Ajans Bakırçay
2021-11-07 12:34:57

Güzel, Yalanın Çocuğudur

Feyza Hepçilingirler

07 Kasım 2021, 12:34

Ahmet Haşim böyle diyor Frankfurt Seyahatnamesi’nde. Yıllar önceki okumamdan aklımda yalnızca bir Fransız dostunun Haşim’e, “Sizin sonbaharınız olamaz,” demesi kalmış. Ağaçlarımız az, sonbaharda dökülen yapraklarımız yetersizmiş çünkü. Yalan, büyük bir kıymettir,” diye başlayıp anlattıklarını, sözü yeniden Almanya izlenimlerine getirmesini beklemenin sabırsızlığıyla çabucak geçmişim anlaşılan; aşağıya aldığım sözlere hiç dikkat etmemişim: 

Esthetique işleriyle az çok meşgul olanlar bilir ki olmuş vakaların doğru anlatılışı gayet kötü eserler meydana getirir. Yalanın ilahi nefesi üzerlerinden geçmedikçe ne ses, ne renk, ne taş, ne tunç sanat eserine istihale edemez (dönüşemez). ‘Güzel’ yalanın çocuğudur.”

Sanat ve yalan... “Doğa ile insan arasındaki estetik ilişkidir,” diye tanımlanan sanat için Kant, “Güzeli yaratmaktır,” dermiş; Tolstoy, insanın kimi duyguları kendisi yaşadıktan sonra renkle, sesle, sözcükle sanata döktüğünü söylermiş. “Sanat sezgidir,” diyen var; “Kendini ifade etme biçimi” sayan var. Haşim’den başka, olumsuz anlamdaki “yalan” sözcüğüyle sanat arasında bağlantı kuran yok.

Peki, “Ne ses, ne renk, ne taş, ne tunç” diye güzel sanat dallarını sayarken haksız mı Haşim? Doğa inanılmaz güzellikler sunar. Günbatımları, deniz manzaraları, kar görüntüleri ama hiçbiri insan eli değmeden sanat yapıtına dönüşmez. Her türlü ses doğada var ama hiçbiri kendiliğinden beste olmaz. Doğayı sanata dönüştürmek için insanın kattığı nedir? Haşim “yalan” diyor.

O gözle bakarsak gerçekten de sanatın bütün dallarında yalan var. Modigliani’nin tablolarındaki kadar uzun boyunlu kadın yoktur, Modigliani uydurmuştur onları. Hiçbir şişman kadın Fernando Botero’nun tablolarındakiler kadar güzel değildir. Botero yalanla şişirmiştir kadınlarını. Tiyatro, yazarın uydurduğu yalanlara inanıp onları gerçekmiş gibi sunma sanatı değil de nedir? Acıklı bir filmde ağladığımız çocukluk yıllarında “Kâğıt onlar, kâğıt” diye sakinleştirilirdik ya, onların yalan olduğu söylenmiş olmuyor muydu o sözlerle? Hele edebiyat... Baştan sonra yalanla bezeli değil mi?

-

Örneği Ahmet Haşim’den vermeli; hatta en ünlü şiiri Merdiven’den:

“Eğilmiş arza, kanar, muttasıl kanar güller

Durur alev gibi dallarda kanlı bülbüller

Sular mı yandı, neden tunca benziyor mermer?”

-

Hiç kimse durmaksızın kanayan bir gül görmemiştir? Kanlı bülbül gören, hele bunları alev gibi dalların üzerinde gören de yoktur. Mermer niye tunca benzesin? Suların yanmadığını şair bilmez mi? Niye bize soruyor? Hepsini bilir. Yalancıktan soruyor. Kattığı yalanlar bunlar.

Şiir, öykü, roman... Edebiyatın bütün türlerinde yalan var. Öykü demişken... Dünyada Sevgililer Günü olarak kutlanan 14 Şubat, bizde aynı zamanda Dünya Öykü Günü’dür de aynı zamanda. Ve bence öykü pırlantadan önemlidir. Çünkü herkesin pırlantası yoktur ama herkesin öyküsü vardır. Hem de onlarca, binlerce öyküsü... Ne var ki bunlar yazılmadığı, başka bir deyişle içlerine yalan katılmadığı, yalanla yoğrulmadığı sürece edebiyat türü olarak “öykü”ye dönüşmez.

Öyküdeki olayın gerçekten yaşanıp yaşanmadığı, roman kişilerinin gerçek hayatta olup olmadığı hep merak edilir; yazarlara, “Nasıl yazıyorsunuz?” diye hep sorulur ya, yazarlar genellikle “Kurmaca” derler bu soruya yanıt olarak, “kurgu” derler. Aslında edebiyat, yazarın şairin uydurduğu yalanlara okuru inandırmaktan başka nedir? Ya da Haşim’in diliyle söylersek gerçeklerin üzerinden yalanın ilahi nefesini geçirmek değil midir?

Türkçe notu:

Bir arkadaşım Doğu Anadolu gezisinde Kars ve Erzurum’da gar binalarının önünde fotoğraf çektirmiş. Bir kapının üstünde “Kars Garı” yazıyor, ötekinde “Erzurum Gar”. İkincisi İngilizceden çeviri. “Erzurum Garı”dır o, niye “Erzurum Gar” olsun?

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.