Ajans Bakırçay
2019-10-09 10:41:58

Göç ve Suriyeliler

Selim Karyelioğlu

09 Ekim 2019, 10:41

Göç insanlık tarihi kadar eski bir olgu. Tarihin bilinen ilk dönemlerinden bugüne kadar, insanlar başta gıda temini olmak üzere, bulundukları yerde karşılayamadıkları bazı ihtiyaçlarını karşılamak yada kendi varlıklarına tehlike oluşturduğunu düşündükleri bazı toplumsal (savaş vb.) veya doğal (kuraklık vb.) olaylardan kaçmak için göç etmişler. Bazı dini metinlerde geçen yaradılış anlatılarında, ilk insanlar oldukları düşünülen Adem ile Havva’nın cennetten kovulmasının öyküsü de aslında (cennetten dünyaya uzanan) bir göç hikayesi. Kavimler göçü gibi bazı büyük göç olayları öğlesine büyük etkiler yaratmıştır ki, birçok toplumun yıkılıp yerini başka toplumlara bırakmasına neden olmuş, tarihin seyrini değiştirmiştir. Örneğin, Türklerin Anadolu’ya veya Filistinlilerin ya da İsraillilerin Ortadoğu’ya yerleşmeleri de uzun süreli bir göç hikayesi.

Bir diğer ilginç durum ise, tarihte bilinen büyük göç hareketlerinin çoğunlukla Avrupa ve Ortadoğu arasındaki coğrafi alanda, özellikle Akdeniz havzası denilen bölgede yoğun biçimde yaşanmış olması. Akdeniz havzası, Modern öncesi zamanlarda insanların gıda gereksinimlerini (dolayısıyla da maddi zenginlik üretme beklentisini) karşılama potansiyeli açısından geniş ve bereketli ovaların olduğu cazip bir alan. Modern zamanlarda ise bu cazibe, sanayi üretimi için gerekli olan başta petrol olmak üzere hammadde ihtiyacına yanıt veren bir coğrafya olma özelliği ile ilgili. Günümüzde, Suriye meselesi ile bir kez daha gündeme gelen bu özellik, başta ABD ve Rusya olmak üzere büyük askeri ve ekonomik güçlerin bölgeyi bir hegemonik mücadele alanına çevirmelerine neden oldu.

Arap Baharı olarak adlandırılan, Tunus’ta başlayan, sonrasında birçok ülkeye yayılan ve bütün Ortadoğu’yu hatta dünyayı farklı biçimlerde etkileyen siyasal-toplumsal olaylarda, süreçten en çok etkilenen ülkelerin başında kuşkusuz Suriye yer alıyor. Başta siyasal ve ekonomik olmak üzere birçok yönü olan Suriye sorununun başlangıçta medyada sıklıkla yer aldığı şekliyle görünen kısmındaki nedeni, “halkın demokrasi talebi”. Ancak, uluslararası güç denklemleri açısından ele alındığında, işin arkasında başta petrol ve doğalgaz olmak üzere başka nedenler ortaya çıkıyor. Başta Katar ve Suudi Arabistan olmak üzere, körfez ülkeleri olarak adlandırılan coğrafyalardan Avrupa’ya büyük miktarda doğalgaz ve petrol sevkiyatı sağlamak üzere Suriye ve Türkiye üzerinden bir boru hattı projesine Esad rejiminin onay vermemesi, olayların “görünmeyen” temel nedeni. Amerikan şirketlerinin öncülüğünde yürütülecek proje hayata geçirilebilseydi, hem Katar ve Suudi Arabistan, petrol özellikle de doğalgaz sektöründe Avrupa gibi büyük bir pazarda yüksek bir paya sahip olacaklardı hem de Avrupa’nın Rusya’ya olan “enerji bağımlılığı” ortadan kalkacaktı. Zira Rusya, Avrupa’nın enerji ihtiyacının yüzde 40’ından fazlasını karşılıyor ve Avrupa pazarını kaptırmak, kendi açısından önemli bir kayıp olacaktı. Dolayısıyla Rusya’nın Esad rejimini desteklemesinin en önemli (tek neden bu olmamakla beraber) nedeni de bu. İran ise bir yanıyla mezhep birliği içinde olduğu Suriye’nin düşmesiyle sıranın kendisine geleceğini düşündüğü, bir yanıyla da ABD ambargosuna rağmen, el altından Avrupa ile ticaret yaptığı için, (Rusya ile birlikte) Suriye’nin düşmesini engellemeye çalıştı ve bunda da başarılı oldu. Bu, işin ekonomik-politik yanı.

