Ajans Bakırçay
2022-06-04 12:22:05

Maskeleri Düşürerek Gerçeği Görmek

Mehmet Can Gürbüz

h.dem08@hotmail.com 04 Haziran 2022, 12:22

Yazar Rıza AYDIN, babasına batıniliğin ne olduğunu sorar. Babası ona o köylü ama aydın- bilge bir insan olarak “her şeyin bir görünen birde görünmeyen yanı vardır” der. Örneğin: Güneş ne yapar günü ışıtır, insana ısı bitkilere can verir ve bir bakarsın güneş görünmüyor gece olmuş. Güneş yok mu oldu. Hayır! Güneş yine durduğu yerdedir ve yine ışık saçmaya devam eder. Onu anlamak, Onun ışık saçarak aydınlatan kimliğini unutmadan güneşi anlamak, anlamaya çalışmak işte sana batini bakış der.

Sadece insan değil, devletlerin (ki insan olan yöneticilerinden kaynaklı) hırslarının, beklentilerinin ve planlarının gereği maskeli oyunlar sergiledikleri yaşanan birçok olgudan sonra anlaşılmıştır.

Siz oyunda aldatılan oyuncu iken onlar amaçlarını asla unutmayan maskeli oyuncu olurlar.

Bu oyunun en önemli akışında onlara bel bağlanarak onlarsız hayatta başarılı olamayacağınız, onlarsız hiçbir şey yapamayacağınız kafanıza ve yüreğinize işlenecek olmasıdır. Saflığın budalalığa yol açması sonucunda kendini güvende hissetmeye, kendi aklının yerine onların aklını kullanmaya, kolaycılık saymanın yerine kullanılmanın ıstırabını duya duya daha bir teslim olmalara doğru yelken açılır.

Soru sormak, anlamaya çalışmak yerine kolayca kabul edip, biat etmek kendi yaşamını ‘yalandan kolaylaştırır’ gelecekteki neslin işini zorlaştırır.

Gözler başkalarına düzenlenen, tezgâhlanan oyunları apaçık görebilirken kendinin içinde yuvarlandığı oyunu bir türlü fark edemez. Bu kurgunun ve rollerin iyi senaryo edilmesinden kaynaklanır.

Stefan ZWEIG’in kısa bir romanı olan “Yakıcı Sır” adlı kitabında bir tatil kentine daha sezonun açılmasına zaman varken, erken gelmesinin yarattığı içinde ki yalnızlık, kimsesizlik ve can sıkıntısını giderebilmek için avcı bir erkek görünümünü gizleyerek, can sıkıntısını, maskesiyle etkileyeceği bir kadınla gidermeye niyetlenen genç baronun öyküsüdür. Ancak tatile gelmiş bir kadında yoktur.

Derken o sıkıntı basmış bir anında ipek elbise hışırtısı ile gelen bir erkek çocuklu kadın imdadına yetişir. Artık plan kurmak ve uygulamak zamanı gelmiştir.

Baron yakışıklı değildir tüm emperyalistler gibi çirkin bir surata sahiptir.

Plan; kadına ulaşabilmek için çocukla iletişim kurmak üzere düzenlenmiştir. Çünkü direk kadınla bağ kurmak için yaptıkları etki etmemiş, kadın kapılarını kapatmıştır çabalarına. Elde bir çocuk anahtarı vardır.

12 yaşında ki çocuğun tek başınalığından faydalanarak, bu kadar uslu olmasının aslında bir çocuğa uygun olmadığı, en yaramaz haliyle maceralara yel açmasını ister, özendirir. Koş oyna, “afacanlaş” der ve bir köpeğini hediye etmeyi önerir. Çocuk hevesini belli eder ancak annesinin bunu kabul etmeyeceğini söylediğinde de “ben annenle konuşurum” diye çocuğun umuduyla gönlünü fetheder.

Çocuk, baron gibi iyilik meleği bir adama layık olup olamadığı karmaşası içinde annesini adamın önüne atar. Ne baronun niyetini bilmektedir ne de bu maceranın neresinde ne kadar bulunacağını bilecektir.

Baron annesiyle baş başa kalma anlarını yaratmak için çocuğu görevlerle, örneğin başka otellere bir akrabasının gelip gelmediğini öğrenmesi için, görevlendirir.

