Ajans Bakırçay
2022-03-22 14:32:46

Ödüller Arasında

Recai Şeyhoğlu

recaiseyhoglu1952@gmail.com 22 Mart 2022, 14:32

Bir kurumun yöneticisiydi. Sevdiğim bir arkadaşımdı.

Tutturdu, “Ben siyasete atılacağım.”

Ricada bulundu: “İl başkanı senin arkadaşın, beni yanına götür.”

Götürdüm, tanıştırdım. O dönem belediye başkanı seçilemedi.

Ardından genel seçimler yapılacaktı. “Milletvekilliği yapamaz mıyım Recaiciğim?” dedi ve gene koşuşturmaya başladı. Listeye giremedi.

Aradan yıllar geçti, bir belediyeye başkan yardımcısı olmuş. Başkanlık ve vekillik olmayınca başkan yardımcılığına fit olmuştu anlaşılan.

Bir başkası… Dört kez belediye başkanlığına talip oldu. Seçilemedi.

Bir başka arkadaşım… O da bir başkanlık bir vekillik için çırpınıp durdu. Bir yazar örgütünün temsilciliğini yapmıştı. Aklı fikri hep siyasetteydi. Güven vermedi anlaşılan ki seçilmedi. Yıllar sonra öğrendim ki etkili bir sivil toplum kuruluşunun başkanlığına soyunmuş fakat orada da isteğine ulaşamamıştı. Çok az oy almış mı ne!

Üniversite hocasıydı. Milletvekilliği için çırpındı durdu. Başkanı olduğu derneğin yıllarca değişmeyen genel başkanı olmasına karşın güven veremedi ki aday olduğu partiden yeterli ilgi ve desteği göremedi. Umutlarını yitirmiş olmalı, şimdi ne derneğin başkanı ne de siyasette iddialı…

Bu tür örnekler az değil… Her seçim döneminde ortaya çıkan böylesi örneklerden biri olmak istemem doğrusu. İlgi görmüyorsanız, bırakırsınız. Israrın ne anlamı var?

Debelenip duranların psikolojilerini merak ediyorum. Şart mıdır başkan olmak ya da milletvekili seçilmek?

Ha, illa ilgi çekmek mi istiyorsunuz, kolayı var. Alırsınız yanınıza kafa dengi bir arkadaşınızı, uygun bir mottoyla yaşadığınız kentin yurttaşlarına seslenir, en etkili ve popüler olanlarını araştırır, öğrenir ve bol bol plaket dağıtırsınız. Ödüllendirirsiniz yani… Bu şekilde gündeme gelip adınızdan söz ettirmek de bir yöntem.

Endişe de etmeyin sakın, ödülümüzü kabul etmeyen çıkar mı diye tasalanmayın. “Ben bu ödülü neden aldım? Bana bu ödülü neden verdiler?” diye düşünen bir babayiğit çıkmadı henüz, içiniz rahat olsun.

Bu şekilde hem gönülleri fethedersiniz hem de gündemde olursunuz. Vekillik ya da başkanlık için harcayacağınız paranın daha azını harcamış olursunuz üstelik.

Demek istediğim şu: Plaket dağıtıcılığı fena bir iş değil. Siz ödülü verin, gerisine karışmayın. Aradan zaman geçince ödülün içtenliğine inanmayıp aldığı plaketi denize atanlar da çıkıyor ama elbette o kadarcık fire olur. Bir belediye başkanı arkadaşım böyle yapmıştı da oradan biliyorum.

Bütün bunların aklıma gelmesinin bir nedeni var kuşkusuz. Geçenlerde yine böylesi bir gelişmeye tanık olduk çünkü. Çeyrek yüzyıl önce 27 kişiyi ödüllendiren biri, şimdi de 45-50 kişinin gönlünü almayı başarmış.

Listede yer alanlardan biri, benim de dostum. Kemeraltı’na indiğimde kutladım kendisini. Kutladım ama çok da şaşırdım. Çünkü ödüllendirildiğinden haberi yoktu. Aradan 15 gün geçti, gene uğradım. “Arayan soran oldu mu?” diye.

Güldü. “Hayır!” dedi.

Ödül dağıtıcısı, ödüllendirdiği kişiyle iletişim kurma gereği bile kurmamış. İlginç!

***

Şiir coğrafyamızın öznelerinden Turgut Uyar’ın içine kapanık olduğunu, yaşamı boyunca çok dostu olmadığını bilir miydiniz, bilmem. Sadece Edip Cansever ile dostmuş. Entelektüel çevrelerle de içli dışlı olmazmış pek. Deniz kıyısında oturmayı, garsonlarla/sıradan insanlarla birlikte olmayı tercih edermiş. Az kişiyi severmiş zaten. Bilime ve özellikle de matematiğe çok düşkünmüş. Öte yandan kumarbazmış da… (Bkz: Tomris Uyar’la Söyleşi, Ben Koşarım Aşağlara, Koşarım; İş Bankası Kültür Yayınları)

Sonuçta Turgut Uyar’ın tercihi bu! Bir şey söylemek ne haddimize!

