Ajans Bakırçay
2022-05-05 17:16:29

Çeşmelerinde Suların Dans Ettiği Kent! SAGALASSOS

Mehmet Gülümser

05 Mayıs 2022, 17:16

Antik dünyanın Anadolu’muzdaki pek çok kentini gezmiş olabilirsiniz; ama ben size bu defa bambaşka büyüleyici bir antik kenti sunmak, anlatmak istiyorum. O kent ki dağın başında bir mücevher gibi durmaktadır. Ve siz benim bu samimi önerimi dinleyerek, bu müthiş kenti bir gezin derim. İnanın hiçbir şey kaybetmezsiniz; aksine ya, ben daha önceleri bu kenti niye ziyaret etmedim diye hayıflanabilirsiniz. İster İlkbaharda, ister Yazın, isterseniz Sonbaharda; ama mutlaka gezin. Aynı zamanda göller bölgesinin güller şehri Isparta ve Burdur kentlerimizi de görmüş olursunuz. Benim önerim ise sonbahar olur.

Bugün size sunacağım şehrin adı Sagalassos’tur. O, Burdur ilimizin Ağlasun ilçesi sınırları içinde 1450 metre yükseklikte kurulmuş nadide bir antik kentimizdir. Bugünkü Isparta, Burdur, Afyon, Antalya ve Konya’nın bir bölümünü içine alan Pisidya bölgesindedir.

Her ne kadar Helen ve Roma medeniyetleri daha kalın iz bırakmış olsa da, Pisidyalıların kökü aynı Karyalılar, Lidyalılar gibi Anadolu’dur. Bizi bu sonuca ulaştıran iki savdan ilki; Söylenenlere bakılırsa, şehrin adı Luwi dilinde -Yüksek Yerdeki Kale- anlamına gelen Salawasa kelimesinden geliyormuş. Diğeri ise, bizde her antik yer isimleri Yunanca olduğu düşünülürse de aksine Yunanca değildir. Hele çift SS’li -SSOS son eki Luwi dilinde var. Prof. Dr. Bilge Umar ve George Bean’in eserleri okununca bu durum daha iyi anlaşılır.

Kentin ovada değil de 1500 metre yüksekte kurulmuş olmasının önemli nedenlerini ise şöyle sıralayabiliriz.

Birincisi Stratejik konumu, ikincisi ise; Anadolu’dan Akdeniz’e geçiş yollarının üzerinde olması, Ağlasun ilçesinin yaslandığı Akdağ’ın iç katmanlarında tektonik oluşum nedeniyle kireç tabakasının suyu tutan göletler oluşturması ve sızan suların da tepenin 1500 metre yükseğinde fışkırarak yerleşime imkân tanımasındandır. Bu saydığımız nedenler bize İbni Haldun’un ünlü sözünü doğruluyor; ”İnsanlar gibi kentlerin kaderi de coğrafyadır”.

Kazılarda elde edilen buluntular Sagalassos halkının bu şehri kurma tarihini M:Ö.4200 yıllara kadar götürür. Sagalassos, Roma döneminde Pisidia eyaletinin merkez şehri olmuştur. Bu bölge, bugün Denizli ilimizin güneyini, Burdur’un batısını, Acıpayam, Tefenni, Akseki ve göller bölgesini kapsar. Kazı sonrası ele geçen bazı buluntular şehrin tarihini M.Ö. 6000 e kadar götürür. Kimi tarihçiler ise halkın geçmişini M.Ö.12000 e kadar çeker. Lidyalılarla bağlantılarının fena olmadığı; ama Perslerle olan münasebetlerinin ise daha sıkı fıkı olduğu biliniyor. Sagalassos’lular gözü pek, savaşçı bir topluluktur. Öyle ki halk seve seve pek çok cengâver evlatlarını Perslerle birlikte savaşmaya vermişlerdir. Bunun karşılığında da bugünkü deyimle duygusal kazanımlar almıştırlar. (!)

