Ajans Bakırçay
2022-04-13 10:58:51

İnanç ve Sekterlik

Mehmet Can Gürbüz

h.dem08@hotmail.com 13 Nisan 2022, 10:58

“Daha sonraki istasyonlarda karşılaşmalarımıza bakarak, yitirdiğimiz zamanı düşünüyorum da, ta en başta seninle arkadaş olmamızın önündeki en büyük engelin senin alabildiğine politize kişiliğin olduğuna hükmediyorum. O zamanlar öyleydi. Birçokları için öyleydi. Politize olmuş hemen herkes başının üzerinde TKHBPC gibi sessiz harflerden oluşan bir ayla taşırdı. Siyasal inancın İman Çağında bir dönem özelliği olarak hemen herkeste görülen rolüne fazlasıyla inanma, kendini abartma ve uzak açı kaybı, zaman içinde sende kalıcı bir tavra dönüştü. Salt siyasal konularda değil, hemen her konuda böyleydi bu. Uzmanlaştığın her konu, sekterliğindeki haklılığı gerekçelendirmek içindi sanki. İleriki yıllarda da en nihilist dönemlerinde, ruhun en karanlık mevsimlerinde bile inancın ve kanaatin söz konusu olduğu her yerde, kendinle mesafen kalmıyor, savunduğun şeyle neredeyse intihari bir biçimde özdeşleşiyordun. Hırçınlığın, gerilim tırmandırıyor, her tartışma, anlamsız kelimeler sağanağında saçma bir inada, çocukça bir ayak diremeye dönüşüyordu. Kimsede tat tuz bırakmıyordun. En kötüsü, böyle zamanlarda kıvrak zekânın en büyük çakımı olan o zehir zemberek mizahını da yitiriyor oluşundu. Kendi öfkenin aşılmaz barikatlarında yüzde yüz haklı olduğun nice tartışmayı göz göre göre yitirmene mahzun gözlerle tanıklık etmişimdir. Öfkenin şiddetinde savrulan dilin, çoğu kez düşüncelerinin derinliğine, çıkarsamalarının çapına erişemediğinden; ya da erişse bile karşındakiler böyle derin suları kulaçlayabilecek çapta olmadıklarından, başkalarının seyirciliğinde ne dediği pek anlaşılmayan, bulanık şeyler söyleyen, üstelik de …..onca kişinin şimşeğini üzerine çeken biri olarak perde kapatıyordun. Sen zekanla baş edemiyordun.” (Murathan MUNGAN ‘Kaf Dağının Önü Syf. 138’)

***

Bu yazı dayımı gözlerimin önüne getiriyor hemen. İnandığı şeylerle kendini öylesine bütünleştiriyor ki, davranışlarında ve söylemlerinde inancının bükülmez çelik olduğu hemen fark ediliyor. Başkalarının bu bağlılığını algılamamaları, bu inanca zarar verecek davranış veya söylemlere giriştiklerinde de en keskin söylemleri, öfkeleri kabarmış olarak dayımı karşılarında buluyorlardı. Ali ZERAY’ın dayıma sürekli dediği "siz sadece düşünün ama lütfen konuşmayın. Çünkü çok çabuk öfkelenip kendinizden geçiyorsunuz."

Aslında dayımda farkındaydı ki "karşındakiler böyle derin suları kulaçlayabilecek çapta olmadıklarından, başkalarının seyirciliğinde ne dediği pek anlaşılmayan, bulanık şeyler söyleyen" kişiye dönüşmesi kaçınılmazdı. Her ne kadar Müslüm Dede "bizim geçimsiz" yaftası taksada, o inandıkları değerlerin kutsallığına zarar gelsin istemediğinden, bu sekterliğe dönen tutum alıyordu. Hiç bir şey yapamazsa kendi içine kapanıp, inançlarına daha fazla saldırılmasının, saldıranların küçüklükleri karşısında, hiç olmasa değerlerin bunların elinde oyuncak olmasın diyerek koruma çemberleri ile kapanıyordu içine. İnandığı gibi üstlendiği işlerinde aynı saygınlıkla yapılmasına sonsuz özen göstermek isterdi. Yengem de her defasında "Senin ne dediğini anlamıyorlar. Onlar senin seviyene çıkamıyorlar, sen onların seviyesine inemiyorsun. Sarf ettiğin o sözlere onlar başka şeyler anlayıp çarpıtıyorlar. Ya anlayacakları seviyeye inerek konuş ya da hiç söz söyleme" derdi. Rahmetli dayım (toprağı bol olsun) kızarır kızarır soluksuz kalırdı.

