Ajans Bakırçay
2020-04-12 10:57:59

Orhan Veli Kanık, 106 yaşında...

Baha Akıner

baha.akiner@mersin.edu.tr 12 Nisan 2020, 10:57

106 yıl önce, bugün...

 

12 Nisan 1914, Pazar akşamı...

Beykoz'a bağlı Yalıköy'deki,
İshak Ağa Yokuşu,
Çayır Sokağı,
9 numaralı konak...

Fatma Nigar Hanım,
Karnı burnunda hamile...

Sancıları sıklaşmaya başlar.
Doğum yaklaşmıştır.
Yine bir sancı gelir...

Kocası;
Mızıka-i Hümayun’da klarnistlikten,
Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası şefliğine henüz yükselen,
İzmir'li Mehmet Veli ile heyecanlanırlar.
Ebeyi çağırır Mehmet Veli Bey...

Ebe gelir.
Kontrol eder.
-Daha değil, der ebe.
-Az kaldı kızım...

Fatma Nigar Hanım,
Yanakları pembe pembe,
Başını sallar ebeye "Tamam" niyetine...

Genç çift heyecanla;
Aşk’larının meyvesi,
Dünyaya gelecek bebeklerini beklemektedirler.
Gece uykularında rüyâlarına girer bebek yine...

Gün doğar...


Pırıl pırıl güneşli bir İstanbul sabahı...


Bahar iyiden iyiye hissettirmiş kendini...

Kimse bilmez;
O gün,
13 Nisan 1914 Pazartesi günü,
O güneş,
Türk şiirinde Garip akımının kurucusu,
Orhan Veli KANIK için doğmuştur...

Kendi hikâyesini şöyle anlatır Orhan Veli:


"1914 yılında doğdum...
1 yaşında kurbağadan korktum...
9 yaşında okumaya,
10 yaşında yazmaya merak saldım...
13'te Oktay Rıfat'ı,
16'da Melih Cevdet'i tanıdım...
17 yaşında bara gittim...
18'de rakıya başladım...
19'dan sonra avârelik devrim başlar...
20 yaşından sonra da para kazanmasını
ve sefalet çekmesini öğrendim...
25'imde başımdan bir otomobil kazası geçti...
Çok aşık oldum.
Hiç evlenmedim..."


Hiç evlenmedi Orhan Veli...

36 yaşındaydı ve
Çok sevdiği Ata'sına duyduğu saygı ve sevgiden;
10 Kasım törenlerine katılmak için,
1 haftalığına,
İstanbul'dan Ankara'ya gelir...

10 Kasım 1950...
Akşam saatlerinde;
Ankara'da karanlık bir sokakta yürürken,
Bir PTT çukuruna basar...
Başından yaralanır...

Üstünde durmaz...
2 gün sonra İstanbul'a döner...

14 Kasım'da;
Arkadaşı Erol GÜNEY'e konuk olduğu,
Öğle yemeği sırasında fenalaşır...
Cerrahpaşa Hastanesi'ne kaldırılır...

Doktor, önce alkol zehirlenmesi tedavisi uygular...


Ancak asıl hastalığı, beyin kanamasıdır...

Akşam komaya girer.
Gece saat 23.20'de,
Cerrahpaşa Hastanesi'nde hayata gözlerini yumar Usta...

Henüz 36 yaşında...
Gencecik, pırıl pırıl...

Hayata dair,
Aşk'a dair,
Daha birçok yazacakları varken...

Hastane deposuna gönderilen elbisesinin cebinde,
Diş fırçasını sardığı kağıttan çıkan son şiiri,
"Aşk Resmi Geçidi" adını taşıyordu:

 

“Birincisi o incecik, o dal gibi kız.

Şimdi galiba bir tüccar karısı.

Ne kadar şişmanlamıştır kim bilir?

Ama yine de görmeyi çok isterim.

Kolay mı? İlk göz ağrısı…

İkincisi Münevver Abla, benden büyük.

Yazıp yazıp bahçesine attığım mektupları;

Gülmekten katılırdı, okudukça.

Bense bugünmüş gibi utanırım,

O mektupları hatırladıkça….

.............. çıkar,

.............. dururduk mahallede.

......................... halde.

............ yan yana yazılırdı duvarlara,

................... yangın yerlerinde…

Dördüncüsü azgın bir kadın.

Açık saçık şeyler anlatırdı bana.

Bir gün de önümde soyunuverdi.

Yıllar geçti aradan, unutamadım,

Kaç defa rüyâma girdi…

Beşinciyi geçip, altıncıya geldim.

Onun adı da Nurinnisa.

Ah güzelim!

Ah esmerim!

Ah!

Canımın içi Nurinnisa…

*

Yedincisi, Aliye, kibar bir kadın. 

Ama ben pek varamadım tadına.

Bütün kibar kadınlar gibi;

Küpe fiyatına, kürk fiyatına…

Sekizinci de o bokun soyu.

Elin karısında namus ara,

Kendinde arandı mı küplere bin.

Üstelik .......

Yalanın düzenin bini bir para…

Ayten'di dokuzuncunun adı.

İş başında şunun bunun esiri;

Ama bardan çıktı mı,

Kiminle isterse onunla yatar…

Onuncusu akıllı çıktı!

....... gitti .........

Ama haksız da değildi hani.

Sevişmek zenginlerin harcıymış,

İşsizlerin harcıymış.

İki gönül bir olunca,

Samanlık seyranmış ama.

İki çıplak da; olsa olsa,

Bir hamama yakışırmış…

İşine bağlı bir kadındı on birinci.

Hoş, olmasın da ne yapsın?

Bir zalimin yanında gündelikçi.

.........leksandra…

Geceleri odama gelir,

Sabahlara kadar kalır.

Konyak içer sarhoş olur,

Sabahı da işbaşı yapardı şafakla…

*

Gelelim sonuncuya.
Hiçbirine bağlanmadım.
Ona bağlandığım kadar.
Sade kadın değil, insan.
Ne kibarlık budalası,
Ne malda mülkte gözü var.
Hür olsak der,
Eşit olsak der.
İnsanları sevmesini de bilir
Yaşamayı sevdiği kadar..."

Rumelihisarı Mezarlığı'nda yatar şimdi Usta.
Ebedi istirahatgâhında...

"İstanbul'da, Boğaziçi'nde,
Bir garip Orhan Veli'yim.
Veli'nin oğluyum.
Târifsiz kederler içindeyim.
Urumeli hisarına oturmuşum
Oturmuş da bir türkü tutturmuşum.
İstanbul'un mermer taşları,
Başıma da konuyor martı kuşları.
Gözlerimden boşanır hicrân yaşları.
Edâlım, senin yüzünden bu hâlim.
İstanbul'un orta yeri sinema.
Garipliğim,
Mahzunluğum duyurmayın anama.
El konuşur, sevişirmiş, bana ne!
Sevdâlım, boynuna vebâlim.
İstanbul'da, Boğaziçi'ndeyim.
Bir garip Orhan Veli.
Veli'nin oğlu tarifsiz kederler içindeyim..."


Ruhu şâd olsun...

Bir Garip Orhan Veli’ydi.
Henüz 36'sında…

14 Kasım 1950’de;

Çıktı ruhu göğe,

Uzandı sonsuzluğa…

Ama; kendisini, şiirlerini, hikâyesini andıkça,
Hatırladıkça - hatırlattıkça yaşıyor Usta... 

Orhan Veli KANIK, 106 yaşında…
Anılarına ve muhteşem üretimlerine saygıyla…

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.