İmparatorların Gözdesi

M.Ö.4 yy şehrin cazibesi o kadar fazladır ki, Büyük İskender bile yolunu çevirip kenti fetheder. İskender’in ölümünden sonra Bergama Attaliden hanedanlığına geçer. Ancak gerçek manada şehrin kaderini değiştiren Roma imparatoru (Oktavyanus) Augustos (M.S.1 yy) olmuştur. Anadolu’da haberleşme ağı kurmak isteyen Augustos bu şehri topraklarına katınca imar hareketleri hızlanmıştır. Bugün kentte hayranlıkla seyrettiğimiz ve Burdur müzesini dolduran eserlerin pek çoğu Roman’ın altın dönemine aittir. Hadrian, Antonius Pius, Markus Aurelius gibi Roma imparatorları, kesenin ağzını açmışlar ve sevdalısı oldukları Sagalassos kentinden parayı hiç esirgememişlerdir. Bu iyi ilişkiler sayesin şehir başını almış gitmiş Antoninler Çeşmesi, Heroon, Tiyatro, Agora ve hamamlar gibi devasa yapılar inşa edilmiştir. Hatta M.S 2.yy da imparator Hadrian zamanında Pisidia, Romalıların dostu ve müttefiki unvanına sahip olan ilk ve tek kent olmuş, böylece Sagalassos altın çağını yaşamış ve de halk Romalılarla aynı vatandaşlık haklarını elde etmişlerdir.

Beşinci yy. a kadar zevkle yaşayan kent halkı bu dönemde Hristiyanlığı seçmiş çeşitli eserler kiliseye çevrilmiştir. Altıncı yy. başında ardı ardına iki büyük deprem tüm kenti yerle bir edince şehir tamamıyla terk edilmiştir. Genelde her şeyin yıkılıp yok olmasına sebep olan bu depremler bazen de arkeoloji için pozitif bir etki yapıyor. Biliyoruz ki, arkeologlar savaşlar sonucu yıkılan kentlerde her şey yağmalanıp, yakılıp yok edildiği için pek fazla eser bulmakta zorlanmaktadırlar. Eğer kent depremde yıkılmışsa, eserlerin üzeri de erozyon nedeniyle toprakla örtülmüş ise, doğal olarak eserler yıllarca toprak altında korunmuş oluyorlar. Bu da arkeoloji bilimi için bulunmaz bir nimet oluyor. Arkeologlar için kazılar ne kadar uzun sürerse sürsün, eserler de ne kadar derinde olursa olsun, günümüzde bu eserleri gün yüzüne çıkarabiliyorlar. Sagalasos’da da aynen böyle olmuş, kazılarda bazen13 metre koruyucu toprak parçası kaldırılınca, kırılmış olsalar da, pek çok esere ulaşılabilmiştir. 27 yıldan beri Sagalassos kazı başkanlığını yapan Prof. Dr. Mark Wealkens’ın, bugün Burdur müzesinde zevkle seyrettiğimiz Apollon heykelini bulunca hüngür hüngür ağladığı anlatılıyor. Tam 30 yıl süren kazılar sonrasında o muhteşem Antoninler Çeşmesi, Heroon, Agora ve Macellum gibi yapılar çok başarılı bir restorasyonla yeniden ve yerinde ayağa kaldırılmıştır. Ayrıca Sagalassos ve çevresindeki kazılarda bulunan nadide heykellerle dolu güzel bir müzeye sahip olunmuştur.

Ömrünü bu kent için harcayan Prof. Dr. Mark Wealkens’a bir övgüyü canı gönülden teşekkürlerimle yollamak istiyorum.

Sizin de ülkemizde en yüksek yere kurulmuş, heykellerle süslenmiş bu muhteşem kenti gezerken, şöyle eserler önünde durup onlarca kez kazı ve yenileme ekibine teşekkürlerinizi sunmanızı arzuluyorum! Kentin ilk keşfi Fransız gezgin Paul LUKAS tarafından yapılmış ama ciddi olarak kazılar, 1990 yılında başlamıştır. Nüfusun artmasıyla şehir planında değişikliğe gidilmiş, M.S.1. yy kadar Aşağı Agora çevresinde inşa edilen yapılar daha sonraları Yukarı Agora etrafında konuşlandırılmıştır. Bugün bu güzel kentte 5 tane harika Çeşme, Odeon, Heroon, Macellum, Tiyatro, Agora, Meclis Binası, Kütüphaneler, Tapınaklar ve Hamamlar görmekteyiz.

