Ajans Bakırçay
2020-02-03 12:43:57

Şehri Soluyan İki Yazar...

Salim Çetin

03 Şubat 2020, 12:43

Şehri Soluyan İki Yazar: Ahmet Günbaş ve Osman Akbaşak

Yıllar önce arkadaşım Yavuz Özmakas, “Türk Romanında İzmir Mekanları” adıyla çok güzel bir araştırma yapmış, Attila İlhan’ın - Samim Kocagöz’ün ve daha başka yazarlara ait romanlardaki yer ve konu bağlantılarını ortaya koymuştu.

Ancak o günlerde insanın yerle kurduğu ilişki benim zihin dünyamda belli bir yere oturmamış olmalı ki üzerinde durmamıştım.

Aradan onca zaman geçti, konunun önemini şimdi kavradım desem yeridir.

Tıpkı Çinli coğrafyacı Yi Fu Tuan’ın dediği gibi, insan oturduğu yerle rasyonel ya da irrasyonel hissi ve varoluşsal bir bağ kuruyor.

Öbür türlü orası denen yerin nötr olduğu, sizin oradaki yaşanmışlıklarınız orayı size ait bir yer haline getiriyor…

Özet şu ki, siz bir yerde yaşıyor, orada hayatınızı devam ettiriyorsanız o yer, anlam kazanıyor. Öbür türlüsü kimliksiz bir mekan olmaktan öte gitmiyor.

Hangimiz oturduğumuz yerle bağ kurmaz, oraya bir müddet sonra sevgiyle sahiplenmeyiz ki…

Geçen gün Osman Akbaşak’ın organize ettiği ve İzmirli edebiyatçılarla konuştuğu Youtube kanalında Ahmet Günbaş’la olan bölümü görünce aklıma yukarıda anlatılanlar düştü.

Çünkü epeydir aklımda Ahmet Günbaş’ın 1970’li yıllarda Halkapınar semtindeki gölü konu aldığı “Yitik Göl romanı vardı.

Öbür yanda da Osman Akbaşak’ın İzmir’in Agora kazı alanı, Kadifekale, Meles Çayı gibi tarihsel değerlerini işlediği ve iki gencin buralardaki maceralarından yolu çıkmış romanı: 8500.

İki roman da yaşanılan yeri doğrudan konu alıyordu. Tam da Çinli coğrafyacının dediği gibi yaşanılan yerle hissi bir bağ kurma burada bütün somut halleriyle görülüyordu.

Ahmet Günbaş, Konya’ dan İzmir’e, İzmir’de de Halkapınar Gölü çevresine ailesiyle gelen, bu semtte gölün manzarasını seyreden, orada büyüyen bir çocuğun ve giderek gencin yaşamını anlatır.

Yaklaşık 1960’ lardır Servet’in Konya’dan gelip yerleştiği Halkapınar ve bu semtin hemen yanıbaşında olan Darağacı semti. O yıllarda bu semt göl kenarında aynı zamanda İzmir’in sanayi semtidir de. Sümerbank tesisleri, Tariş’in işyerleri, Elektrik Fabrikası, Taç sanayi gibi pek çok kuruluş buradadır. Ve dolayısıyla burası bir işçi semtidir.

İşte o tarihlerde romanın baş kahramanı Servet anlatır; ”… Hele piknik zamanları!…Mahalleli tümüyle göl kıyısına taşınıyordu. O mavi huzuru paylaşan paylaşanaydı.”

Bu göl kıyısında Ahmet Haşim’in şiirlerini yazdığı da biliyor.

Sonra her şehrin başına gelen İzmir’in de başına gelir, şehir dışından gelen göçler bu semti de ‘bozar’ her yer konut alanına dönüşür, gölün olduğu yer de bundan nasibini alır ve üzerine Atatürk Stadı bir bölümüne de Otogar yapılır.

Ve göl artık mahallenin yaşamında değildir.

Romanda “ Nerede o göl/ Çocukluğumuzun denizi Halkapınar/ Doldurulmuş betonlanmış üzeri şimdi otogar.” (Sh.113) diye geçmiş romana.

Ahmet Hamdi Tanpınar, “sevdiğimiz şeyler bizimle beraber yaşlanır ve bizimle değişir”, diyor.

Ancak bizim şehirlerimizdeki değişim hızı o kadar baskın ki yetişene aşk olsun!

Baksanıza Ahmet Günbaş’ın hüzünle anlattığı, Halkapınar Gölü’nün üzerine yapıldığı yer olan İzmir Otogar’ı daha romanın mürekkebi kurumadan bir başka alana İzmir’in Işıkkent’ine taşındı bile...

