Ajans Bakırçay
2021-09-26 11:40:09

Ege'nin küçük ve sevimli kasabalarına elveda!

Salim Çetin

26 Eylül 2021, 11:40

Geçen hafta İstanbul’dan Dokuz 8 medyanın ‘Yurttaş Haberciliği’ etkinliği için gittiğimiz Seferihisar’da gördüklerim beni şaşırtmadı desem yalan olur!

Kara tarafında kalan şehrin merkezi inşaattan geçilmiyor. Trafik derseniz aynı durumda…

Oysa altı yedi yıl önce böyle miydi?

Sakin, sessiz, herkesin başını dinlemek için kaçmak istediği yerdi Seferihisar.

Şimdi o sakinlikten eser yok.

Peki, ne oldu bizim bu güzel sakin ve küçük şehrimize?

Galiba İlhan Tekeli’nin, '1980’li yıllardan sonra Türkiye, küçük şehirden büyük şehre geçti' saptaması artık her yerde geçerli.

Ege’deki pek çok küçük ve orta boy sahil kasabası artık büyüdü, konuta ve nüfusa boğuldu.

Dolayısıyla o çok gelişmemiş sevimli halleri bizlere ömür!

***

Değişimin tetiklediği dinamik maalesef şimdilik böyle, karmaşa, şehrin inşaat kirliliği, trafik, dışardan gelen göç…

Bizler bu olanların bir bölümünü biliyoruz ama daha detaylı analizleri yapmak sosyologlara düşüyor.

Dolayısıyla onlar bu ögelerin tetiklediği farklılıkları incelesin bakalım!

Bütün bu olanlara karşın, bu kasabaların insanı çeken doğal güzelliği, denizle iç içe oluşu, şahane bir iklime sahip olması ne güzel ki yerli yerinde duruyor.

Dolayısıyla bu güzellikler şimdilik sorunları kısmen baskılıyor gibi.

Ege’nin sahillerinde yer alan Foça, Urla, Kuşadası, Bodrum, Çeşme, Bergama, Dikili, Ayvalık ve Alaçatı yukarıda sayılan sorunlarla boğuşan şehirler…

Bakalım akıbetleri ne olacak?

***

Seferihisar da yukarıda saydığımız öbeğin içinde olanlardan.

O da "Küçük Güzeldir" gerçekliğinin tersine ‘irileşmiş’ şehirlerden.

Oysa Cittaslow ağı içinde "sakin" ve "yavaş" şehir olmayı deklere etmişti, kamuya.

Bu trafik ve inşaat yoğunluğuna bakılırsa şimdilik bu hedefe ara verilmiş gibi.

Buna karşın hakkını yemeyelim bir bölüm uygulamaları Cittaslow’u hak etmiyor değil…

Yerel değerlere sahip çıkma, yerlİ tohumları canlandırma, kadınların ürettikleri el emeği ürünlerin satışı gibi konular fena değil!

Uymayan kriterler ise en çok kendini "Alt yapı politikaları", "Güvenli ulaşım ve trafi" konularında gösteriyor.

***

Konu yurttaş haberciliği olunca Seferihisar Belediyesi en uygun mekân olarak Teos Yazarlar Evi’ ni seçmiş.

Çünkü konferans salonu olan bir yer burası.

Yazarlar Evi Sığacık’ı geçince Teos’da.

Şehrin merkezi Seferihisar’dan çıkıp önce Sığacık’a oradan Teos’a gidilen alanda harika bir coğrafya sizi bekliyor.

Sığacık’ta bulunan Kaleiçi’nde begonvillerle bezeli rengârenk sokaklar sizi karşılıyor.

Buralarda kadınların ürettikleri Sığacık’ a özgü börekler, dolmalar, sarmalar, tatlı çeşitleri yüzlerce tezgâhta satışa sunuluyor.

Sokağın başka bir bölümünde ise özgün tasarımlı el sanatları; anahtarlıklar, evlere asılan çeşitli aparatlar, nazar boncukları, çocuklar için tahta oyuncaklar sizi karşılıyor.

Denizi sarmalamış yüzlerce yat, restoran, renk renk ve farklı tasarımda kafeler…

Hepsinde ortak olan ise, deniz kenarında olan şehirlerden zihnimize kazınan renk armonisi; en çok mavi, beyaz ve pembe begonvillerin oluşturduğu harika bir uyum… Beyaz, mavi ve pembe …

Bir de sokağa bakan duvarlar kireç badanalı ise uyum daha da belirginleşiyor.

Seferihisar, Teos, Sığacık böyle güzel bir coğrafya…

Her sokak, her mekân ruhunuza ferahlık katıyor.

***

"Teos yazarlar Evi" de Teos yolu üzerinde körfeze tepeden bakan bir yerde.

Aslında her türlü etkinliğin rahat yapılacağı bir mekân burası…

İki katlı; alt katta restoran, kafe, üst kat ise gelen yazarların kalacağı odalar ve bir toplantı salonu mevcut.

Sığacık’tan Teos’a giden yol üstünde, denizi gören bir tepenin üstünde söz konusu yer.