İşin bir diğer boyutu ise, Ortadoğu’da yüzyıllardır sürmekte olan cehalet ve bağnazlığın yarattığı katı mezhepçilik. Aynı coğrafyada yaşayan fakat farklı mezheplerden oldukları için birbirinden ölesiye nefret eden insanların bu kadar hızla silahlı örgütlere dönüşebilmesinin nedeni bu. Mezhepçilik, bu coğrafyadaki insanların birbirlerini vahşi yöntemlerle kolayca katletmelerinin de başlıca sebebi. Neden İslam coğrafyasında her an isyan etmeye ve kendinden olmayanı katletmeye hazır bu kadar çok insan var sorusuna verilebilecek bir diğer yanıt ise yaygın yoksulluk, daha doğrusu maddi kaynakların son derece adaletsiz dağılmış olması. Tabi, bunun temelinde antidemokratik, adaletsiz rejimlerin de hüküm sürüyor olmasının payı yüksek. Ancak bu coğrafyalardaki “sosyolojik yapıyla” batı demokrasisi tarzı bir rejim kurmak mümkün müdür, çok tartışmalı ve sayfalar dolusu kitaplar-makaleler yazmayı gerektiren bir husus. Ayrıca en azından şimdilik, bu hususun (belki geleceğin Ortadoğu’su için bir katkısı olabilir) Suriye probleminin hali hazırdaki yakıcı kısmı olan göç ve göçmenlik meselesinin çözümüne pratik bir katkısı yok.

Suriye’de, 2011 yılında başlayan iç savaş halen devam ediyor ve savaş öncesi 20 milyonluk bir nüfusa sahip ülkede 13 milyondan fazla insan göç etmek zorunda kaldı. Göç edenlerin yarısı kadar olan 6 milyondan fazla insan ise ülkelerini terk etmek zorunda kaldı. Ülkelerini terk etmek zorunda kalanların ise yarıdan fazlası Türkiye’ye sığındı. Resmi rakamlara göre 3,5 milyondan fazla(bazı iddialara göre 4 milyonu geçmiş durumda) Suriyeli Türkiye’de hayatını sürdürüyor. Konuyla ilgili birbirinden farklı görüşler söz konusu ve konu Türkiye’de sürekli gündemde yer alan, tartışılan bir konu. Görüşlerden biri “açık kapı” olarak adlandırılabilecek olan yaklaşım. Bu yaklaşıma göre, kaç kişi olursa olsun Suriyeli göçmenleri kabul etmek gerektiği, zira meselenin insani-vicdani bir mesele olduğu, dolayısıyla da her türlü yardımın yapılmasının ve bu insanların mağduriyetlerinin mümkün olduğunca giderilmesinin gerekliliği vurgulanıyor.

Bir diğer yaklaşım “tepkisel yaklaşım olarak nitelendirilebilecek bakış açısı. Bu yaklaşıma göre, Suriyelilerin Türkiye’ye gelmeleri uluslararası bir oyunun parçası ve amaç uzun vadede Türkiye’deki özellikle sınır şehirlerindeki demografik yapıyı değiştirmek. Hem zaten işsizliğin arttığı ve ekonominin bozulduğu bir ortamda Türkiye, kendi vatandaşlarına asgari düzeyde bir yaşam standardı sağlamakta zorlanırken, işin içine milyonlarca insanın ihtiyaçlarının girmesi, Türkiye’deki yurttaşlar açısından şartları daha da kötü hale getiriyor. Bu nedenle Suriyelilerin ya derhal ülkelerine geri gönderilmeleri yada sorunu paylaşmaktan kaçınan Avrupa’ya geçişlerine izin verilmesi gerekiyor vb.