***

“Çınaraltı’nda karşılaştık çok sonra. Davranışlarında ilk bakışta dikkat çekmeyen bir kırılganlık vardı. Yara almıştın. Kırmışlardı seni. Arada bir dalıyor, sonrada yakalanmış gibi gözlerini kaçırıyordun. Gözlerindeki çelik yumuşamıştı. Aldığın yara, duyarlılığını çıkarmıştı ortaya. Saçların kısacık kesilmişti. Seni rafine eden, pürleştiren, saç ve bıyığın gizlediği hatlarının inceliğini ve kusursuz büstünü ortaya çıkaran bir traştı bu. Bir Romalı kadar mağrur, meydan okuyucu ve kibirliydin. Sende beni en çok sinirlendiren şey, kibirdi. En saygı duyduğum yanın da. Bu paradoksal duyguyu açıklamamı isteme benden. Bunu da bugüne dek anlayabilmiş değilim. (Murathan MUNGAN ‘Kaf Dağının Önü Syf. 139’)

***

Aslında 12 Eylül cuntası ve Özal sonrası yaygınlaşıp çoğalmaya başlamıştı sanıyorum; insanın inandığını yalan yakışır ucundan tutarak inanmak süreci. Çünkü inanışın bedellerini ödeyen insanları çevrelerinde gördükleri, çekilen acılar karşısında hâlâ inanmayı sürdürenlerin dağılan ocaklarının, dağılan hayatlarının hiç de özenilecek olmadığı, kıvraklığın, içinden kıl çekilir gibi sıyrılmanın daha hayatı kolaylaştırdığı sanılmaya başlanmıştı. Nasıl Kerbela’da, Hüseyin yalnız bırakılmış ama onu direnci bir onur abidesi olarak bugüne aktarılmış ve onun açtığı yolda Şeyh Bedrettin, Pir Sultan, Hac-ı Bektaş diriliği sürdürülmüşse, öylede sürdürülebilir miydi? Onur bir yere kadar insanın taşıyabileceği yüktü. O yük zamanla insanı kamburlaştırıyor ve geleceği görmenin önüne geçiyordu. Hem o yükle çağ atlamanın imkânı yoktu.

Adalet değil işine gelen doğruydu. Biz nedir ki ben varken, olmuştu. Yazı tura gibi bir gelecek içinde hep yazı demenin ya da hep tura demenin faydası nedir ki? Bazen yazı bazen tura der kazanma ihtimalin artardı. Faydacılık inançlı, bir değere inanmaktan daha yeğ tutulmalıydı.

***

“ ‘Saçlarını kestirmişsin, çok yakışmış’ demiştim. Belki yumuşamış olmanı kendimce ödüllendirmek içinndi bu, belki de artık bir barış çağrısıydı.

‘Moda olsun diye böyle kestirmedim,’ dedin. ‘Saçlarımı içeride kestiler. Yeni çıktım.’

Bu kez uzun kalmışsın içeride. Kırılganlığının yanı sıra yırtıcılaşmıştın. Bu iki özellik sende hep kaldı. (Murathan MUNGAN ‘Kaf Dağının Önü Syf. 140).

***

Çevremde ne çok azalmaya başladı: kıvrak zekalı ve zehir zemberek mizahlı insanlar. Artık Nasrettin Hocaların, Aziz Nesinlerin hoş karşılanmadığı bir dünyada yaşam atını sürüyoruz. Siyasal zemine bakın: Nerede o Erdal İNÖNÜ bilgeliği, Necmettin ERBAKAN esprileri. Neyse ki Yıldırım AKBULUT’u aratmayan NEBATİ var.

