Ajans Bakırçay
2022-07-16 11:17:22

Gözümüzü Korkutan Kitaplar

Avram Ventura

16 Temmuz 2022, 11:17

Eskiden kalın kitaplara baktığımda, doğrusu gözümü korkuturlardı. Sürekli bunları ne kadar zamanda okurum, elime aldığımda sıkılır mıyım kaygısıyla… Elbette ki beğenmediysen ya da sıkıldığın yerde bırak, diyebilirsiniz; ama öyle değildi! Kendimi zorlar, başladığım bir kitabı son noktasına kadar okurdum. Bu yüzden sayfa sayıları az, puntoları büyük olanlarını seçerdim. Bugün öyle bir kaygım yok. En kalın kitapları bile okumak için zamanım var, yeter ki konusu ilgimi çekmiş olsun. Bir farkla ki sayfaları çevirmekte zorlandığım anda, artık hiç umursamadan kitabı kapatıp ortadan kaldırıyorum. Zamanımı sıkıldığım, keyif almadığım satırlar arasında boğulup harcamaktansa, onun yerine yeni bir kitaba başlamayı yeğliyorum.

Gençlik dönemimde okuduğum serüven romanlarını bu konunun dışında bırakmak isterim. Özellikle büyük bir heyecanla elimden bırakamadığım Michel Zevako’nun Pardayanlar serisinin tümü on ciltti. Diğer romanları da ikişer, üçer ciltten oluşuyordu. Çok kısa zamanda bitirebiliyordum. Yine Alexandre Dumas’nın Üç Silahşörler, Monte Cristo Kontu gibi kitapları, yalnızca sayfa sayılarına baktıklarında, ilgisini çekmeyenlerin gözünü korkutabilirdi. Ben her birini büyük bir keyifle okumuştum.

Klasik yazarlardan Tolstoy’dan, Victor Hugo’ya, Marcel Proust’tan Thomas Mann’a kadar onlarca isim sayabiliriz. Elbette ki hiçbirini yalnızca yazdıkları sayfa sayılarına göre değerlendiremeyiz.

Yıllar önce Haruki Murakami’nin 1Q84 adlı romanını benzer bir korkuyla elime almıştım. İlk baskısı, tek kitap tam 1256 sayfaydı. Şimdi üç cilt olarak yayımlamışlar. Daha kitabın ilk satırlarında, bütün kaygım geride kalmış, bu dev romanı birkaç günde keyifle okumuştum. Bu yazarın bütün kitaplarını elden geçirmiş biri olarak, onun ne söylediğinden çok, nasıl söylediğinin daha çok ilgimi çektiğini belirtmek isterim. Gerçeği, gerçeküstü ögelerle harmanlarken, yarattığı kurguyla okurunu o akışın içinde kolaylıkla sürükleyebiliyor.

Sözü son günlerde okuduğum Hans Fallada’nın Kurtlar Sofrasında kitabına getirmek istiyordum. 1222 sayfalık bir roman. Bu yazarın tüm kitaplarını keyifle okudum. Bunun sona kalmış olması, kalınlığına bakıp kendimce nedenler yaratarak başlamamaktan kaynaklandı; ama elime aldıktan sonra kısa zamanda bitirdim. Konu 1923’te Almanya’da geçiyor. Paranın her saniye son hızla değer yitirdiği, ülkenin ekonomik bir çöküntü içinde bulunduğu bir ortamda, farklı kesimden insanların yaşamlarını mercek altına alıyor. Ekonomide bozulan dengelerin, kahramanların hayatını nasıl değiştirdiğini, yazar başarılı bir şekilde ortaya koyuyor. Beni etkilemesinin bir başka yönü de, arada büyük bir fark olmasına karşın, günümüz koşullarıyla bir kıyaslama yapmamdan kaynaklanmaktadır. Sanırım bir edebiyatçıyı başarılı kılan da, yazdıklarıyla her dönem insanına bir ayna tutarak gerçek yüzünü gösterebilmesidir.

Gözümüzü korkutan kitaplardan konuya girmişken, yalnızca oylumlu olanlarından söz etmeyi düşünüyordum. Oysaki doğrudan kitabın kendisinden korkanları da unutmayalım diyorum. Tarihin her döneminde yönetimde bulunanlar, yazarları bir tehdit unsuru olarak görmüşler, onları yargılamak için her yolu denemişler, kitaplarını yakmışlardır. Bu ayrıca ele alınması gereken bir konu olduğundan yalnızca anımsatmakla yetineyim.

Son olarak şunu söylemek istiyorum:
Kitap hiçbir zaman bir korku nesnesi olmamalı!

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.