Ajans Bakırçay
2021-02-14 01:57:44

Bir Türkiye Karikatürü..

Murat Solmaz

14 Şubat 2021, 01:57

Toplum içinde sosyal hayatın iç dinamiklerinin başında görgü kuralları gelir. Başkasının sizin yaşam alanınıza görsel, fiziksel, kokusal olarak müdahalesi görgüsüzlük sayılır. Toplumdaki genel algıya göre tüm görgülüler, anayasada yazılı olmayan sosyal sınıfların üst kısmında kalanlar gibi düşünülüyor. Tabiki bu böyle değildir. Görgülü ile sonradan görme arasında ince bir çizgi var.

Sonradan görmelerle tanışıklığım çok eskiye dayanır. Lise yıllarımda Yeni Asır Gazetesi'nin düzenlediği Karikatür yarışmasına katılmıştım. Karikatürüm sergilenecek eserler arasına girmiş ve ödül töreni için üç kişilik davetiye almıştım. İzmir Ticaret Odası'nda gerçekleşecek resepsiyona ben, kardeşim ve yakın arkadaşım Esat'la katılmaya karar verdik. Derken ödül töreni geldi çattı. Biz serginin çokta şatafatlı olacağını tahmin etmediğimizden, o yıllarda üzerimizden ancak ameliyatla alabilecekleri eşofmanlarımızla katıldık. O gün ilk defa sosyete ile de tanışmış olduk. Yeni Asır'ın sahibi Dinç Bilgin'di, bulunduğumuz mekan Ticaret Odası, konuklar arasında milletvekilleri ve Belediye başkanı ve meclis üyeleri olunca sanatçılar azınlıkta kaldı. Biz üç kafadar, kitle böyle olunca girişte gözle görülmeyen bir manyetik alanla karşılaştık ve bir süre içerilere doğru ilerleyemedik.

Bir elinde şampanya bardağı, diğer eli cebinde, hafif göbekli, papyonlu beylerin koluna girmiş, son derece boyalı, üzerinde parfüm şişesi kırılmışcasına kokan, bilmem hangi rahmetli hayvancağızın tüylerinden yapılmış kürkleriyle hanımlar, gazetelerin patlayan flaşlarına çeşitli şekillerde gülücükler saçıyorlardı. Bir an, bu tipler arasında dolaşırken yine papyonlu ama az öncekilerden daha alt bir katmanda ancak bizim bulunduğumuz sosyal sınıfın bir tık üstünde yakışıklı bir adam; "beyefendi siz ne arzu edersiniz?" diyerek tekerlekli tepsiyi üzerimize sürdü. Bizler; 5-10 saniye kadar düştüğümüz boşlukta sağa sola bakarak 'beyefendi' arasakta, bize seslendiğini anladık. Bay papyon, tekrar "beyefendi" diyerek tepside duran küçük iki ekmek arasında kaşar, zeytin, salam ve üzerlerinde kürdan bulunan resepsiyon besisini göstererek, "buyurun kanepe" dedi. Esat; "yok bilader, biz böyle ayakta iyiyiz" diye yanıt verdi. Bu kısa diyalog ayrı dünyaları yaşadığımızı ortaya koydu. Tabi ki bizde bir yandan içtiğimiz vişne suyunun içindeki acımtırak tadı dilimizin duyu bölgeleriyle algılamaya çalışıyorduk ama dilimizin uyuştuğunu da fark etmiyordu.

Bütün bunlar yaşanırken bazı yükseltilmiş sınıf tiplerin "bunlarda kim?" bakışları altında ezilmiş, büzülmüştük. Görgü kuralları tiyatrosunun figüranlarıydık ve "sınızlı" "mınızlı" ifadeler şaşkınlığımıza şaşkınlık katıyordu. Hâlbuki yarım saat önce, "len, aga, be ya" sözcüklerinin egemen olduğu hayatın bıyıkları yeni filizlenmiş delikanlılarıydık. Ortam içtiğimiz acı şeyden midir bilinmez, rüya gibiydi. Dakikalar geçtikçe kalabalık sanki ikiye katlanıyor gibiydi. Duvarlara niye karikatürlerden iki şer tane asmışlar diye yadırgamıştım. Ara ara patlayan flaşlar, ayağına bastığım kadının feryadı, Esat'ın abua çalan müzisyene "kaça anlaştınız" deyişi yarım yamalak hatırladığım karelerdi.

Alışmaya çalışıyorduk. Bu tür resepsiyonların bir de ilginç menüleri vardır. Kibarlık gösterisine dönüşen menülerde; tavuklar, danalar, balıklar kendi kimliklerini gizlerler. Mesela; "bambu yapraklarıyla bezenmiş, dip soslu magnet parçaları, buharda pişmiş havuç rendeli, beyaz şarapla" denildiğinde, aradaki tavuğu fark edebilirsek yemekteki ana hayvanı bulmuş oluruz. O gün uzak yoldan geldiğimizden, acıkmıştık. Yemek servisini bekleyemedik ve garsonun cömertliğine 'hayır' diyemeyerek kanepe adındaki besinlerden beşer, onar yedik. İçimizdeki evrimleşemeyen yan pörtlemişti bir kere. İçtiğimiz vişne suyunun beşinci bardağında bir şeylerin yanlış gittiğini fark ettim. Ben karikatürümü arıyordum ama bulamıyorum. Zaten sosyete bırakın benim karikatürümle ilgilenmeyi, hiç bir karikatürle ilgilenmiyor, Yeni Asır gazetesinin 2.sayfasında yer almak için poz vermeyle meşguldü. Günün onlara göre en komik karikatürü biz olmuştuk.

Peki, merak ediyor musunuz, ben nasıl bir karikatürle bu yarışmaya katılmıştım?

Dünyanın içinden parçalayarak çıkan bir el çizmiştim. Bu elin bileğinde Amerikan bayraklı bir bileklik bulunuyordu. Elin tuttuğu 4 adet kart vardı. Birinde siyasetçiler, diğerlerinde sırasıyla patronlar, mafya ve tarikatlar bulunuyordu.

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.