Ajans Bakırçay
2022-11-01 11:40:53

Sanat, Yaratıcılık ve Psikiyatri

Prof. Dr. Yusuf Alper

01 Kasım 2022, 11:40

Sanat yaratıcılığıyla ilgili en çok şey söyleyebilen alan psikiyatridir. Nörolojik incelemeler, beyin elektrofizyolojisi, nöronlar arası bağlantıların incelenmesi çok az bilgi verebilmektedir. Ancak çok yetersizdir.

Yaratıcı sürecin nasıl olduğu, yaşandığına ilişkin en çok kabul gören varsayım Freud’un takipçisi sayılabilecek psikanalist Kriss’in yaklaşımıdır. Yaratıcılık belirli ego (benlik) koşullarına bağlıdır.

Freud’dan sonra psikanaliz, bilinçli ve bilinçdışı düşünüşler arasındaki farklı etkileşimlere odaklanmıştır. Kris, yaratıcı işlevi “ego hizmetinde gerileme (regresyon)” olarak yorumlamıştır. Burada ego, daha ilkel işlevsel düzeylere yönelir, ilkel bilinçdışı ve bilinç öncesinin (subconscious) etkilerine açık hale gelir. Kubic, yaratıcılığın başarısını bilinç öncesindeki düşüncelerin özgür olması ve bilinç-bilinçdışı (engeli) tarafından engellenmemesine bağlamaktadır.

 R. May, “ego hizmetinde gerileme” kavramını yetersiz bulmaktadır. Ona göre “ego hizmetinde gerileme” kuramını desteklemekte E. Kriss’in başvurduğu eser, otobiyografisinde kendi şiir yazma yolunu anlatan önemsiz bir şairin eseridir. Şair öğle yemeğinden sonra yarım litre birasını içer ve yürüyüşe çıkar. Bu uyurgezer duygu ortamındayken şiirleri çıkar gelir. Kriss, bu kuramıyla edilginlik ve alıcılığı yaratıcılık ile çakıştırır, der May. Öğle şekerlemesinde şiir yazarsanız, şiirinizi öğle şekerlemesinde okurlar, diye sürdürür sözlerini. Yaratıcılığın sık sık bir gerileme fenomeni olarak görünebileceğini ve sanatçıda arkaik, çocuksu, bilinçdışı ruhsal içerikleri ortaya çıkarabileceğini de kabul eder. Bu anlayışa göre, yaratıcı kişi, ego kontrolunda çok daha ilkel düzeylere kadar inmekte, bilinçdışı materyali estetik boyutlarıyla dışa vurmakta, bilince getirmektedir. Birincil süreç düşünce; imgesel, simgesel, karmaşık anlatımın egemen olduğu, sistemsiz, dağınık, anlam bütünlüğü olmayan bir durum söz konusudur. Oysa ikincil süreç düşüncesinde ise her şey düzgün, mantıklı ve anlamlı biçimde bir başka insana düşünce iletme amacıyla oluşturulmuştur. Sanatçı bir bakıma bu yalın, düz anlatım dünyasından karmaşık simgesel, imgesel anlatım dünyasına akınlar düzenlemekte ve ele geçirdiği ganimetleri alıp ikincil sürecin anlam egemen dünyasına taşımaktadır. Bunu yaparken yol boyunca yaşanan etkileşimle birincil sürecin dağınık imgeleri biraz daha derli toplu, biraz daha anlamlı ve yalın hale gelmektedir. Tabii daha sonra da sanatçının o malzeme üzerinde bilinçli olarak çalışması, kesip biçme, yontması başlamaktadır.

