Ajans Bakırçay
2022-01-13 11:48:37

Utanmak!

Recai Şeyhoğlu

recaiseyhoglu1952@gmail.com 13 Ocak 2022, 11:48

Karşıyaka Çarşısında Salihlililer Deneği Başkanı Cengiz Ülkü’yle dereden tepeden ve kitaplardan söz ederken Pablo Picasso’nun matematik öğretmeninin kulaklarını çınlattık. Öğretmenin tahtaya her 4 rakamını yazışında Picasso’nun gözünün önüne hemen burun geliyor. Burun ve burunun devamı olan organlar…

Biliyor muydunuz bunu?

4, Picasso için burun demek çünkü…

4’ü görünce burunun devamını çiziyor hemen. Kulak, yanak, kafa…

Çünkü aklı fikri resme çalışıyor Picasso’nun.

Cengiz, Nermin Bezmen’in bir kitabından ve geçen yıl kaç kitabımın yayımlandığından söz edince ben de ona Ayvalık’taki dostlarımın kısa zamanda akla gelmez sayıda çıkan kitaba şaşırdıklarını/ merak ettiklerini ve bunu nasıl başardığımı sorduklarında onlara ‘ zamandan çalarak’ şeklinde yanıt verdiğimi anlattım.

Değerli Özcan Durmaz kardeşimiz de bir yerde değinmişti buna.

Açıklama şimdi şart oldu.

***

Eşim, vakit geç olunca "Hadi yatalım" dediğinde ona itiraz etmiyorum.

Yastığı görünce uyuyan eşimin daldığını görünce hemen kalkıp masanın başına geçiyorum. Eşim, sağlıklı biri.

Benim ise sorunlarım var. Psikolojik, sosyolojik ve ekonomik…

Üstelik yetmezmiş gibi bunlara başka başka sorunlar da eklendi son birkaç yıldır.

Eşimin hemen uykuya geçmesi benim için büyük kazanç…

Usulca kalkıp hemen yarıda bıraktığım kitabın sayfalarına dalıyorum. Bir, bir buçuk saat kadar sonra da klavyenin başına…

Sorunlar uyutmuyor ki…

Birilerine anlatmaktansa yazmayı tercih ediyorum ben.

Yazdıkça terapi görmüş gibi oluyorum çünkü.

Okudukça yazasım, yazdıkça da okuyasım geliyor hep.

Ülkemin insanı uyuyorken ben ya kitabın ya da klavyenin başındayım anlayacağınız.

Yazdıklarımın kitaplaşması da ayrı bir haz benim için.

Özetin özeti şu ki bu kadar kitabın ardında uykudan çalınmış saatler yatıyor.

***

"Cengizciğim" dedim. "Pablo Picasso gibiyim."

Birinin yürüyüş şekli, birinin şortu, kahkahası ya da yemesi içmesi bana yazı konusu oluyor.

Hatta birinin göbeği bile…

***

Bunları konuşup Kırmızıkedi Kitabevi’ne doğru gidiyorken karşımdan gelen göbeği açık genç kızdan gözümü ayıramadım. Boylu poslu, kapkara saçlı bir yeniyetmeydi. Baktığımı görünce bluzunu indirmeye çalıştı.

Kendi kendime mırıldandım, "Al sana bir yazı konusu!"

Göbeğini açıkta bırakan bir elbise giymiş, benim gibi biri bakınca da indirmeye çalışıyor.

Karar ver, gösterecek misin göstermeyecek misin diyesim geliyor.

Yazının konusu olmaz mı bu, sorarım size…

***

Alsancak’taki Kıbrıs Şehitleri Caddesi ile Karşıyaka’daki Kemalpaşa Caddesi, İzmir’in podyuma benzeyen iki caddesi…

Var gibi yok gibi etekleri, kısacık şortları, yarı açık göbekleri ve salınık saçlarıyla arz-ı endam eden İzmir güzelleri sanki hep buralarda toplanmış. Ne zaman bu iki caddeden geçsem gençlik aşısı olmuş gibi hissediyorum kendimi. Laf aramızda, buralara Limontepe’den, Cennetçeşme’den ve Manisa’dan gelen tanıdık kızlar, kadınlar da var. Kendilerine biraz takılacak olsam, “Ne yapayım hocam, bizim orada istediğim gibi giyinip dolaşacak kadar gözü kara değilim,” diyorlar.

Podyum dedim ya…

Geçenlerde birine fazla dikkatli bakmış olmalıyım ki, yanındakine eğilip “Şu kel adamın göbeğime mal gibi baktığını gördün mü?” demesiyle yerin dibine girdim.

Utandım utanmasına da bundan sonra aynı şeyi yapmayacağıma söz verebilir miyim? Dürüstçe söylemek gerekirse, hayır!

Peki, yalnız mıyım bu konuda? Onu da sanmıyorum. Güzelliğini cüretkâr biçimde sergileyen kadınlara gözü kaymayan erkek var mıdır acaba? Varsa da bir iki. O kadar.

Önemli olan karşıdakini rahatsız edecek kadar işin tadını kaçırmamak. Kişiliğine, var oluşuna saldırı boyutuna getirmemek. Püf noktası burası.

***

İşin tadını kaçırmamak deyince madalyonun bir de tersine bakmak gereği duyuyorum. Yoksa bazı şeyler yarım kalır. Bilenler bilir, ahlakçı değilim, bu konuda vaaz vermeyi de kendime yakıştıramam ama giyim kuşam konusunda ölçüyü kaçırmış bazı “güzellere” de rastlanmıyor değil. Eteğin ya da şortun ölçüleri kimilerinde teşhirciliğe kadar evriliyor ne yazık ki. İnanır mısınız Paris, Roma, Atina, Sofya, Brüksel’de bile görmediğim boyutlarda hem de.