Konak Belediyesi de 2016’da buna benzer bir mekân açmıştı.

"Tarık Dursun Anı Evi" ve beraberinde yazarlar evi, diye.

Alt katta anı evi, üst katta ise mutfak, salon ve yatak odasından ibaret olan bir yer, kısaca eski bir İzmir evinin bu güne uyarlanmış haliydi burası.

Bina olarak değil ama işlev olarak "Teos Yazarlar Evi" gibi bir yer.

Ancak gördüğüm Teos Yazarlar Evi, kafesi ve restoranı ve toplantı salonu ile Konak Belediyesi’nin açtığı tesisten daha işlevsel olmuş.

Çünkü bu tesise dışardan insanlar gelip çayını içebiliyor, yemeğini yiyebiliyor, bir kültürel etkinliğe rahatlıkla katılabiliyor.

Dolayısıyla bu donatılara sahip mekânlar doğal olarak kentin en gözde kültür merkezi olma kimliğini de kazanmış oluyor.

Bu gerçekten hareketle, bu tip tesislerde okuma ve toplantı salonu, kafe, restoran olmalı, ayrıca bunlara ilave sinema ve tiyatro etkinlikleri de rahatlıkla izlenebilmeli.

Belediye başkanları gerçekleri dikkate almalıdır.

Seferihisar’da gördüğüm “Teos Yazarlar Evi” de, şehrin merkezinde yer alan “Anı Evi” de benzer nitelikleri taşıyor.

Bu açıdan önceki belediye başkanı Tunç Soyer’i de şimdiki başkanı da kutlamak gerekir.

***

SEFERİHİSAR; TEOS’TAN SAKİN BİR ŞEHİRE…[1]

Biz Teos Yazarlar Evi’ ni anlattık ama bir de Seferihisar’ ın içinde Anı Evi’ olduğunu belirtelim.

Anı Evi, Seferihisar’ın geçmişine dair etnolojik objeleri, gazete haberlerini, değişik konulardaki sergileri barındıran şirin bir yer. İçinde restoranı, kafe, toplantı salonu olan bir kültür merkezi.

"Seferihisar; Teos’tan Sakin Şehire" kitabını da bu mekânda etkinliklere katılanlar için ayrılmış olmalı.

Kitabı duymuş ama edinememiştim.

İki usta kalemden, Nedim Atilla ve Nezih Öztüre’ den Seferihisar’ı okumak eşsiz bir tad.

Bergama’yı da bu iki usta kalemin yazdığını biliyoruz.

Kitap, belediyenin kültürel etkinliği olarak planlanmış, Seferihisar’ı Antik dönemden bu güne bütün yönleriyle anlatıyor. Bir kent monografisi olarak harika bir eser.

Şehir ve semt monografilerinin yararını tartışmanın anlamı yok.

Geçtiğimiz yıllar içinde İzmir’in semtlerini anlatan Heyemola Yayınları’nın yayımladığı kitapları sanıyorum çoğunuz biliyorsunuz

Bunun dışında akademisyenlerin çalışmaları, belediyelerin Seferihisar’daki girişimine benzer çabaları da sayılabilir.

Bütün bunlar son yıllarda gelişen şehir tarihlerinin anlatımı için önemli çabalar.

Ancak İzmir bana göre yeterli oranda anlatılmamış bir kent.

Mesela, yıllar önce İstanbul - Sultanbeyli’deki dönüşümün hikâyesini, "Nöbetleşe Yoksulluk" kitabından, Ümraniye’de göçün getirdiği 'sıkıntı’yı Sema Erder’in kitaplarından, küçük sanayi atölyelerinden modern bir semte dönüşen Kağıthane’yi de gene bir grup akademisyenin araştırmalarından öğrendiğimi söyleyebilirim.

İzmir’de de bu örneklere benzer anlatılmayı bekleyen semt monogrofileri, kentlerin dönüşüm öyküleri ilgi bekliyor.

Umarım bu dediklerimiz olur!

Gelelim kitabın içeriğine.

Biliyorsunuz Seferihisar 12 İonia kentinden biri. Bu kentler: Miletos, Ephesos, Teos, Myus, Kolophon, Klazomenia, Samos, Priene, Lebedos, Erythrai, Khios (Sakız), Phocaia. Bunlara sonradan Smyrna da sonradan eklenenlerden.

Dolayısıyla, Seferihisar Antik dönemden beri bu coğrafyanın önemli kentlerinden biri ve de bu kentlerin tam da ortasında yer alıyor.

Üç antik kent, Lebedos, Ürkmez, Teos, Sığacık ve Myonesoss kentleri Seferihisar’ın hinterlandı içinde kalıyor.

Şadan Gökovalı, “Seferihisar’ı İonia’nın Paris’i olarak adlandırıyor.

Bu kentlerin, Anadolu’nun batı bölümünde kurulmalarının tarihi ise, M.Ö 8 YY. olarak kabul görüyor.

İşte, Nedim Atilla ve Nezih Öztüre, bu Antik dönem Seferihisar’ını ve sonrasında gelişen Cittoslow hareketini ve felsefesini bütün ayrıntıları ile anlatıyor.