Ekonomi ve Yönetim

Sagalassos kentleşmeden önce ekonomisi yerlidir. Halkın geçim kaynağı tarım ürünlerindendir. Roma vatandaşlık hakkı elde etmekle (Neokoros) çeşitli pazarlara açılınmış, üretilen mamuller, uzak diyarlara satılmış ve halkın gelir düzeyi artmıştır. Sagalassos kentinin ekonomisinde üzüm, meyve, zeytin, şarapçılık, orman ürünleri ön sıralarda durmaktaydı. Wealkens hocamızın verdiği bilgiye göre Çömlekçilik ayrı bir sanayi oluşturmuş,100’lerce yıl Afrika’ya çömlek ihracatından çok miktarda gelir elde edilmiştir. Hele kızıl renkli o özel anforaları her pazarda yüksek fiyattan alıcı bulmuştur. Çömleğin ham maddesi kızıl toprak Çanaklı köyü yakınında ki Kadran dağındandır. Halen bu köyümüz insanı, çömlekçilik yaparak geçimini sağlamaktadır.

Roma döneminde inşa edilen VİA SEBASTE İmparatorluk yolu, Pisidia ile Akdeniz’de ki kentleri birbirine bağlaması Sagalassos’u olumlu yönde etkilemiş. Bu da şehirde zenginler ve güçlü seçkinler oluşmasına sebep olmuştur.

Pisidia’da tapınakların bakımından, adakların kurban edilişinden, törenlerin yönetiminden sorumlu aileler çok zengin olmuşlardır.

Bölgenin cazibesi artınca nüfus artışı kaçınılmaz oluyor ve şehirde yaşayanların sayısı 4000’e, tüm Pisidia’da da 35000 kişiye ulaşıyor.

Kentin seçimle gelen bir kent meclisi vardı. Grek antik kentlerde olduğu gibi burası da seçilmiş vekiller, değişen hâkimler ve de yazılı kanunlar tarafından yönetilmiştir. Roma döneminde seçkinler demokrasisine geçiş yapılır. Yani demokrasi yerini oligarşiye bırakır. Ve zenginler yönetime hâkim olur. Kalıntıları Agora yanında bulunan Meclis Binasının adı Bouleuterion dur.

Gezi Güzergâhı

Şimdiki gezi güzergâhı gruplar için kısa tutuluyor. Biz, biraz zahmet edip bilet gişesinin arkasından alt yola inersek uzun ve gerçek güzergâhı tercih etmiş oluruz. Çünkü o terasta 300 m uzunluğunda ve 10 metre genişliğinde şahane mermer döşemeli sütunlu bir cadde uzanmaktadır. Bizi uzaktan İskender tepesinin uç kısmında ilk karşılayan yıkıntı, Hadrian ve Antonius PİUS tapınağıdır. Aslında bu tapınak Hadrian için tasarlanmış o ölünce Antonius’a adanmıştır. Tapınağın hemen karşısında güney Nekropolu yer almaktadır. Caddede ilerleyip de Aşağı Agoraya çıkaracak basamaklara varınca, hemen üstte imparator Tiberius kapısı kalıntılarını görüyoruz. Tiberius, İsa peygamberi yargılayan Vali Pilatus’u Filistin’e atayan imparatordur. İmp. Augustos’un son karısı Liva’dan olan üvey oğludur. Liva, entrikalar çevirerek oğlunu imparator yapmıştır. Çünkü diğer varisleri ya savaşlarda ya da bir başka sebepten ölmüşlerdir. Aslında Augustos döneminde (M.Ö 27-M.S.14) caddenin her iki başında iki kapı varmış. Bunlar savunma amaçlı değil kent estetiği adına inşa edilmişlerdir. Kapı üzeri süslemelerde barışı sembolize eden zeytin ve meyve figürleri varmış. Onun zamanında trafik düzenlemeleri yapılmış hatta taşıma araçlarının bu caddede kimler tarafından ücretsiz nasıl kullanılacağına dair kanunlar konmuş. Aşağı Agorayı güney tarafında Agora Çeşmesi süslemekte, hemen onun üzerinde ki küçük terasta da imparator Hadrian’a adanmış ve pek çok heykellerle süslenmiş devasa çeşme bulunmaktadır. Bu çeşme, Sagalassos’un yegâne iki katlı anıtsal çeşmesi olup, özgün yüksekliği yaklaşık 17 metredir ve alt kısımdaki orta nişte 4,5 ton ağırlığında 3 metre yüksekliğinde muhteşem Apollo heykeli yer almaktaymış. Onun hemen üst katında bronzdan Hadrian heykeli varmış. Bu çeşmenin Sagalassos un ilk Roma şövalyesi Tebrius Piso’nun vasiyeti üzerine yapıldığı söyleniyor. Kendinin de heykellerini Hadrian heykelinin iki yanına koymuşlar.