Tıpkı ABD’nin ülkeleri başka ülkelere kendisi için savaşa yollaması gibi.

Çocuk görev almanın heyecanı ile plandan habersiz, zamandan habersiz, ne kadar süreceğinden habersiz, sorgusuz sualsiz görevi yerine getirmenin peşine düşer.

Bu görevleri yerine getirirken aslında o baronla tanıştığından beri günlük yaşantısı daha bir sıkıntılı, gergin ve karma karışık olmuştur. Fakat sorunu barona duyduğu güvende arama yerine barona teslim ettiği annesini sorun olarak görmeye, ona öfkelenmeye başlar. Annesi giriyordu aralarına.

O baronu paylaşmak istemezken, annesini suçlarken, baronun gezmeyi teklif ettiği annesi dönüp kendisine sen evde kal biraz ders çalış, yoksa okuldan çok uzağa düşeceksin demesi öfkelendirmiş barondan kendisine destek isterken, baron ona destek çıkmak yerine annesine destek çıkarak evet birkaç saat ders çalışmasının zarar vermeyeceğini faydalı olacağını söylemiştir.

Eyvah ki anne de gönülden fethedilmiştir. Emperyalistlere hep kendilerine beğendirmek için yarışan azgelişmiş yada sömürge ülkelerin konumuna benzer; eldekilerini bırak, dayanışmayı bırak, ona yaran.

Sız evinizden mutluluğu dışarı bağladınız, siz sevdiniz diye sizi seveceklerini zannettiniz mi ailenize sarılmak zorunda kalabilirsiniz tekrar. Çocuk da babasının kalkanına sığınmak zorunda kalarak “Babam burada ders çalışmama kızıyor. O, buraya okumam için değil iyileşmem için gönderdi.” Diye karşı çıktı.

Ve ilk kuşku tomurcukta olsa içine düşmüştü.

Çünkü ne annesi ne de baron eskisi gibi konuşuyor, davranıyorlardı. Sanki başka bir yüz edinmiş gibiydiler. Çocuğun konuşması, gözleriyle onlara bakması artık onlara rahatsızlık veriyordu. Ortada bir sır vardı.

Kim halkların sorununu dile getirse, çelişkileri dile getirse ve gözler önüne serse, gördüklerini belli etse tüm sermayedarlarca hoş karşılanmaz, düşmana döndürülürdü. Buda cezasız kalmazdı çünkü saklanılan plan, sır deşifre edilebilirdi.

At arabasıyla süren gezinin, hedeflenenden daha sıkıcı hale gelmesinden dolayı, otele dönüşte, annesi başının ağrıdığını söyleyerek yanından ayırmadığı oğlunu ortada bırakarak odasına gitmesi, ardından baronun, arabacının parasını ödeyip, çocuğun yüzüne bakmaksızın otele yol alması, kendisini büyüleyen, kendine hayran bırakan adama hiç yakıştıramayarak peşinden koşup:

“Ben size ne yaptım da artık beni böyle görmezden geliyorsunuz? Neden benimle hep böylesiniz? Annem de öyle. Neden beni hep kendinizden uzaklaştırmak istiyorsunuz? Ben size yük mü oluyorum, yoksa bir şey mi yaptım?” diye ağlaması.

Dün kendi başınalığından çıkaranların eliyle terk edilmişliğe atılmasının ıstırabını taşıyordu.

Günümüze kadar tarihin yalnızlaştırmış birçok ülkenin yaşadığı ıstıraba benziyor. Halklar çaresiz değil.

Çocukta farkına varıyor çaresiz olmadığının. Onlar ne kadar onsuz olmak istiyorlarsa çocuk daha bir onlarla olmanın onlara getirdiği sıkıntının eğlenceliğine çevirerek, sırlarını itiraf etmelerini bekliyordu. En sonunda annesi patlayıp: ne üç yaşında bir çocuk gibi eteğine yapışarak dolaştığını, artık kendi başına dolaşması gerektiğini “beni rahat bırak” diye haykırması onu mutlu etmişti. Varlığı artık onları rahatsız ediyordu.

Öfkelenerek “aptal çocuk” demeleri başladı. Her şeyde olduğu gibi planların uygulanmasında da zaman için bir zaman sonu vardı. Vakit doluyor olunca hedefe varmanın telaşı arttıkça maskenin düşmesi daha bir hızlanıyor.