Birileri sanki bizim yaşadığımız yerle kurduğumuz ilişkiyi kayda geçiren belleklerimizi silmekle meşgul!

Ahmet Günbaş’ın “Yitik Göl” romanı Yakın Yayınlarından 2008 tarihli.

****

8500 İZMİR’İN KURULUŞU…

Gelelim Osman Akbaşak’ın 8500 adlı romanına…

İzmir’deki sanatsal etkinlikleri kayda alan, belgesel çalışmalarıyla bilinen Osman Akbaşak, terzi kendi söküğünü dikemez hesabı romanının tasarımına ve kapağına gerekli özeni göstermemiş gibi. Daha gösterişli bir kapağı hakeden bir roman çünkü…

İzmir’in kuruluş tarihi olan 8500’ e bir gönderme olduğu belli olan kapaktaki tasarım bilmeyenler için bir anlamsız rakam gibi geliyor bana…

****

ysa romanın içeriği bütünüyle anlamlı, İzmir’in tarihsel mekanlarını Efe ile Ada’nın gözünden dile getiriyor.

Roman nerdeyse birçok İzmirlinin hayaliyle başlıyor, tıpkı Efe’nin dedesinin belirttiği gibi.

“Nasıl insanın aklına Roma denilince Kollezyum, Atina denilince Akropol geliyorsa, İzmir denince de Agora gelmeli ve bu güzel şehir herkesin aklında yer etmelidir.”

Sonra romanda bu hayaller gerçekleşiyor; Efe kalabalık turist kafilelerinin sürekli gemilerden inerek Kadifekale eteklerindeki Antik Roma Tiyatrosu’nu gezdiğini, oradan Kemeraltı’na geçtiğini söylüyor, bizzat görüyor.

Antik Roma Tiyatrosu çalışmalarının bu günlerde hız kazandığını biliyoruz, romanın 2016 tarihinde basıldığı düşünülürse Akbaşak’ın atak davranıp geleceği yazdığını söylemek mümkün.

Hoş adı geçen tiyatronun şehir yaşamına katılmasının bir kaç yıl daha süreceği de ayrı bir gerçek.

Romanın ilerleyen sayfalarında Efe’ye Ada da katılır. Bu kez iki gencin tarihsel yerlerdeki serüvenleri başka noktalarda sürüp gider…

Bir yerde Meles Çayı’nın geçtiği yerler gezilir. Şimdiki Yeşildere semtinden geçip Körfez’e dökülen bu çayın etrafının yeşilliklerle çevrili olduğu, güzel kafelerde insanların çaylarını yudumladığı anlatılır.

Ne dersiniz? Sizin de hoşunuza gitmedi mi?

Osman Akbaşak adeta İzmir’in geleceğinde olması gerekenleri roman kişilerine söyletiyor.

Onları oralara götürerek bize, biz İzmirlilere bir takım gerçekleri gösteriyor.

Tabii bunları yaparken bir roman tadı vermeye de dikkat ediyor. Öbür türlüsü romanın didaktik bir üsluba sahip bir ders kitabı gibi algılanmasıdır ki bu hem romana hem de Osman Akbaşak’a haksızlık olur.

****

Kuşkusuz burada romanın edebi açıdan eleştirisinin söz konusu edilmediğini söylemeliyim.

Benim derdim her iki romanın da yaşadığımız şehri konu edinmiş olmasıdır.

Bunun da çok anlamlı bir değeri vardır.

2016 yılında 8500 romanı ilk yayımlandığında zamanın Konak Belediye Başkanı olan Sema Pektaş’a, bu tür edebi yayınların yerel yönetimlerce desteklenmesi gerektiğini söylediğimi şimdi anımsıyorum.

Hoş, belediyelerde bu duyarlılıkların ve de buna yönelik mekanizmaların olmadığı düşünülürse kolay kolay bir şey yapılmayacağı da ayrı bir gerçek..

Ve nitekim yapılmadı da.

Her iki yazarı; Ahmet Günbaş’ı ve Osman Akbaşak’ı kutluyorum.

Onlar en azından tarihe not düşmüş oldular.

Günbaş yitip gitmiş bir gölün belleklerimizdeki izini sürmüş “Yitik Göl” romanıyla, Akbaşak ise şehrin geleceğine dönük güzellikleri, romanı olan 8500- Arkeopark İzmir’den Düş Yolculukları.

Alkışlanası bir çaba…

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.