Üst sol tarafta, inşa zamanı Agustos devrine ait olan, şehri ziyaret eden felsefecilerin, şairlerin de konuşma yaptığı kapalı bir toplantı ve tiyatro salonu olan Odeonun kalıntıları var. Sağ tarafta ise Sagalassos’un en büyük yapısı binlerce metre kare büyüklüğünde Roma Hamamıyla karşılaşıyoruz. Romalılar nereye giderlerse gitsinler askerleri mutlaka kullanabilecekleri bir hamam talep ederlerdi. Bu hamamlar aynı zamanda sosyal yaşamında merkezi idi. Duvarlarının kalınlığı 4 metre (28x18.5) ebadına sahip, imparatorların ve aile fertlerinin (Hadrian, M. Aurelius, Antonius Pius, Lucius gibi) devasa heykellerinin bulunduğu bir imparatorluk salonu da hamam içinde yer almaktaydı. Bu büyük salonda kutlamalar, madalya törenleri ve anma günleri yapılıyordu. Evet, beş dönüm büyülükteki hamam soğukluk, sıcaklık ılıklık bölümlerinin yanında soyunma salonu (apoditerium), oyun oynama ve içki içilen mekânları da vardı. Zengin aileler eşyalarını taşıması ve kollaması içi yanlarında hizmetçilerini de getirirlerdi. Burayı ziyaret edip geçtikten sonra üç giriş kapılı muhteşem çeşmeyle süslenmiş Yukarı Agoraya gidiyoruz.

Mermer Kapılar ve çifte sütunlar

Yukarı Agoraya, çok başarılı bir Restorasyonla ayağa kaldırılan anıtsal bir kapıdan girilmektedir. Bu kapı acımasız bir yönetim izlemiş, kent meclisini dinlememiş ve sevimsizliği yüzünden öldürülmüş imparator Calligula’ya adanmıştır. Aynı kapı, daha sonra tahta geçen ve iyi bir yönetim sergileyen ancak doğuştan aksak, kekeme olan ve karısı ile kavgaları dillere düşen amca Claudius ve ağabeyi Germanikus’a da adanmıştır. Claudius, devletin mali sorunlarını çözen iyi bir yöneten oldu; ancak ailesine ve etrafına çok düşkündü ve de onları bolca parasal yönden ödüllendirirdi. Engelli olduğu için senato onu kabullenemedi. Annesi onun için bir hilkat garibesidir derdi. Doğanın yapmaya başlayıp yarıda bıraktığı bir insan müsvettesi olarak tarif ederdi. Evliliklerinden hiçbir hayır görmedi. Son karısı Agrippa, oğlu Neron’u başa geçirmek için onu zehirlediği söyleniyor. Ne gariptir ki 16 yaşında imparator yaptığı oğul Neron, annesi Agrippa’yı sevgilisiyle evlenmesine karşı çıktığı için öldürttü. Vali Galba’nın isyanı Roma’yı tetikledi Neron şehri terk etti ve daha sonrada intihar ettiği duyuldu.