 Klein’a göre, sevme ve yıkma itkilerinin çatışması depresif konumun merkezi özelliğidir. Baskın kaygı depresif kaygıdır, ölüm içgüdüsünün güç kaynağıdır ve sevilen anneyi tahrip edecektir. Hasar görmüş nesnelerin onarımı bebeğin sevme kapasitesine olan inancını artırır, suçluluğunu azaltır, kayıpla ilgili kaygısını daha aşağı düzeye indirir ve iyi iç nesnelerin temellerini atar ki bu da sağlıklı gelişme ve yaratıcılığı sağlayacaktır. Onarım girişimi Kleincılar tarafından yaratıcı dürtünün önemli bir belirleyicisi olarak görülür. Bu bakışla sanat yaratma eyleminin tümüyle kişinin kendisini onarma çabası olarak yorumlandığı söylenebilir. Giderek tüm insanlığı onarma çabası ve kaybedilmiş cennete (nesnelere) bir ağıt olduğu sonucuna varılabilir. Tüm sanatçılar için olmasa bile en azından bazı sanatçılar için böyle olduğu kabul edilebilir. Sanatın ve yaratıcılığın sağlıklı ve sağaltan bir yönünün olduğu da anlaşılabilir.

Dünyayı ve geleceği değerlendirmede depresiflerin daha gerçekçi oldukları bulgulanmıştır. Dünyada olup bitenleri Polyannacılık oynayarak değerlendirmekle bir şeyler değişmemekte, bu tutum sonuçta kişiye de olumlu bir katkı sağlamamaktadır. Depresif bakışın gerçeğe yakın algılayışı ve onun insanlığı etkileyecek biçimde estetize edilerek dile getirilmesi dünyayı değiştirme, güzelleştirme, insanileştirme ve daha yaşanılır kılmada daha etkin gibi görünmektedir. Genel olarak bütün önemli yapıtların, özellikle bütün büyük şiirlerin hüzün içerdiğini anımsamakta yarar var. Umut aşılayan, gelecek güzel günler öngören şiirlerin de arka planında hep hüzün vardır. Hüzün içerikli olmayıp etkileyici, çarpıcı olan çok az şiir vardır. Bu etkililiğin kaynağı olası ki şairde olan dünyanın hasar görmüşlüğü ve onu onarma çabasının okuyucuya aktarılmış olmasından kaynaklanmaktadır. Bu dünya somut yeryüzü ve insanlar dünyası olarak algılanabileceği gibi dış dünyanın içselleştirilmiş tasarımı olarak insan-şairin (sanatçının) zihnindeki dünya olarak da ele alınabilir. Tabii şiddet ve barbarlığın yakıp yıktığı dünyadan çok, bir biçimde şiddet ve insansızlığa (sevgisizliğe, korunmamışlığa) tutsak edilmiş insan yavrusunun geliştirdiği zihinsel dünya tasarımı olarak algılanmalıdır. Okuyucu şair ya da şiirdeki ben ile empati yapmakta, etkilenmekte, değişmekte ve dünyanın düzeltilmesi, güzelleştirilmesi çabasına girmektedir. Yine bu dünya da yukarıda andığımız dünyadır. Örselenmiş, yaralanmış zihinsel tasarım dünyası. Onun için şairin yazdıklarının bir ucunun okuyucuya dokunması koşuldur. Kendi içinde bir kısır döngü oluşturan bir söylemin okuyucuya bir şeyler ulaştırması olası değildir ve sonuçta etkili olması ve sanatsal işlevini yerine getirmesi beklenemez. Bu sanatın insansızlaşması, insani olmaktan uzaklaşması demektir ki yapıtın sanat olmasını da tartışılır kılar. Okuyucu dünyayı düzeltmeye, güzelleştirmeye kendinden başlamakta, kendi yaralarını sarmaya, kendisini onarmaya ve kirlerinden arındırmaya durmaktadır. Sonuçta iletişim kurduğu herkese aktarılan bir güzellik söz konusu olmaktadır: “Karanfil elden ele“.

Biz aydınlara düşen sanat yaratımı konusunda topluma öncü olmak, onların sanatsal bilinçlerini yükseltmek ve daha güzel, uygar, insancıl bir dünya için çaba içinde olmalarını sağlamaktır. Böylece doğumdan erişkinliğe insanlar daha uygar, insancıl, eşitlikçi ve ötekine saygılı bireyler olacak ve toplum daha yaşanılır bir toplum, dünya daha güzel bir dünya olacaktır.

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.