Ajans Bakırçay
2020-05-07 11:16:11

Mayıs ve Kitap

Recai Şeyhoğlu

recaiseyhoglu1952@gmail.com 07 Mayıs 2020, 11:16

Kim Milyoner Olmak İster adlı yarışma programında yarışmacı koltuğuna oturan her kişi, bilemediği soru için bahaneyi hep oturduğu koltukta buluyor ve diyor ki "Bu koltukta oturmak gerçekten başkaymış. Denildiği kadar varmış."

Elenen hiçbir kişi bilemediği için elendiğini söylemiyor doğru dürüst. Heyecanlanmış da onun için elenmiş. "Hadi canım sen de!" diyesim geliyor o tür yarışmacılara.

"Bu koltuk gerçekten bir başkaymış."

Neredeyse klişe olup gitti bu tümce.

Oysa o koltuk, diğer bütün koltuklar gibi tahta, çivi, sünger ve kumaştan yapılma…

"Ana adlı roman şu aşağıdaki yazarlardan hangisinindir?" diye bir soru soruluyor örneğin ve dört yanıtta Shakespeare/ Kafka/ Balzac/ Gorki adları veriliyor.

Ana’yı okumadığı için yazarını da bilemeyecek olan yarışmacımız kendi kendine yorum yapıyor. C şıkkı bana sıcak geliyor, diyor. Ya da B seçeneğinin kendisine daha yakın geldiğini söylüyor.

Romanı okumadan falanca seçeneği kendisine nasıl yakın bulurlar anlamak zor doğrusu…

Oysa doğrusu ne?

"O romanı okumadım. Yorum yapamayacağım."

Bunu söyleyen yok gibi…

****

Genç birine "Doğrudan" anlamına gelen sözcüğün doğru yazılışı hangisidir diye bir soru soruluyor. Seçenekler; Direk/ Direkt/ Drekt/ Direnk

Genç yarışmacı 'Direk' diyor.

Başka bir soruda "Afrika’yla ilgili belgesellerde, nehire su içmeye gelen etoburları sudan aniden çıkarak avlarken görülen hayvan hangisi olur?"

Yarışmacı, bu sorunun yanıtını maalesef bilemiyor. Timsah seçeneği dışında bir seçeneği söylüyor.

Bu çağda bu kadar bilgisizlik/ bu kadar cehalet nedendir, anlamakta zor!

Bizi kimler bu noktaya getirdi? Neden bu denli cahilleştirildik biz?

****

Adam, emniyet kemerini takmadığı için ceza yiyor. Don Kişot sayfası kadar martaval okuyor trafik polisine. "Haklısınız memur bey, hata yaptım. Cezama razıyım." dediği yok.

****

Sokağa çıktığı için yakalanan adam polise diyor ki; "Sokağa çıkma yasağı mı var, bilmiyordum."

Yalan, sevgilinin kucağı mıdır da bu kadar çok sarılırız ona?

Aklıma gelen, o unutamadığım anımı paylaşmış olayım.

Çeyrek yüzyıl önceydi. Yeşilyurt’tan Limontepe’ye gideceğim. Su Deposu’nun olduğu yerde çift yönlü bir yol var ve ben zamandan kazanmak/ derse yetişmek için ters yola girdim. 500 metre ilerde, iki yolun birleştiği yerde ne göreyim? İki polis yolun ortasında bekliyor.

Ehliyetimi ruhsatı istediler gülerek. "Ters yoldan geldiğiniz için size ceza keseceğiz." dediler.

Ehliyeti ruhsatı verirken "Haklısınız memur bey, söyleyecek bir şey yok." dedim.

Makbuzu çıkaran polis, "Ne iş yapıyorsunuz beyefendi?" diye sordu. Öğretmen olduğumu ve derse geç kalmamak için bu yanlışı yaptığımı söyledim. Dikkatle bana baktı, makbuzu çantasına koyup cama doğru eğildi. "Hocam, sizi oyalamayalım, haydi devam edin. İyi dersler!"

Ceza yiyen sürücülerin her biri polislere masum olduğunu anlatır durur. Yalanın bini beş paradır bu tepkilerde.

Pazar yerinde hepimiz tanığızdır. Önümüze yığılı taptaze fasulyenin içinden eve gelince kart olanları çıkar. Önümüzdekiler tazeydi oysa… Pazarcı, sadece tazeleri satmamıştır bize. Önündeki kartları da sokuşturmuştur çaktırmadan…

İzmir’de böyle… Mardin’de de farklı değil bu pazar manzaraları…

****

Her 6 Mayıs’ta Deniz Gezmiş ve iki arkadaşının idamı nedeniyle yapılan paylaşımlar etkilediği gibi, düşündürür de beni.

O yiğitler yiğidi üç fidanın katli nedeniyle "Bir ölür bin geliriz" diyenlerin hangi biri doğan çocuklarına Deniz/ Yusuf/ Hüseyin adlarından birini koymuştur diye hep düşünmüşümdür.

Çocuklarına 1972 sonrasında Deniz, Yusuf ve Hüseyin adını vermeyen 68’li ya da 78’li arkadaşların bu konuda ne kadar samimi oldukları da hep düşündürür beni.