İmparator Calligula hakkında birkaç söz söylemek gerekir ise; kendi döneminde pek çok skandala imza atmıştır. Kendisini tanrı, kız kardeşini tanrıça, atını da senatör yapmak istemiş. Kız kardeşleriyle ilişkileri ortaya çıkmış, kendisine tapınaklar yaptırıp tapınılmasını istemiş, amcasına kapıda bekçilik yaptırmıştır. Yani rezaletleri ayyuka çıkmıştı. O 'Roma için bir yılan dünya için bir Pheathon' diye adlandırılıyordu. Gaddar ve kibirliydi. Halk da ona nefret ve öfke duyuyordu. O kadar kıllı vücut yapısı vardı ki yanında keçiden bahsedilmesinden hiç hoşlanmazdı. Toplumun her kesiminden pek çok düşmanı vardı. Bir suikastle hayatına son verildi. 'Benden korktukları sürece bırakın benden nefret etsinler' derdi.

Roma döneminde eyalet kentleri, Roma imparatoruna şirin gözükmek adına eğer bir heykel ithaf edeceklerse ona yeni heykel yapmaktansa eski imparator için yapılan heykelin sadece baş kısmını değiştirme yoluna giderlerdi. Bu eğer burada ki gibi bir şehir kapısı söz konusu ise kapı üzerindeki kitabedeki isim değiştirilirdi. Meydanın dört köşesine Sagalassos’un dört önemli ferdinin bronz heykelini taşıyan 14 metrelik onursal sütunlar dikmişlerdi. Kazılar sonrası bu ayağa kaldırılan ilk iki sütun Eilasagos ve Krateros adlı iki kardeşe aittir. Bu aile şehirde Roma vatandaşlığı kazanan ilk ailedir. Roma idaresi, imparatorluğa bağlı eyaletlerde kentin ileri gelen ailelerin şehrin imarına yatırım yapmasını bekler. Kenti anıtlarla donatanlar ise bunun karşılığında Roma vatandaşlığı kazanır. Bazıları şövalye unvanı alır hatta senatör olurlardı. Örn. Publius Aelius Akulas, tapınaklardan sorumlu hayırsever bir rahiptir. Pazar binasını imparator Commodus’a Parthlara karşı kazandığı zaferi için yaptırmış ve ona ithaf etmiştir. Daha sonra lanetlenen Commodus’un adı tüm yazıtlardan silinmiştir. Altı metre çapında ve dairesel Tholus’u da onun yaptırdığı biliniyor.

Romalılar perfektsiyonist yani mükemmeliyetçiydiler. Her şeyin daha güzelini daha iyisini yapmak için hep uğraş verdiler. Diğer kentlerinde olduğu gibi burada da en güzel mermerleri yapı malzemesi olarak kullanarak muazzam binalar ve sokaklar yaratmışlardır. Romalılar ve mermer, iki özdeş varlık gibidirler. Birbirinden ayrı düşünülemezler. Tselya, Afyon İscehisar’dan mermerlerini, Bergama Kozak yöresinden granitlerini temin etmişlerdir. Yalnız Romalılar, çeşmenin inşasında mermerle aynı kalitede kırmızı pembe blok taşlar ve sütunlarda da beyaz bej kireçtaşlarını kullanmıştır. Çok enteresandır ki, artık bilim hangi taşın hangi yöreye ait olduğunu XRD analizleri sayesinde bilebilmektedir. Bu XRD her blok taştan çok ufak parçalar alınır ufalanır sonrada çok hassas mikroskoplarla analizleri gerçekleştirme işlemidir. Bu yöntemle kazı heyeti hangi taşın hangi yöreden geldiğini de tespit etmişlerdir.

O Sadece Bir Pırlanta mı?

