gönderiyorum. Bel ağrıları tuttuğunda can dostum ortopedist Süha’ya gönderiyorum.

Dişindeki sorunlar ne kadar büyük olursa olsun illâ çözüyorum. Hastanelerde koşuşturmasını/ beklemesini istemiyorum.

Dedim ya… Parasızın teki!

Ama bana gelirken şık mı şık geliyor her defasında.

55 yıllık arkadaşım o benim!

Kuruş mu alırım ondan ben!?

Bir ara annesini getirdi. İki dişi çekilecekti.

O gün tepemi attırdı. İlk kez ağzımı bozdurdu bana.

Orasını anlatmayayım şimdi…

Ülkü teyze benim de annem sayılmaz mıydı sanki…

***

Tamı tamına bir yıl sonra geldi. Yanında biri vardı. Onun sorunu için…

Öğretmen arkadaşıymış.

"Bir de sana bakayım, otur hele şöyle!" dedim.

İnanamadım.

Üzeri aşınmış dişler… Hiç böyle değildi oysa…

Uykusunda sıkıyor olmalıydı. Bu kadar sürede bu kadar aşınamazdı o dişler.

***

Aşınan keşke sadece dişleri olsaydı…

Son bir buçuk yıl, yapayalnız tek göz bir evde yaşıyormuş.

En yakın arkadaşlarımızın da bundan haberi yok.

Mezarlık, koca koca olmuş öğrencileriyle doluydu. Gözü kan çanağına dönmüştü her birinin.

Yorumlar (2)

HZS 3 Yıl Önce

Bu öğretmeni tanıyorum, benim de arkadaşım ve hemşerimdir. Doktor bey az bile yazmış. Kitap dostudur, yazdığı kitaplardan evinde yoktur. Dağıtır okunsun ister. Dertlidir, dertlenir memleketin sorunlarına, çözüm arar... Sevgi ve saygıyla usta...

Arif Yılmaz 3 Yıl Önce

Teşekkürler.

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.