***

“Senin dostluk anlayışın oldukça farklıydı. Düşmanına bile beslediğin ilk duygu, onun insan oluşundan ötürü, saygıydı. Bunu hiçbir düşmanının anladığını sanmıyorum, tıpkı dostlarının da anlamadığı gibi. Kişilik farklılıkları içinde dostluk etmek sana göre değildi. Sen ötekinin de sana benzemesini, senin gibi duyup, senin gibi düşünüp, senin gibi davranmasını istiyordun nerdeyse. Kendi doğrularını, bütün ilişkilerin doğrularıdır sanacak kadar uca götürdüğün doğrular da oluyordu.” (Murathan MUNGAN ‘Kaf Dağının Önü Syf. 146)

***

Dayımın aslında demokrasiye inanan bir hoşgörüsü vardı. Ancak toplumsal değerler noktasında hassasiyeti, başkalarının o hassasiyeti göstermemelerine de sonsuz öfkeye kapılarak, onların doğal olamayan kör, sağır ve dilsizliklerine yorumlayarak kabullenemiyordu. Kişiliklerini saklamanın bedelini sadece onlar değil genele de ödettiklerine inanıyordu. Çürümeyi de bu sağlıyordu: İnsani çürüme, kültürel erozyon ve birliği yıkmak. 14 bin yıllık tarihin süzgeci böyle insan üretmemeliydi ona göre. Akıllı insan, bilen ve inanan insan. Eğilen değil, doğruya dönüştüren insan.

Hep kendine benzetmeye çalışıyor zannettiler. Yenilerden korkulur diyerek eski ve kısır geçmişlerine sahiplenenler, onun, onlara insan olmalarından kaynaklanan saygıyı, düşmanca kullanmaktan kaçınmadılar.

Dayım her ilişkisine insana 100 puan vererek başlardı. Kişinin puanını düşürmesini dayım değil kişi kendisi yapardı. Elbette kriteri dayım koyardı ancak merkezine kendisi değil, insani değerler üzerinden değerlendirme yaparak puanını alçaltırdı kişinin. Yalancılığı, fırıldaklığı, diğer insanlar arasında davranışlarında hor gören, aşağılayan, küçümseyen bir yanını yakaladı mı kırılırdı puanı hemen. İnsanı bir nazarda görmemek ne demekti, anlayamazdı.

Düzenleri anlıyordu da insanları anlamakta zorlanıyordu.

***

Eski bir şiirimi buraya aktarıyorum;

*

SENİN ÖFKEN

*

Senin öfken çoktan kanatırdı insan yanımı

Yokluğunda dimdik ayakta hâlâ

Ey!... Öfkesine elmas değeri biçmiş halk

Saklama onu sır gibi

Çeyiz sandığından çıkar, tak-takıştır

Yüreği yarım, sevdası yarım

Öfkesi yarımın faydası yoktur insanlığa

Çıkar öfkeni koy ortaya

*

Senin sevdan çoktan çiçek açtırmıştı insan yanıma

Yokluğunda sızım sızım acımakta

Ey!... Sevgisine elmas değeri biçmiş halk

Saklama onu sır gibi

Çeyiz sandığından çıkar, tak-takıştır

Yüreği yarım, öfkesi yarım

Sevgisi yarımın faydası yoktur insanlığa

Çıkar sevgini koy ortaya

Kurtuluş olsun…

***

Sevgiyle, sağlıcakla kalın….

Yorumlar (3)

Hülya Bolçay 2 Yıl Önce

Tebrikler

Salim 2 Yıl Önce

...

Burcu 2 Yıl Önce

Merhaba insanlara baştan 100 puan vermektense önyargısız 40 puandan başlayıp tanıdıkça puan vermeyi yeğlerim. Böylelikle aşağıdan yukarı çıktıkça hak ettiği puanda da duru ve kararımı veririm. Yazdıklarınızda kendimden çok şey gördüm dikkate alacağım.

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.