Sagalassos’un en önemli yapısı Antoninler Çeşmesidir. Bu Çeşme adını Antonius Pius dan Septime Severus’a kadar Roma’yı yöneten Antoninler hanedandan almaktadır. Ve de inşası 20 yıl süren bu güzel çeşme Marcus Aurelius zamanında yapılmıştır. Ne yazık ki 6.yy a kadar kullanılan çeşme, büyük bir depremde yerle bir olmuştur. Ne güzel bir tesadüftür ki, çeşme bir bütün halinde yüz üstü yere yıkılmış, zamanla üstü erozyonla toprakla kaplanmış, yer yer 13 metreye varan toprak kütlesi de bu eserleri her türlü etkiden korumuştur. Bu kentin depremle yıkılması arkeolojiye çok büyük bir şans olmuştur. Bulunan parçalarıyla o kadar güzel restore edilmiş ki, saatlerce önünde durup seyretmekten insan zevk alıyor. Hani, kuyumcu vitrininde pırlanta taşlı bir yüzük görüp de camekânın önünden ayrılamazsınız ya; işte o an gibi, siz de burada tüm ovaya hâkim bir terastan pırlanta gibi parlayan bu muhteşem çeşmeden gözünüzü ayıramıyorsunuz.

“Aman Allahım, bu ne ya!” deyip kazı ve Restorasyon ekibinin her ferdine “Helal Olsun Sizlere” diyorsunuz. Yedi ayrı bölgenin yedi ayrı kalite mermerlerinden 28 metre uzunluğunda 9 metre yüksekliğinde, çeşitli mitolojik tanrı ve tanrıçalarının heykelleriyle süslenmiş muhteşem çeşme karşısında diliniz tutuluyor ve büyülenmiş gibi oluyorsunuz. Bu Nympheium (Çeşme), Afrodisias’lı heykeltıraşların can verdiği Nemesis, Apollo, Asklepios, Koronis ve Dyonisos heykelleriyle taçlandırılmış, bana göre dünyanın en güzel çeşmesidir. Öyle ki, tam orta kısmından dört metre yükseklikten halen bile şırıl şırıl su akmaktadır. Dünyada halen orijinal kaynağından su akıtan tam üç tane antik çeşme var. Bunun ikisi bu kentte, diğeri Yunanistan’da. Hem mermere en yakın kalitede olması hem de dekorasyon için uygun taş olmasından dolayı çeşmenin üst kısmı kireç taşından yapılmış. Çeşitli mermer kullanılma nedeni ise, suyla birlikte olunca parlayıp dingin göstermesindendir. Her iki uç köşe podyumunda (Edikula) sarhoşluktan düşmemek için Satyr’e sarılan Dionysos heykelleri bulunuyor. Diğer heykeller değişik zamanlarda değişik yörelerden getirilerek konmuştur. Şarap ve Dionysos simgeleriyle süslü çeşmeye bakmaktan ayrılmak zor olsa da, üst taraftaki Heroonu görmek için sağ taraftan yukarı çıkmalıyız. Çeşmeye elveda deyip, yan taraftan yukarı çıkarken sol yanda içi toprakla kaplı bir tünel girişi gözümüze çarpıyor. Bu savunma amaçlı yapılmış tünel, aynı Hattuşaş’ta ki gibi tepenin ön tarafıyla arka yüzünü birbirine bağlıyordu.

Bu çeşme önünde Knidoslu Praxiteles’ten de bahsetmek isterim. Çıplak Afrodit’in heykelini yapan ilk heykeltıraş olan Praxiteles, sevimsiz keçikılıklı Satyr’i insan kılığına sokup ve onu sevimli bir şekilde Dionysos’la birlikte sunan sanatçıdır. İşte bu çeşmede ki heykel, onun ekolüne uygun yapılmış örneklerdendir. Dionyosus sarhoştur ve Satyr’e tutunarak yürümektedir. Peki, çeşmenin her iki başına konmasının anlamı var mıdır? Dersiniz. Ona benim yanıtım şöyle olacaktır; Çeşmelerin adı Nympheum, (Nimfeyum) meleklerin dolaştığı yerler anlamındadır. Mitolojinin sunumuna göre Dionyosus ve Satyr ormanda sulak alanlarda perilerin (Nimfelerin) hep peşinde koşan yaratıklardır. Mademki burada su perilerinin etrafta olduğu bu çeşme yapılmış - kambersiz düğün olmaz deyip - Dionyosus ve Satir heykelini de yaparak bütününü tamamlamak istemişlerdir.

