Ajans Bakırçay
2022-03-29 16:50:33

Erguvan Kızıllığı

Mehmet Can Gürbüz

h.dem08@hotmail.com 29 Mart 2022, 16:50

“Biliyor musun, çocukken Arnavutköy sırtlarında otururdu anneannem, inan her gittiğimde bana karşı kıyının çiçek açma zamanlarını ezberletirdi, hatırlıyorum! Saatli Maarif Takvimi’nin sayfalarının arkalarındaki bilgileri okuturdu. Ben okurken o başıyla onaylardı.

‘Bir İstanbullunun iki şeyi bilmesi gerekir’ derdi anneannem. ‘Çiçeklerin ve balıkların mevsimlerini. Bunları bilmeyen İstanbullu değildir. Haa, bir de rüzgarlarını tanıyacaksın İstanbul’un. Lodosu, poyrazı, karayeli, keşişlemeyi…

Herkesin içinde kırılan yerin sahibinden alıp götürdüğü şeyler farklıydı.”

Murathan MUNGAN’ın “Kadından Kentler” adlı kitabının 34 sayfasında Adana’ya yerleşmiş İstanbullunun ağlayarak özlemini dile getirme anını anlatışıdır.

***

Yaşadığın kentten bir başka kente gidip yerleşmek... Biz göçebe bir aileydik. Horasandan gelmişmiş atalarım KIMSOR’a yerleşmişler, oradan Erzincan’a. Göçmeye başladın mı genetik olarak sonraki nesillerine aktarıyorsun galiba. Çocuklar, torunlar göçe devam ediyorlar. Zorlayan mı var? Hayır. Özlemlerimizin daha mutlu olacağımız sanılarının peşine takılarak yola çıkıyoruz. Ama her denklerimizi yüklenirken ya bir şeyimizi unutuyoruz geride ya da göremeyip düşürüp geri bırakıyoruz. Yeni yerleştiğimiz yerde bir gün oluyor ki duygusallık basıp içimizde kırılan bir şeylerin acıttığı kanamalar ve ağlamalar başlıyor.

Ama çocuklarım bunu nereye sığdıracaklarını bilemediklerinden, ağlayışıma ağlıyorlar; sadece babaları ağladığı için ağlamak, içlerinde henüz kırılan ve acıtan bir şey yok. İyi ki yok!...

Hünkar Hac-ı Bektaş, yurt vereceği canlarına asasını atarak, ‘asamın düşüp kaldığı yerdir senin yurdun’ dermiş. Anlaşılan pirimizin bizim için attığı asa yere düşüp kalmıyor şehir şehir sekip duruyor. Zaten göçebenin azığında özlem ve umut hiç eksilmezmiş…

***

Anamur’un o uçsuz bucaksız sahiline uzanmış annem, denizin dalgalarına uzattığı ayaklarına her deniz suyu değdiğinde kahkahaya dönüşen annem, Erzincan’a bir gün dönme özlemini hiç bırakmadı. Suyunun tadını ve toprağının kokusunu dilinden düşürmedi. Ve o kokuyu hep bizimde koklamamızı sağladı. Ama onun çocukluğu geçmişti, kokusu üzerinden belki gitmiş belki gitmemişti ama yüreğinin içinde hep kalmıştı.

İnsan yaşadığı yerin bilgisine sahip olmalı. İçine sokmalı o kente ait ne varsa. Rüzgarının gününü ve yönünü bileceksin. Sıcağını soğuğunu bileceksin. Balığını kuşunu, börtü böceğini bileceksin. O seni öylesine sarmalayacak ki görünce mutluluğun, yokluğu hüznün olacak. Yoksa gelip geçtiğin yolların, ağaçların görmeyeni görülmeyeni olursun. Görmeyeni görmezden gelirler.

Dayım Anamur’a götürdüğü ilk yıllarda bana alacalı bir karga göstermişti.

‘Adı ne bu kuşun biliyor musun?’ diye sormuştu. İlk kez görüyordum böylesine renklimi renkli bir kuşu.

‘Sevdin mi?’ dedi dayım. Başımı salladım.

‘Onun adı Memocan Kuşu’ dedi. Ve her gördüğümde o kuşu, dayımı sırtında taşır gibi ya da dayımın sesini taşır gibi hemen dayımı aklıma getirirdi.

 Bugün Dikili sokaklarında gezdiğim her canlının, yerin hakkını vermeye çalışıyorum. Kokusunu içime çekip, rengini tadını içselleştirmeye, benden bir parça yapmaya çalışıyorum. Belki çocuklarımın çocukluklarını yaşadığı bu kentte yeni özlemlerin rüzgârına kapılıp göçtüğümüzde bizi Sardalye Balığının tadımı ağlatır, zeytinin tadımı? Şimdilik bilmiyorum. Belki her ikisi beraber akıtacak çocuklarımın gözyaşlarını. Çünkü biz göçebe bir kültürden geldiysek de doğup büyüdüğümüz yeri unutan insanlar değiliz. Sırtımızda onun da yükünü taşıyoruz. Belki o yükün ağırlığından denkleri yüklerken geride unuttuklarımız, düşürdüklerimiz oluyor ve biz onları göremiyoruz.

***

Eski bir şiirimden küçük bir parça, göçmeyi anlatan kısmıyla bütünleşsin diye buraya aktarıyorum;

TEPECİK – DOSTLAR EL ELE

Babam Erzincan’da öküz partında kamçı şaklatan adamdı da

Dönümlük tarlalarda çift dönen adamdı da

Zonguldak ocaklarında kömür kıran adamdı da

Sevinci yarımdı

Karnı doymayanın günü doymazdı

-

Anam harmanda, tarlada bel bükerdi

Semah dönerdi

Yüzünü ekşitmeden ekşitirdi hamuru

Öfkesine tandır tüterdi

Kadınların sırtı yere gelmezdi

Kocaları çıkmadıkça üstlerine

Uykuyu tanımamışlardı hiçbir zaman

Uyku geldiğinde derinliklerinde bulurdu onları

-

Babalarımızın bildikleri uzaklara

Karılarının yani analarımızın elde ne varsa

Sattıran umutlarını ve bizi

Taşıyarak getirip kurdukları mahallelerdeyiz

Biz yaptık şu okulu şu çeşmeyi

Bu taşı ben koymuştum, sen şunu

Evlerden önce umudun konduğu

Korkularımızı ördük dostluklarımızı bildik

Ağaç diktik duvar çektik

Sonucu; bunları güzelleştirmek boynumuzun borcu

Boynumuzun borcu…

***

Sevgiyle, sağlıcakla kalın….

Yorumlar (5)

Nurettin Polat 2 Yıl Önce

Emeğine sağlık. Harika bir anlatım. Sevgiler

Yasemin Özbek 2 Yıl Önce

Çok duygulandım.Bu ülkenin insanının kaderine işlenmiş ve sinmiş göcebeliği güzel bir dille sunmuşsun.Her okuyan kendini bulur da bu kadar da güzel sunamaz sanırsam.Yüregine,kalemine sağlık.

Ayşe İnkaya 2 Yıl Önce

Yüreğinize ve kaleminize sağlık, duyguları, olayları o kadar güzel bir dille anlatmışsınız ki; acıyıda, sevincide, hüznüde okuyucuya hissettirmişsiniz.

Arman 2 Yıl Önce

Kaleminize sağlık, TEŞEKKÜRLER...

Kasım 2 Yıl Önce

Yüreğinize sağlık.

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.