Üçüncü bir yaklaşım ise, meselenin mümkün mertebe tüm boyutlarının dikkate alınarak çözülmesini öneren “bütünlükçü” yaklaşım. Daha çözüm odaklı ve daha kapsayıcı görünen bu bakış açısına göre, konunun iktisadi, siyasi, kültürel, insani tüm boyutlarını aynı anda hesaba katarak bir çözüme ulaşılmaya çalışılması en gerçekçi yaklaşım. Buna göre, 4 milyon civarında insanı yıllarca “ağırlamak” sadece Türkiye’yi değil, dünyadaki her ülkeyi ekonomik anlamda olumsuz etkiler. Bu nedenle sorunun iktisadi boyutunun, dünyadaki diğer ülkelerce de (özellikle ABD ve Avrupa birliği) adil bir şekilde paylaşılması gerekiyor. Türkiye’nin göçmenler için bugüne kadar 40 milyar dolar civarında harcama yaptığı ve dışarıdan gelen yardımın ise 5,9 milyar dolar olduğu düşünülürse, Türkiye açısından durumun sürdürülebilir olmadığı ortada. İşin bir diğer boyutu, Suriyeli göçmenlerin yerleştikleri yerlerde yerel halkla olan iletişimleri ile ilgili problemler. Geçici oldukları düşünülen fakat yavaş yavaş kalıcı olacakları ortaya çıkan büyük bir nüfus söz konusu ve yaşanan herhangi bir asayiş sorunu veya işlenen suç yerel halk tarafından doğrudan göçmenlerle ilişkilendiriliyor. Bu yüzden göçmenlerin karıştığı bazı vakalar ortaya çıktığında yerel halkın tepkisi, sadece olaya karışanları değil, tüm göçmen grubunu kapsıyor ve zaman zaman bu durum gruplararası çatışmalara neden oluyor. Bir diğer husus da, Suriyeli kadınların, Türkiye’deki erkekler tarafından ikinci veya üçüncü eş olarak alınmasının yarattığı problemler. Hem Suriyeli hem de Türkiyeli kadınlar açısından mağduriyet yaratan duruma “çocuk gelinler-anneler” sorununu da eklemek lazım. Suriyelilerin ucuz emek olarak kullanılması ve kayıt dışı ekonominin yaygınlaşması da çözüm bekleyen diğer hususlar. Ayrıca Türkiye’de yaşanan ekonomik olumsuzluklar da işin içine girince, ekonomik zorluklar yaşayan insanlar (dünyanın her yerinde olduğu gibi) bu durumun sebebini, uygulanan politikalardan ziyade göçmenlerle ilişkilendiriyor. Bu nedenle, göçmenlerin entegrasyonu ve yerel halkın göçmenleri kabulü açısından yapılacak eğitim, bilgilendirme vb. çalışmalar önemli. Ancak sorunun kalıcı bir çözüme ulaşması için esas yapılması gereken, konunun ana aktörleri olan ülkelerin bir araya gelerek savaşın bir an önce sona erdirilmesini sağlamak ve Suriyeli göçmenlere ülkelerine geri dönme olanaklarının sağlanması. Anlaşıldı ki, bu konunun mevcut Suriye yönetimi dışlanarak çözüme kavuşması imkansız. Bu nedenle, başta Suriye ve Türkiye olmak üzere, Rusya ve İran’ın da aralarında olduğu ülkelerin bir araya gelip, (en azından maddi yardım konusunda ABD ve Avrupa Birliği’ni de işin içine katarak) Suriyeli göçmenlerin ülkelerine dönmelerini önceleyen bir strateji belirlemeleri nihai çözüm açısından zorunlu. Kısacası, milyonlarca Suriyeli göçmenin kaderi, ne yazık ki kendi ellerinde değil, hala kendilerini bu duruma düşürenlerin ellerinde.

Yorumlar (4)

Nihal Kadıoğlu 5 Yıl Önce

Konuyu çok güzel ele almışsınız sayın hocam. Tebrikler, teşekkürler.

Zeynep can 5 Yıl Önce

Uzun zamandır okuduğum en gerçekçi tespit Suriye meselesi bu kadar güzel özetlenebilirdi

Suad yılmaz 5 Yıl Önce

Suriye meselesi ve göçmenler sorunuyla ilgili yazilmiş,bugüne kadar okuduğum en kapsayıcı yazı. İlgili tüm taraflar son derece anlaşılır ve berrak bir dille anlatılmış. Ellerinize yüreğinize sağlık. . .

Özlem YILMAZ 5 Yıl Önce

Okuyanların açık ve anlaşılır kullanmış olduğunuz dilden ötürü, konuyu rahatlıkla her yönüyle anlayabileceği; bilgilendirici ve çarpıcı tespitlerin olduğu çok güzel bir yazı olmuş hocam emeğinize, kaleminize sağlık...

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.