“Kırılma Noktaları” yaşayan dünyanın pek çok ülkesinde yıllarca savaş muhabiri olarak görev yapan Gazeteci Ramazan Öztürk, İran, Irak, Türkiye ve Suriye’deki tanıklıklarını ve deneyimlerini “Savaş Yılları Günlüğü” adlı kitapta topladı.
Belge Yayınları tarafından okurla buluşturulan kitap, İran-Irak Savaşı, Halepçe Katliamı, Birinci ve İkinci Körfez Savaşları gibi kritik tarihsel dönemeçleri ele alıyor.
Ölümle iç içe geçen yılların izlerini de taşıyan kitabını, “Bir muhabirin not defterinden, on yıllara yayılan tanıklıkların hikâyesi” sözleriyle tanımlayan Ramazan Öztürk şöyle diyor:
“Savaşların gölgesinde insan kalabilmenin çabasını anlattım. Her fotoğrafın ardında bir nefes, her satırın altında bir yara vardı. Unutulmasın istedim… Yıllar boyunca tuttuğum notları, gördüğüm acıları ve direnci bu kitapta topladım. ‘Savaş Yılları Günlüğü’, tanıklığın ve haberciliğin izinde yazılmış bir kitaptır; geride bırakmadığım seslerin hatırasıdır.”
“Savaşın gerçek kazananı yoktur”
Ortadoğu’daki savaş dönemlerinde bizzat tanıklık ettiği olayları kaleme alan Öztürk, hiçbir ayrım gözetmeden Arap, Acem, Türk, Türkmen, Kürt ve farklı inanç ve kimliklere sahip insanların acılarını aktardığını vurguluyor:
“Cephelerde yaşananları, cephe gerisinde sivil yaşamın sürdüğü şehir ve köylerde insanların yaşadığı korkuyu, acıyı ve bunların ruhlarda bıraktığı derin izleri anlatmak istedim. Ayrıca savaşın hiçbir gerçek kazananının olmadığını hatırlatmak istedim.”
Öztürk kitabında ayrıca Türkiye’deki ana akım medyanın tutumunu da eleştirerek şu değerlendirmeyi yapıyor:
“Medyanın gazeteciliğin evrensel ilkeleri doğrultusunda hareket etmek yerine resmi politikaların etkisi altında kalmasını eleştirdim. Bölgenin kaderini belirleyen dört ülkenin ortasında yıllardır çözülemeyen Kürt sorununu merkeze alarak İran-Irak Savaşı, Halepçe Katliamı, Birinci ve İkinci Körfez Savaşları gibi tarihsel olayların etkilerini detaylandırmaya çalıştım. Kürtlerin Irak, İran, Türkiye ve Suriye’deki yaşamlarını ve bu rejimlerle çatışmalarını anlattım. Kürtlerin kendi aralarındaki çatışmalara da değinerek özeleştiriden kaçınmadım. Bu nedenle yaptıklarıyla tarihin kara sayfalarında yer alanlar rahatsız oldu ve kitabın yayımlanmasını engellemeye çalıştılar.”
Köksal’ın iddiasına sert tepki
Öztürk, kitabının yayımlandığı dönemde Eski MİT Müsteşarı Sönmez Köksal’ın bir röportajda “Halepçe katliamı fotoğraflarını Irak dışına çıkarmak için şahsi inisiyatif aldım” sözlerini, tarihi çarpıtma girişimi olarak nitelendirdi ve iddiayı sert bir dille yalanladı.
Köksal, anılarını topladığı kitabında ve bir röportajda, “Ramazan Öztürk’ün Halepçe fotoğraflarını Irak dışına ben çıkardım” ifadelerini kullanmıştı. Öztürk ise bu sözlerin hayal ürünü olduğunu belirterek şöyle konuştu:
“Bu olayın merkezinde ben vardım. Tarihi çarpıtma girişimine sessiz kalamam. Bunca yıllık gazetecilik hayatımda bu kadar açık bir yalanla ilk kez karşılaşıyorum.”
Köksal’ın sözlerini şu ifadelerle yanıtladı:
“Eğer söyledikleri doğru olsaydı, Halepçe Katliamından sonra Halepçe’de bulunmuş olması gerekirdi. Oysa öyle bir durum yoktur. Fotoğrafları ona vermem için orada olması gerekirdi. Halepçe’ye İran üzerinden, bir grup gazeteciyle helikopterle gittim ve aynı yolla geri döndüm. Fotoğrafları Irak dışına çıkaran kişi bizzat kendim oldum. Dolayısıyla anlattıkları mantık örgüsü içinde bile mümkün değildir.”
Öztürk ayrıca Köksal’la tanıştıkları dönemi hatırlatarak şu bilgileri paylaştı:
“Sönmez Köksal’ı 1987 yılının mayıs ayında Bağdat Büyükelçisi iken tanıdım. Halepçe Katliamı ise 16 Mart 1988’de gerçekleşti. Büyükelçilik ziyaretimde yardımcı olmak bir yana, bunu engelleyen tavırlar sergiledi. O filmler 1987 mayıs ayında Irak halkının cephe gerisindeki yaşamını konu alan yazıya ait filmlerdi. Sonuçta duyarlı bir diplomat tarafından gazeteye ulaştırıldı.
Basın etiği vurgusu
Öztürk, itirazına T24 ün hassasiyet gösterdiğini belirtip teşekkür ederken, röportajı yapan Cansu Çamlıbel’in kendisine gönderdiği açıklamayı yayımlamamasını eleştirdi:
“Çamlıbel’in röportajını okur okumaz tüm gerçekleri yazılı olarak ilettim. Basın meslek ahlakı gereği buna köşesinde yer vermesi gerekirdi. Ancak tıpkı mesleğin diğer ilkeleri gibi bu da unutulmuş görünüyor.”