Baron da kadını elde etmesinin uzaması nedeniyle, birkaç gün sonra ayrılmak zorunda olacağı bu otelde, erguvani günbatımının yaşandığı anın aynı zamanda, annelik ile kadınlığı arasında son bir seçim şansı tanıdığı, trenin kalkış saati gibi, bindin bindin, yaptın yaptın, gittin gittin, yaşadın yaşadın denilen o nazik yaştaki bayandan elde edebileceği sayılı günlere gelmişti.

İşgalcilerinde günleri, çalabildiklerini en çabuk çalma günlerine mecbur bırakan sayılı günlerdendedir.

Artık çocuğun varlığının yarattığı sıkıntıdan kurtulmak için yalan içinde yalan dolanlara başvurmak kaçınılmaz olmuştur. Annesi iki mektup vererek postaneden göndermesini ister. Çocuk kaçacaklarını anlar ve “ben gelmeden gitmek yok tam burada beni bekle, postalayıp geleceğim” der. Evet der annesi ondan kurtulmak için. Postalayıp döndüğünde annesi ile baronun faytonla uzaklaştıklarını görür, ağlar.

Büyümek gerektiğini de anlar. Çocuklukla, ağlamakla bu işi çözemeyeceği ortadadır artık. Büyümek; soru sorabilmek, cevap arayabilmek belki de cevaba ulaşabilmenin yolları üzerinde yol almaktır. Her zaman bir sır varsa bu sırrı çözecek kemale ermekte sır sahibine düşüyor çünkü. Sırrı oluşturan insan ise çözecekte insan olacaktır.

Ne kavgalara tutuştuk çocukluk hastalığımızla. Hangi planların yön çizdiği yol üzerinde. ABD’nin emperyal heveslerinin o erguvani günbatımını yaşadığımız zamanlarda aklını onlara emanet edenlerin sayesinde ne acılara gark ettik halklarımızı. Ne çok ayırdık birbirimizi. Bir otel odasının birkaç günlük macerasına, koca bir aile olmanın sıcaklığını kurban eyledik.

ABD mermisini ABD silahıyla halkımızın üzerine abd hırslarının, beklentilerinin ve planlarının gereği ile ve adına vatanseverlik diye boyalayıp cilalanmış kullanmak çok zaman, çok yol almalarına yol açtı. Neşet ERTAŞ’ın dediği gibi

Körümüş gözlerim görmedim seni
Boşa Mecnun eylemişim ben beni
Hata benim günah benim suç benim”

Göremedik, gösteremedik acı çektik.

Bundan sonra ne baronun ne çocuğun annesinin ve ne de çocuğun sonunu yazayım. Her birimiz kendimize göre sonlandırabiliriz. Tıpkı ülkemizin kaderini kendi anlayışlarımızla ortak duyguyla mı kaygıyla mı sevinç ve kederlerle mi çizeceğimiz gibi.

Sadece çocuk annesi ile baronun otele dönüşlerinde onları karşılayıp yüksek sesle hesap sormaya başlaması ile devam eden süreçte çocuk kendinde bir şeyi eksik görür: öfkesi iradesine baskın çıkmış soğukkanlılığını yitirerek hesap sormaya başlamıştı.

Kaçan bu kez kendisi oldu. Ve; İhtiyacını karşılamak için paranın ne demek olduğunu, bindiği trende kaçıncı mevkie bilet almasıyla sınıf farkını, yanında oturanların yoksul giysiler içinde sertleşmiş elleriyle verdikleri ekmek kavgasını, herkesin evine gitmesi sonrası bir başına kaldığı karanlık sokakların akla getirdiği aile sıcaklığı, sevgiyle okşanıp öpüldüğü sırları daha da çözülecek birçok insani sırrın olduğunu hissetti, öğrendi.

Deve üzerinde leblebi tozu yiyen Arap’a bir adam sorar: Ne yiyorsun?

Arap: Rüzgâr bu şiddet de eserse; Hiç

Rüzgârın şiddetini estireceğimiz kadar ki rüzgâr belirleyecek. Emperyalizme HİÇ yedireceğiz.

Biz öfke yerine soğukkanlılığımızla ve aklımızla planları bozup, sırrımıza ulaşırız ümidiyle…

*********

Sevgiyle, sağlıcakla kalın…

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.