Cemal Süreya ise öyle değilmiş. Politikacı olmak istermiş örneğin. Turgut Uyar kadar net olmadığı, ortama ve kişiye göre tavır değiştirebildiği söylenir.

İnsanı anlamak, davranışlarının altında yatan bulguların ne olduğunu bilmek, merak ettiğim bir konudur. Alfred Adler’e olan ilgim bundan olsa gerek…

Kentin popüler simalarından birinin, kendi alanıyla ilgili konularda konuşması yazması gerekirken ödül dağıtıcılığına soyunması, ödül dağıttığı kişilerden birine “alo” bile dememesi, ne anlama geliyor diye düşünüyorum, ancak doyurucu bir yanıt bulamıyorum.

Bunda bir tuhaflık yok mu?

Gönül almak mı, gündeme girmek mi, atanmışlığa ya da seçilmişliğe giden yolun taşlarını döşemek mi? Neyin nesidir bu? Keşke Adler yaşasaydı da sorup öğrenseydik.

Kendime de kızmıyor değilim. Aklıma takılan konuları paylaşmadan duramıyorum işte. Amacım kimseyi üzmek ya da mahcup etmek değil ama böyle tuhaflıkların üstüne gitmekten de kendimi alamıyorum. Belli ki Şirazlı Sadi ile Eflatun beni çok etkilemiş.

Bilip de susmak olur mu?

Ne de olsa Aziz Nesin okuduk biz. Hem de yıllarca… Gereğini de yapmak gerekmez mi?

Susuyorum, susuyorsun, susuyor, susuyoruz, susuyorsunuz, susuyorlar.

Olanı biteni görüp de susmak, iyi yurttaş olmak değildir.

Dediğim, diyeceğim bu!

Susmayacağım, susmayacaksın, susmayacağız!

***

Ödül dağıtıcısı, kendi yaptığına da karşı bir bakıma. Daha önce bu işi yapanlar için bakınız ne diyor:

“…Bu tür etkinlik, 25 yıl önce, 1996’da İzmir’de ilk kez oldu. Sonra yine İzmir Ödülleri vermeye girişen kopyacı unsurlar, okul müsameresi gibi törenlerle eşe dosta ödül dağıttılar. Şehirde ödül almayan hemen hemen hiç kimse kalmadı. Ödülsüzlük, ödül olmaya başladı.”

Belli ki, “Ödüller, hak edene verilmeli” demeye çalışıyor. Tamam, işte, biz de bunu demeye çalışıyoruz. Aramızdaki fark şu: Eleştirdiğimiz şeyi yapmıyoruz.

Üstelik bu ödüller verilirken seçici kurulların kimlerden oluştuğunu ve nasıl çalıştıklarını da bilmiyoruz. Yunus Nadi ya da Orhan Kemal Ödülü gibi yarışmaların seçici kurulları önceden bellidir örneğin. Kararlarını bir araya gelerek ve adaylar hakkında görüşüp tartışarak verirler. Burada benzer bir yöntem izlenmiş midir, bilen yok.

Sahi…

Bu ödüllerin verilişinde dikkate alınan ölçütler nedir? Var mıdır bir yönetmeliği bu ödül mekanizmasının? Merak ediyorum.

***

Ödül, tabii ki alanında başarılı olanlara verilir. Ortada bir başarı olmalı ki ödül de olsun. Ama ödül verilen kişi için ‘ilerici, devrimci, Kemalist, mütevazı, duyarlı, seçkin, baş eğmeyen, yüzlerce kitap basan, Türkiye’nin her köşesinde tanınan’ vb. nitelemeler, ödülün gerekçesi olamaz. Bu sözlere neden gereksinme duyulur, anlamak zor.

Bir de şu var: Ödül dağıtıcı, kitaplarını basıyor diye bir yayınevine ödül vermek zorunda mıdır? Her merhaba dediğinize ödül vermek zorunda mısınız?

Madem çok sayıda ödül dağıtıyorsun. Her birimizin sağlığı için canından olan sağlık çalışanlarından biri yakışmaz mıydı bu listeye?

Ah popülizm!

Ah nepotizm!

Ah tedavi edemediğimiz o pis hastalığımız!

***

Yorumlar (4)

Mehmet Zaman Saçlıoğlu 2 Yıl Önce

Çok doğru saptamalar aklınıza sağlık

Hefe 2 Yıl Önce

Ödüller hak edene verilmeli.

Galip Çevik 2 Yıl Önce

Evet.

Hamdi Topçu 2 Yıl Önce

Recai, dertlendiğin şeye bak. Her ödül kendi niteliğince değerlidir. Alan memnun veren memnun ödülleri de sevelim lütfen.

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.