Heroon ve Konaklar

Heroon, Sagalassos seçkinlerinin uzun yıllar hatırlanmak için yaptırdıkları onursal yapılardan biridir. Yani Kahramanlar için yapılmış bir anıttır.15 metre yükseklikte 7.80 x 8.5 podyum üzerine inşa edilmiştir. Alt yüzeyde 14 tane dans eden kadın figürleri yer almaktadır. El ele tutuşmuş hareketin verdiği rüzgârla etekleri havalanmış, şarkılar söyleyip çalgılar çalan düğün alayındaki çengi güzelleri anlatılmış. Şu an Heroon’un alt tarafında ki bu rölyefler replikadır. O muhteşem rölyefin orijinalleri, Burdur müzemizde yer almaktalar. Sekiz değişik teraslara zamanla irili ufaklı 80 adet kent konakları yapılmıştır. Özel hamamlarıyla iç avlulu pek çok odaları olan perystil evlerde şehrin ileri gelenleri yaşamıştır. Evlerin içinde bekleme salonları, oturma odaları ve ziyafet salonları da yer almaktaydı. Duvarlar renkli sıvalarla sıvanmış, çok zengin fresklerle süslenmişler, mozaik yer döşemeli, saray gibi konutlardır. Oda ve avluların zeminlerini “tessera” denilen küçük küçük renkli taş parçalarından oluşan mozaiklerle, “podima” adı verilen renkli çakıl taşlarından oluşan döşemelerle, geometrik kesilen büyük parça mermerlerden oluşan “opus sectile” adı verilen taban döşeme sistemleri ile döşenmiştir. “Impliviumlu” (havuz) mevcuttur. Bu havuzların tabanı ya mitolojik ya da balık ve deniz canlıları gösteren mozaiklerle kaplıydı. Havuzun derinliği 15 cm ve odanın nerdeyse tamamını kaplar ve içi su ile dolu olurdu. Suyun devri daim halinde olması nedeniyle resimlerde hareketliymiş gibi etkili bir görünüm sunuyor.

Tiyatro ve Neon Kütüphanesi

9000 kişilik tiyatro, tüm ovaya hâkim bir köşede bulunmaktadır. Dünyada yüksek teraslara inşa edilen az sayıdaki tiyatrolardan biridir. Kimi kaynaklara göre Romanın en yüksek yere kurduğu tiyatro buradadır.

Flavius Severianus Neon ve eşi şehrin en köklü hayırsever sülalelerinden biri olup, kentte çok sayıda anıt mezarları da yaptırmışlardır. Kütüphane de onlarından biridir. Kütüphane tabanında kullanılan beyaz -bej ve gri renkli kireçtaşlarından yapılmış mozaik döşeme göz kamaştırıyor. Yanda ki halen suyu akan Hellenistik çeşmenin onarımına da katkı sunmuşlardır. Bir tesadüf sonucu arkeologlar kazı sırasında çeşme duvarının arkasından bir su sesi geldiğini duyarlar. Oluk kısmını temizleyip içini boşaltınca gürül gürül su akmaya başlar.

Pax Romana

Latince Roma barışı anlamına gelir. Roma imparatorluğunun uzun soluklu barış dönemi için kullanılır. Bu dönem Augustos’la başlayan (M.Ö.27) beş iyi imparatorların sonuncusu Marcus Aurelius’un ölümüne (M.S 180) kadar devam eden süredir. Beş iyi imparatorlar sırasıyla;

Nerva

Trajanus

Hadrianus

Antonius Pius

Ve Marcus Aurelius - Felsefi düşünceleri ve kızının bir fakirle evlenmesine onay verecek kadar uygar davrandığı için ben onu diğerlerinden ayrı tutarım.

Sonuç olarak, bir görüp de hayran olduğum, bu antik kenti ziyaretinizde, sizlere yardımcı olacağını düşündüğüm bu yazımla tanıtmaya çalıştım. Buradaki eserlerin ayağa kalkmasında yardımlarını esirgemeyen sponsor firmaya, başta kazı başkanı 2021 yılında rahmete eren Mark WEALKENS’e ve ekibine teşekkürlerimi sunuyor.

Gönlünüzü zenginleştirmek için bu kente bir kere uğrayınız!

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.