Meraklısı edinip oradan okumalı.

Kitapta olanların hepsini anlatma olanağı yok ama bazı bölümleri sizlerle paylaşmak isterim

Mesela bunlardan biri, İzmirli olan Homeros ve onun yazdıkları.

Biliyorsunuz İzmirli Homeros, İlyada ve Odysseia’yı yazarak bu gün bile üzerinde konuşulan iki destana imza atmıştır.

İlyada, Troya Savaşı’nın “… dokuzuncu yılını onuncuya bağlayan geçit”te olanları destan şeklinde anlatıyor ve 15693 dizeden oluşuyor.

Odysseia ise, 12109 dize olup, Troya Savaşı galibi Odysseus’un on yıl sonra doğum yeri İthaka Adasına ve karısı Penelope’ye dönüşünü anlatıyor.

Homeros’u ve bu iki eserle ilgili tartışmaları merak ediyorsanız kitabı okumanız gerekiyor.

Antik dönemi daha iyi anlamak istiyorsanız!

***

SANATÇILAR VE TEOS.

Kitabın ilgi çeken konularından biri de Teos’un o dönem sanatçılar loncası denebilecek bir merkez işlevi görmüş olması ve onlara ev sahipliği etmiş olmasıdır.

Kitapta anlatılanlardan anlaşılan, sanatçıları bu merkezde bir lonca disiplini içinde örgütlenmiş,

Yunan dünyasında düzenlenen Dionysos Şenlikleri’ne gereken sanatçılar bu merkezden sağlanmış.

Teos’un baş tanrısı Dionysos olması sanatçılara Dionysos sanatçıları isminin verilmesine neden olmuş.

Ayrıca bu sanat erbabı bağlı olduğu devletten özerk tutulmuş ve vergi bağışıklığına tabii kılınmış.

Kısaca sanatçılar birliği ile kent arasındaki ilişkiler özel bir anlaşma ile sağlanmış.

Ancak bu anlaşma bir zaman sonra bozulmuş, böylece Teos Kent Yönetimi sanatçıların orada kalmasını istememiş.

Sanatçılardan başka kentlere gitmeleri istenmiş.

Çünkü Teoslular sanatçıları, “…çok saldırgan bir grup”, ayrıca kuralsız bir yaşam süren aykırı tipler olarak nitelemeye başlamışlar.

Sonuçta bu algılar Teos sanatçılar birliğinin Ephesos ve lebodos’a sürgün edilmesine neden olur.

Kadere bakın ki sanatçıların hiç bir dönemde devlet katında itibarlı yer edinemedikleri gerçeğini taa MÖ 8.y.yılda bile görebiliyoruz.

2021 yılı olmuş, aynı durumla karşılaşılmadığını kim söyleyebilir ki?

Tarihin ironisi bu olsa gerek!

Sanatçılara düşmanlık sadece Teos Kent devletinde mi?

Hayır, aynı dönem düşünürlerinden Platon’nun yazdığı “Devlet” adlı kitapta da sanatçılara iyi gözle bakılmadığını biliyoruz.

Bir defa Platon, hocası Sokrates’i şikayet edenlerin sanatçı olmasından dolayı onlar iyi gözle bakmamıştır.

Onları idealar düzeninde mevcut bilgiyi kopya eden, ya da taklit eden (mimesis) insanlar olarak tanımlar.

Bu yüzden M.Ö 475’li yıllarda bile devlet örgütü içinde sanatçılara güvenilir olmadıkları için yer verilmesini istenmez.

İşe bakın ki, M.Ö 475’li yıllardaki bu baskılar 2021 Türkiye’sinde de mevcut.

Ama işin bir başka iyi yanı da Teos’tan sürgün edilen sanatçıların yerinde, bu gün sanatçıları kucaklayan onlara sahip çıkan bir yazarlar evinin yer almasıdır.

İroni mi diyelim, yoksa tarihin şaşmaz adaleti mi?

Doğrusu bilmiyorum, ama sonuçta güzel bir şey, sanata ve sanatçılara sahip çıkmak.

Elbette Seferihisar denince İtalyan gazeteci Carlo Petri’nin 1986’da Mc Donald’s hamburgerine karşı, biz kazan spagetti yaparak başlattığı Slow Food ve dolayısıyla Cittoslow hareketini, felsefesini anlatmadan olmaz.

Ancak öbür yazıya anlatma sözü verelim.

Ve bir not koyalım; kitapta Çittosalow çok güzel anlatılmış.

Kuşkusuz bunda Nedim Atilla’nın iyi bir kalem erbabı olmasının yanında, bu hareketin ülkemizdeki temsilcilerden biri olmasının payı da olsa gerek!

Bize düşen, Nedim Atilla’nın çok da güzel anlattığı Cittaslow hareketinin; felsefesini, öyküsünü doğru düzgün özetlemek olacaktır.

Bunu da başka bir yazıya söz vermiş olalım!

[1] Nedim Atilla, Nezih Öztüre, Seferihisar- Teos’tan sakin bir şehire, Öztüre kültür yayını, 2. Baskı 2012, İzmir

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.