Bunların birçoğu sanatçı bozuntularına özeniyor sanki. Behiye Aksoy ya da Mediha Şen Sancakoğlu düzeyine erişemeyen şarkıcıların etek boylarını iyice kısaltarak kendilerini dinletme çabasını örnek alıyor bazı zavallılar. Bu tür zorlamalarla bedenlerini sergilemeye çalışan kadınları da onaylamıyorum doğrusu.

Ama bütün bu düşünceleri kendime saklıyorum elbette. Gidip de birine karışacak değilim. Herhangi bir müdahaleye hakkım yok. Kimsenin de olmamalı.

Selanik’te tanık olmuştum ilk kez, saçlarını rüzgârda savura savura motosikletleriyle yanımdan jet hızıyla geçen kısacık şortlu/ mini mini etekli kızlara… Böylesi görüntülere bizde bön bön bakılırken elin Selaniklisinin dönüp baktığı yoktu. Aradan yıllar geçti, tekrar Selanik’e gittim. Gene aynı manzarayla karşılaştım. Gidin görün, hak vereceksiniz bana. İnsanlar onaylasa da onaylamasa da herhangi bir müdahalede bulunmuyorlardı. Ne karşısındakini utandırıyorlardı, ne de kendileri utanıyorlardı.

Amma da uzattım…

Sözü utanmaya, mahcubiyete getirmeye çalışıyorum deminden beri.

Önce şunu söyleyeyim; işin özüne inersek utangaç biriyimdir ben. Bir kadının bakışlarıyla karşılaşınca utanırım örneğin. Adımın yalan dolan, haksızlık, kaypaklık, çıkarcılık gibi sözcüklerle bir arada geçmesinden kahrolurum. İyi ki de öyleyim. Utanmak her insanın harcı değildir çünkü. Kötüler, yamuk yumuk insanlar utanmayı bilmezler bana göre.

Ama böyleleri hiç de eksik değil yaşantımızdan. Bugünlük birkaç örnekle yetineyim:

Türkiye Büyük Millet Meclisi…

Memleketin dört bir köşesinden seçilip gelen milletvekillerinin/ milletin evi…

Memleketin seçilmiş milletvekilleri ellerindeki pankartlarla soruyor: “10 bin dolar alan siyasetçi kim?”

Milletvekilleri, ülkenin içişleri bakanına bunu soruyor.

İçişleri Bakanı kızıyor. Ve de bu sorunun yanıtını altı buçuk aydır vermiyor.

İşte burada utanıyorum ben. Ülkem adına, Meclis adına…

Milletin vekillerinin sorusuna içişleri bakanı neden aylardır yanıt vermez? Ayıp değil midir?

Sadece bu mu?

Adamın biri, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’na kara çalmak için İBB’nin Boji adındaki kadrolu köpeğinin “günahını alıyor.” Nasıl mı? Boji’nin tramvaya pislediğini kanıtlamak uğruna cebinden köpek pisliği çıkarıyor ve etrafa çaktırmadan tramvayın koltuğuna bırakıyor. Amacı ne; belediye hizmetlerine b.k atmak…

Ne kadar aşağılık, ne kadar utanç verici bir durum.

Koltuğa pislik bırakan o adamın hangi zihniyete hizmet ettiğini hepimiz çok iyi biliyoruz. Yazık. Sorsan dininde imanında olduğunu söyler, sonra da en iğrenç ayak oyunlarına girişmekten çekinmez.

İngmar Bergman’a sormuşlar: “Gidişat kötü, dünya nasıl kurtulacak?”

“Utanç!” demiş, “Dünyayı bir tek utanç kurtarabilir.”

Gazetelere bir bakın…

“Müslüme’nin dedesi, babası çıktı.”

“Ensest Fordçuluk ilgi alanım.” (Yeni Akit’in resmi twitter hesabından)

“Bugün CHP’li öğrencilerimin notunu kırdım.” (İyi ki varsın Erdoğan, / Yanındayız Erdoğan diyen Osman Bayrak adlı öğretmenin sosyal medya hesabından)

“Zamlarla ilgili kuyruk yok. Kuyruk nereden kaynaklanıyor biliyor musun, araç sayısı fazla, ondan kaynaklı.” (AKP Erzurum Milletvekili İbrahim Aydemir)

Ah, şu utanma duygusu... Olmayınca olmuyor işte.

İster istemez düşünüyorum, çıkar yol arıyorum.

İsveç /Uppsala doğumlu bir Protestan papazının oyun yazarı ve film yönetmeni oğlu İngmar Bergman 2007’de ölmeseydi de ülkemize davet edip bir hafta ağırlasaydık keşke…

Gereksiz harcamalarıyla ilgili iddialar nedeniyle görevinden istifa eden Norveç Meclis Başkanı Eva Kristin Hansen’i konuk etseydik de ruh dünyasında olup bitenleri paylaşsa mıydı acaba?

Böylesi arayışlara, desteklere anlayış gösterip yaşama geçirilmelerini olgunlukla karşılar mı dersiniz şu güzelim ülkemin ileri gelenleri?

Yorumlar (1)

Mualla Ulusavaş 2 Yıl Önce

Bir sorunun oluşmasına katkıda bulunup hiç sorumluluk taşımayan utanmazlara ne demeli??? Makalenin konusu iyi seçilmiş, kutlarım.

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.