Fethiye’de 1978 yılında sahilde güneşleniyorduk.

Sahil, cıvıl cıvıl çocuk sesleriyle çınlıyor. Öğretmenler, öğrenciler ile iç içeyiz.

Kulağıma gelen sesler sanki bir kanaryanın ötüşü gibiydi. Ne miydi o sesler:

Ulaş… Deniz… Barış!

Çocuklarına böyle seslenen anneleri ve babaları o gün kucaklayasım gelmişti. Hatta sarılıp öpesim…

Ama… Bir ses vardı ki ömrüm boyunca unutamadım.

Annenin biri bağırıyordu. "Atılım, lütfen fazla açılma!"

İnanmışlık işte böyle bir şey… Çocuğuna inandığı davanın anlatıldığı bir gazetenin adıyla sesleniyordu o anne.

Sivri sivri konuşanların çocuklarının ad olarak Yavuz, Zeynep, Akın ve benzeri isimleri tercih etmesi garip değil mi?

Atılım’ın, Taylan’ın annesi babası gibi olsanıza biraz, diyesi gelmez mi insanın bu durumda?

Sümeyye, Hayrünisa, Merve, Alperen, Enes, Büşra, Tûba, Mehmet Fatih’in annesi babası daha mı samimi yoksa bu konuda?

Bir başka örnek de; Hasan Barış, Elif Nurhak, Mehmet Arda, Sadık, Taylan, Hüseyin Nazım, Ali Sinan gibi isimler…

Belli ki babanın adını yaşatmak istiyor anne ya da baba. Ama Taylan, Özgür, Nazım, Barış, Deniz gibi adlarla yan yana… Gel gör ki Nazım değil de Süleyman olarak çağrılıyor oğlumuz…

Nurhak değil de Elif olarak sesleniliyor kızımıza…

Sinan Cemgil anısına Ali Sinan olmuş çocuk ama herkes Ali diye seslenmekte.

Sinan, laf olsun diye konulmuşa benziyor.

Dedelerin ninelerin gönlünü alma adına…

Çocuklarımıza isim koymada daha samimi olmalıyız.

Çevremizde Ada, Barış, Duru, Beste, Yağmur, Berken, Bora, Merve, Aybüke, Mahinur, Eymen varken adı Abdurrahman ya da Osman konulmuş çocukların ileride adlarıyla barışık yaşayıp yaşamayacaklarının hesabını iyi yapmalı anne ve babalar bence.

Öğretmenlik yıllarımda başıma geldi böylesi örnekler. Annesi Esra derken babası Elif diye ısrar edenler çıktı karşıma… Anne ve babasının yanında 'Adın ne senin kızım?' denildiğinde bocalayan çocuklar biliyorum.

Doğrusu nedir diye soruyorsanız, söyleyeyim: Tek isim!

Bartu, Cem, Selin, Deniz, Necip, Devrim, Akif ya da Kıvanç…

Belki bir ayrıntı ama… Söylemeden edemeyeceğim:

Anne ve babalar neden çocuklarına hiç 'Kitap' adını koymazlar?

En güzel çiçek adlarını çocuklarına koyanlar, neden en iyi arkadaş olan kitabın adını çocuklarına vermezler?

Distopik Nazi karanlığının ayıbı olan Berlin Opera Binası önündeki kitap yakma olayı 10 Mayıs 1933’te gerçekleşmişti. Meşhuur Goebbells öncülüğünde…

Alman ailelerinin ne kadarı acaba çocuklarına 'Mayıs'ya da 'Kitap' adını vermiştir?

Nazi karşıtı olmak illâ caddelere/ parklara Hitler zulmüne karşı mücadele vermiş olan kahramanların adlarını vermek değil ki…

Çocuklar için güzel bir ad değil midir Mayıs ile Kitap?

****

Akıl, samimiyet ve doğruluk üçlüsü pusulamız olmalı.

Her 6 Mayıs’ta ne kadar samimiyiz diye düşünürüm hep. Sivri sivri konuşan ve yazanların hep merak etmişimdir çocuklarının adlarını…

Suda balık/ havada kuş kadar olmamız biraz da samimiyetimizi ortaya koymaktan geçmiyor mu?

Mayıs ayındayız ya… Anne ve baba adaylarının kulaklarına kar suyu kaçırayım diyorum.

Çocuklarınıza iki isim değil tek isim koyun.

Bir de…

Mayıs, yılda bir kez geliyor. Oğlunuzun ya da kızınızın adı Mayıs olursa Mayıs, her daim yanınızda…

Veyahut… Kitap!

Düşünebiliyor musunuz, her daim kitapla iç içe olacaksınız…

Bilimle, bilgiyle, doğrulukla iç içe…

Kitapların çok olduğu dünyada kimbilir, bahaneyi koltukta bulanlardan da kurtulacağız belki.

Yalanlardan dolanlardan ve samimiyetsizlerden de…

Üç Fidan’a özlem/ saygı ve tükenmez aşk ile…

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.